BU SEFER SADECE GORDİON VE MİDAS 28.06.2025
GORDION
ANTİK KENTİ GEZİ NOTLARI (28.06.2025)
Geçen
yıl heveslenmiştik. ODTÜ’nün mezuniyetten sonra da sıkı bağlarını devam ettiren
THBT ( Türk Halk Bilimleri Topluluğu) fosilleri olarak, arkeolog Belma
Kulaçoğlu’nun rehberliğinde Gordion’a gidecektik. Belma, ODTÜ Kimya
Mühendisliğini bırakıp sevdalandığı arkeoloji üzerine eğitimini tamamlamış bir
arkeolog. Hani puanım tuttu ne yapayım arkeolog olayım bari diyenlerden değil,
ben arkeolog olmak istiyorum diyerek, ODTÜ’den vaz geçen bir arkeolog. Halen
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde uzman olarak çalışıyor. İngilizcesi ve bilgisi
gani olduğu için gelen yabancı misyonu müzede o gezdiriyor. Mezuniyetten sonra
sahada çalıştığı için o da arkeologların şantiyecisi. Su altı dalgıçlığı da
var. Öyle olunca da tanıştığımız günden bu güne sıkı dost olduk.
Gordion
gezisi için, tarih belirlendiğinde içim cız etmişti. İzmir’de bulunduğum sırada
ayağımı kırmıştım ve bu geziye katılmam hayal olmuştu. Birkaç gün sonra bir
haber geldi ki Belma’da ayağını kırmış. Hem de benim gibi topuk değil, tüm
bilek, femur ne varsa diz altını dağıtmış. Ah Belmacım, bensiz geziyi yapmak
içine sinmedi değil mi? O Ankara’da ben İzmir’de bütün yazı ayak uzatarak
geçirdik.
THBT
“Çağrı” gecesinde ikimizde iyi kötü ayağa kalkmıştık. Gece boyunca e-nabızdan
birbirimize kırıklarımızın röntgen filmlerini gösterip durduk. Öyle böyle değil
onun kırığı, ne kırığı, kırıkları benimkini on defa döver.
O
da bende azimli kadınlarız, sonunda ayaklandık, bastonu attık ve günlük hayata
karıştık. Hatta ben fosil folklor çalışmasına bile katıldım. Belma ayaklanınca,
artık şu Gordion gezisini yapalım diye bizim marabalar harekete geçti ve gezi
için gün saymaya başladık.
28 Haziran 2025 Cumartesi
Sabahleyin
ODTÜ Vişnelik’te buluşuyoruz. Baş marabamız Aydın’ın ayarladığı otobüsümüz
gelmiş. Kastamonu gezisine de gelmiş genç arkadaşlarımız çoğunlukta. Biz en
fosil olarak Ali, Adana’dan sırf bu gezi için bir günlüğüne gelen Yaşar, Belma
ve ben en hakiki fosil olarak gençlerden epey bir saygı ve hürmet görüyoruz.
Geziye benim misafirim olarak tarih ve arkeoloji meraklısı kuzenlerimde
katılıyor. Şoförümüzün adı Aziz, hanım ağamız Sema’nın da hemşerisi çıktı,
Kastamonuluymuş.
Arabamıza
binerek yola koyuluyoruz. Yol üzerinden Canay ve Birten’i de alınca kadro
tamamlanıyor. Eh kadro tamamlanınca Belma sazı, pardon mikrofonu eline alıyor
ve başlıyor anlatmaya.
Belma,
önce Ankara’nın ve etrafının hikayesini anlatmaya başlıyor. Üzerinde bulunduğumuz topraklar öylesine
kadim bilgiler içeriyor ki, her gün yeni bir bilgiye ulaşılıyormuş. Ankara
milyonlarca yıl öncesinden var olmuş. Kazılar sırasında buralarda fillerin,
günümüzde nesli tükenmiş birçok canlının yaşadığı artık bilinmekteymiş.
Anadolunun
ilk insansı kalıntıları 1957 yılında Prof.Fikret Ozansoy tarafından
Kızılcahamam ilçesindeki Sinantepe’de bulunmuş. On milyon yıl öncesine ait ve
Ankara maymunu olarak bilinen bu kalıntılara Ankarapithecus meteai adı
verilmiş. Bu insanımsı Ankarapithecus
cinsine ait tek primatmış ve Pakistan'da bulunan Sivapithecus ile
benzer özellikler göstermekteymiş. Hacı, hani maymundan gelmemiştik? On milyon
yıl önce maymun elini kullanıyor meyve yiyormuş. On milyon yıl bu dile kolay.
Yazılı tarih dünkü bebek, git git yedi bin yıla gidiyorsun. Hadi yazıdan vazgeçtik,
resimli tarih on iki binlerde.
Kazılardan
elde edilen bilgilere bakılırsa Ankara neolitik çağı (Taş Devri) ni yaşamış. Kalkolitik
dönemde, erken tunç çağında Hattilerin olduğunu biliyoruz. Asur kaynaklarına
göre, MÖ 2.500- 2000/1700 yılları boyunca Anadolu en az bin beş yüz yıl Hatti
Ülkesi olarak tanınmış. Hattilerden sonra gelen Hititlerde buraya Hatti ülkesi
dedikleri için Hititler ve Hattilerin akraba oldukları düşünülmüş. Ankara’nın
simgesi olan Hititi güneşi, aslında Hatti güneşiymiş.
Hititler, MÖ 3000 yıllarında güneye doğru göçe başlayan Kuzey Avrupa kavimlerinden
birisiymiş. Anadolu’ya MÖ
2100-2000 yılları arasında Kafkasya üzerinden gelmişler. MÖ 1660 civarında İç
Anadolu'daki Hatti beyliklerini ele geçirerek Hattuşaş merkezli
devlet kurmuşlar. Yukarı Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’e kadar yayılarak Mısır’ın
kapısına kadar dayanmışlar. Tarihte Kadeş savaşı olarak bilinen savaştan sonra
tarihin ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Antlaşmasını yapmışlar (MÖ 1274). İki
tarafta ben kazandım dese de savaşın galibi Hititler’miş..
Gelelim Gordion antik kentinin tarih sahnesine nasıl
çıktığına. Frigler, MÖ 1200 yıllarından itibaren dalgalar halinde dört yüz yıl
boyunca süren göçle Balkanlardan gelmişler. Tarihçiler, büyük tarihçi
Heredot’un tarihinde bahsedilen, Balkanlardan Anadoluya yapılan büyük göçü
takip edince Friglerin varlığına ulaşmışlar.
Gene tarihçi Heredot, Gordias’ın oğlu Midas’ın Makedonya’da
yer alan bahçeleri olduğundan bahsederken bu bahçenin hemen ardında yükselen Bermion dağını anmaktaymış. Gordias,
Anadolu’daki Frig uygarlığının efsanevi kurucusu; Midas ise Friglerin tarihe
geçen ilk kralı. Frig siyasal coğrafyasından çok uzaklarda Midas adına kurulan
bu bahçe, Friglerin ata yurdunu sahiplendiklerinin bir simgesi midir bilinmez
ama bilinen gerçek bu halkın göçtüğü yer, Makedonya’nın doğusunda Trak
etno-kültürünün hâkim olduğu dağlık coğrafya. Dilleri de zaten Yunancaya
benzemekteymiş. Yazılı metin bırakmadıkları için, çanak çömlekte görülen
yazılardan Yunan alfabesine benzeyen alfabeyi kullandıkları varsayılmaktaymış.
Frigler önce Bitinya bölgesini (İzmit Körfezi, İstanbul,
Sakarya, Düzce ve Bursa arasında kalan bölge) yurt tutmuşlar, daha sonra orta
Anadolu’ya doğru ilerlemişler.
Friglerden sonra, Anadolu’da sırasıyla Lidyalılar, Persler,
Makedonlar, Galatlar, Roma İmparatorluğu ve daha sonra Bizans İmparatorluğu,
Selçuklu Hanedanı ve Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürmüş. Veee Anadolumuz,
1923’den itibaren de Türkiye Cumhuriyeti olarak yoluna devam etmekte.
Kurtuluş Savaşı verilirken, top sesleri Ankara’dan duyulurken
büyük önder Mustafa Kemal Atatürk Ankara’da bir müze kurulmasını planlamış. Daha
savaşı kazanıp kazanamayacağımız belli değilken, Atatürk müze kurmaya
uğraşıyor. Vizyona bakın. Belma bir kez daha gururla Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nin kapısında müzenin kuruluş yılının 1921 olduğunu
söylüyor.
Polatlı’ya varıyoruz. Midas Otel’in terasında, Sakarya
Şehitler Anıtı’na bakarak sabah kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra
tekrar arabamıza binerek Gordion’a doğru yola çıkıyoruz.
Yol boyunca höyük ve tümülüsleri görüyoruz. Hemen aklımıza
gelen soruyu Belma cevaplıyor. Höyük ne Tümülüs ne? Efendim höyük, tarih boyunca türlü nedenlerle yıkılıp yok olmuş yerleşme
bölgelerinde, yıkıntıların üst üste birikmesi nedeniyle oluşmuş, çoğu kez
içinde tarihsel kalıntıların gömülü bulunduğu yayvan toprak tepeye verilen
admış. Zamanla şehirler üst üste yapılaşırken yukarıya doğru alan daralınca,
terk edip başka bir yere yerleşiyorlarmış. Çatalhöyük’de Doğu Çatalhöyük, Batı Çatalhöyük
olarak bunun örneği görülmekteymiş. Uzun sözün kısası höyük, üst üste kurulmuş
şehirlerin olduğu yer. Tümülüs ise içinde mezar olan toprak yığılarak
oluşturulan tepecikler. Tümülüsleri coğrafi tepelerden ayıran en büyük özellik,
düz ovada ortaya çıkan yapay tepecikler.
Ankara bölgesinde toplam 230 tümülüs
bilinmekteymiş. Bunların 130 adeti Gordion’da bulunmaktaymış. Gordion’daki 130
tümülüsün hepsi Friglere ait değilmiş, bir kısmı Galatlara aitmiş. Anıtkabir’in
altında bile beş Tümülüs varmış. Timülüs geleneği Friglerin geleneğiymiş. Tümülüsün
büyüklüğü ölen kişinin önemine göreymiş. Bölgede makinalı tarım yapıldığı için
bazı Tümülüslerin kaybolmuş olabileceği düşünülüyor. Aslında Tümülüsler, modern türbelerin
öncüleri.
Günümüzde makinalı tarım tümülüsün eteklerinde
yaplmaktaymış. Gene de kaçak olarak tümülüsün üstüne çıkanlar oluyormuş.
Frigler Tevratta adı geçen üç kavimden
biriymiş. Tevrat da Frigler-Muşki, Hititler-Hittimler, Urartular- Nairiler
ya da Nehriyalar olarak adlandırılmış. Ayrıca
Tevratta, Midas’tan, Muşkili Mita diye bahsedilmekteymiş. Frigler dokuma ve
seramikte çok ileriymiş. Gri seramikleri baktığınızda madeni bir kap gibi
görünüyormuş. Urartular maden işçiliğinde çok ileriymiş, Friglerde bulunan
madeni buluntuların, Urartu’ya ısmarlanmış objeler olduğu düşünülmekteymiş.
Ankara civarı üç büyük yola ev sahipliği yapmış. Bunlardan biri, Selçuklular döneminde kullanılan Erzurum,
Malatya, Kayseri, Ankara, Bilecik,
Bursa, İznik, İzmit, İstanbul’dan geçen “İpek
Yolu” güzergahıymış.
Bir diğeri, Hırıstiyan hacıların kullandığı Roma askeri yolu diye de
bilinen “Haç Yolu”ymuş. Bu rota
üzerindeki önemli merkezler Konstantinopolis (İstanbul), Khalkedon (Kadıköy),
Nikomedia (İzmir), Nikea (tuz), Ephesos (Efes), Ankyra (Ankara), Iconium (Konya), Kaesareia (Kayseri), Euchaita
(Çorum),Hieropolis (Denizli), Khonai, Psidia Antiokheia (Isparta, Yalvaç),
Tarsos (Tarsus, Mersin), Se-leukeia (Silifke, Mersin), Edessa(Urfa), Myra
(Demre), Antiokheia (Antakya) kentleriymiş.
Bir diğer rota ise Pers Kralı I. Dareios döneminde yapılmış “Kral Yolu”ymuş Kral
Yolu; Lidyalıların başkenti olan Sardis'ten başlayan ve Mezopotamya'da bulunan
Susa kentine, kadar uzanan bir antik ticari yolmuş. Bu yol sayesinde batıda yer
alan Efes'ten doğuda yer alan Persepolis'e kadar kesintisiz bir ulaşım
sağlanmış. Kral Yolu’nun Ankara’dan geçmesi, kenti ticari ve askeri
açıdan önemli merkezlerden biri haline getirmiş.
Gordion antik kenti, Friklerin başkenti olarak biliniyor. Hititler
yıkılırken Frigya Krallığın kuruluşu da
bir efsaneye dayanıyor. Efendim, Frigyalıların kralı yokmuş, ancak
Telmissus'taki (Likya'nın antik başkenti) bir kahin, şehre öküz arabasıyla giren bir
sonraki adamın kral olması gerektiğini söylemiş. Derken bir gün hiçbir
şeyden habersiz Gordios adlı bir köylü kağnısı ile şehre girmiş. Amanın bir
tezahürat, bir kıyamet, adama “Sen Kralsın” demişler. O da istemem yan cebime
koy misali kral olmuş. Bizler ise kulaklarının eşek kulağı olması ile ünlü oğlu
Midas’ı tanıyoruz.
Oğul Midas, kağnı arabasını Frigya tanrısı Sabazios'a (Yunanlılardaki
Zeus karşılığı) adamış ve arabanın okunu kızılcık kabuğundan
yapılmış iple ( Cornus mas), sarayın önündeki direğe sıkıca bağlamış. Romalı tarihçi Quintus Curtius Rufus "hepsi o kadar
sıkı bir şekilde birbirine dolanmış birkaç düğümden oluşuyordu ki nasıl
bağlandıklarını görmek imkansızdı" diye bildiğimiz kördüğümü
anlatmış. Kördüğüm tabirini, Gordion ile ilişkilendirmek çok da yanlış
sayılmaz. Efsaneler dönemi ya, gene bir kahin, bu kör düğümü çözebilen
herhangi birinin tüm Asya'ya hükmedeceğini ilan etmiş.
Derken MÖ 333 yılında Büyük İskender Gordion’a gelmiş. Efsaneyi duymuş.
Düğüme şöyle bir bakmış. Oku direkten ayırmaya çalışmış ve ipler biraz
aralanınca gençliğinde verdiği sabırsızlıkla ne uğraşacağım çözmeye deyip, ipi
kılıcıyla kesmiş. İskender kışı Gordion’da geçirmiş ve Asya’yı fethetmek üzere
doğuya yönelmiş. İskenderin ordusu Persleri yenince Helenistik dönem başlamış. İskender,
Babil’de ( Bağdatın güneyinde Hilla’ya yakın antik kent) hastalanarak vefat
edince rüyası yarım kalmış. Ah İskender,
düğümü keseceğine çözseydin belki de Asya baştan başa senindi. Kader işte.
Polatlı’dan otuz kilometre sona Gordion Antik Kenti’ne varıyoruz. Bizi
kazı başkanı, Belma’nın arkadaşı, Pennsyilvania Üniversitesi’nden Amerikalı arkeolog
Charles Brian Rose karşılıyor. Kendisi, Amerika Arkeoloji Enstitüsü'nün başkanlığını yapmış ve şu anda Gordion kazılarının
direktörü. Truva'daki Bronz Çağı Sonrası kazıların başkanı olarak da
görev yapmış. Belma ile tanışıklıkları ta o zamandan. Brian, Afrodisyas antik kentinin hamisi,
Geyre Vakfı’nın başkanı Ömer Koç’un da arkadaşıymış.
Gordion/Yassıhöyük Tunç çağından günümüze dört bin yıllık bir zaman
diliminde yerleşim olarak kullanılmış Yakın Doğu’daki en önemli arkeolojik
alanlardan biri. 2023 yılında da Unesco Dünya Miras listesine kaydolmuş. Sözü
Brian’a bırakıyoruz.
“ Gordion antik kenti, Truva şehri gibi dokuz katmandan oluşmakta. Erken
Bronz çağından (MÖ 2.400 yılından) MÖ 1400 yılına kadar daha çok Frigler ile
özdeşleşmiş bir yerleşke. Frigler buraya MÖ 1200’lerde bronz çağının sonlarına
doğru, güney doğu Avrupa’dan gelmişler. Muhtemelen İstanbul Boğazı’nı geçerek
Anadolu’ya varmışlar. MÖ 850 yılında Gordion’da ilk anıtsal binalar yapılmış.
Aynı dönemde şehri çevreleyen surlar inşa edilmiş. Milattan önce dokuzuncu
yılın sonlarında şehrin çehresi ortaya çıkmış. Şehirdeki binalar, Urartu dönemi
güney doğu Anadolu bölgesiyle benzerlik göstermekte.
Bu ilk yerleşim yeterince büyük olmadığı için, şehir büyümeye devam
ederken, yeni yerleşim yeri ihtiyacı ortaya çıkmış. Eski kenti terk etmeden
yakınında beş ile on metre yükseklikteki kil zemin üzerine yeni taş binalar
inşa etmeye girişmişler. MÖ 800 yılında büyük bir yangın çıkmış. Yangında can
kaybı olmamış ama şehir tamamen yanmış yıkılmış. Bunun üzerine eski şehrin
üzerine yeniden eskisinden beş ve on metre daha yüksek binalar yapmaya başlamışlar.
Bu Kral Midas’ın, Suriyelilerin söyleyişi ile Mita’nın dönemine (MÖ
738-696) denk gelmekte.
Bu dönemde 53 metre yükseklikte ki tümülüs yapılmış. Midas tümülüsü olarak adlandırılan Tümülüs, Türkiye’nin ikinci büyük tümülüsü. (Dünyanın ve Türkiye’nin en büyük Tümülüsü Gediz Nehri ile Marmara Gölü arasında kalan kısımda yer alan ünlü Lidya kralı Kroisos’un babası, Alyattes'e aittir. Tümülüsün çapı 355 metre, yüksekliği 69 metre ve çevre uzunluğu 1.115 metredir). İkinci büyük Tümülüs ise Çin’deymiş. Bizim Midas Tümülüsü dünyada üçüncü sırada.
Brian ekibiyle beraber yemeğe gitmek üzere izin istiyor. Kendisine THBT’nin sertifikasını veriyor. Teşekkür ediyoruz. Birlikte fotoğraf çektirdikten sonra Midas Tümülüsü ve Gordion Müzesi’ni gezmek üzere kazı alanından ayrılıyoruz.


1950 yıllarında Amarika’dan, Rodney S.Young ve ekibi geliyor. Ekip, Midas’ın tümülüsünü kazmaya karar veriyor. George Bass’da o sırada Young’ın asistanı. Yaptıklarıyla bugün tüm dünyada sualtı arkeolojisinin öncüsü olarak anılan. Bass’ın bizim için asıl önemi nedir derseniz?
Devrin başbakanı İsmet İnönü’nün emriyle Zonguldak’tan madenciler getirilmiş. Açılan seksen metre tünel ile mezar odasına ulaşılmış. Sondajla mezarın yerinin tesbiti ile mezar odasına ulaşılması arasında iki yıllık bir zaman dilimi var. Bu süre zarfında sulu sundaj nedeniyle içteki eko sistem bozulduğu için özellikle ölü hediyesi olarak bırakılan organik malzemelerde bozulmalar görülmüş.

Biz de aynı tünelden geçerek mezar odasına ulaşıyoruz. Mezar odası, dünyada bilinen en eski ahşap yapıymış. Eni 5.15 boyu 6.20 metre, yüksekliği 3.25 metre. Mezar odasının üzerindeki toprak yığınını taşıyan devasa çam kütüklerinden dış duvar ve çift eğimli çatısı var. Onun çevresinde ardıç kütüklerinden ikinci bir duvar ve arasına doldurulmuş çakıl taşları var. Zeminde kullanılan büyük kirişler ve kerevet sedir ağacından yapılmış. Ardıç ve çam Frigya’da yetişen ağaçlar, sedir ise herhalde Toroslardan ya da Finike’den getirildi ya da hediye edildi.


Önce bahçede sergilenen buluntuları geziyoruz. Gordion’da ki kale içinde Megaraon 2 adı verilen büyük yapının içinde bulunan MÖ 9.yüzıla ait, dünyanın en eski çakıl mozaiğini görüyoruz. Mozaik yapının ana odasında yerde bulunmuş ve ortasında ocak varmış. Mozaikteki desenler atölyelerde üretilen kumaşlarda ki motiflere benzemekteymiş. İri çakıl taşları ile yapılmış siyah beyaz devasa bir taban mozaiği.
Bir diğer mozaik ise Kayabaşı mozaiği olarak adlandırılan taban mozaiği.
Vatandaş ev yapmak için kazı yaparken ortaya çıkmış. Gordion Müzesi’nde
hazırlanan yere nakledilmiş. Panonun merkezindeki yuvarlak otuz yıl önce kuyu
açılırken tahrip edilmiş, köy ilkokuluna su borusu döşenirken de bordür kısmı
tahrip edilmiş. Neyse bordür tamir
edilebilmiş ama ortadaki kuyu aynen duruyor.

Müzede 1980 yılında bir soygun olmuş. Ne yazık ki müzenin bekçisi soyguncular ile iş birliği yapmış. Bu olaydan sonra müzenin yanına jandarma karakolu kurulmuş.


Bu arada müzeyi gezerken Gordion Vakfı, ve Pota derneği başkanı emekli Albay Kadim Koç’a rastlıyoruz. Misafirlerini gezdirmeye gelmiş. Ayak üstü sohbet ediyoruz.
Gordion’da 130 tümülüs bulunmuş ama, burada sadece 130 kişi yaşamamış. Nekropolde bulunamamış. O zaman kraliyetin dışındaki halkın krematoryumda yakıldığı düşünülüyormuş. Bazı Tümülüslerde kremasyon izine rastlanmış.
Gordion aslında idari merkez. Dini
merkez ise Sivrihisar yakınlarında bulunan Pessinus antik kentiymiş. Gökten
inen meteor taşının olduğu yerde Friglerin ana tanrıçasi Kibele adına bir
tapınak yapılmış. Meteor taşından bir parçanın
Mekke’ye götürüldüğü ve de Kabe’de bulunan Hacer-ül Esvet’in bu taş olduğu
söylenmekte.
Romalılar, Kartaca'ya
karşı olan savaşı kazanabilmek için bu taşı MÖ 204 yılında Roma'ya
götürmüşler ve bunu Magna Mater (Ulu ana) diye adlandırmışlar. Taşı götürdükten
sonrada Kartacalıları yenmişler. İyi mi?
Fibulalar, sikkeler, mühürler
derken vakit geçip gidiyor. Hepimiz kendimizi Friglerin akrabası gibi
hissediyoruz. Müzenin bahçesinde biraz daha vakit geçirdikten sonra arabaya
binerek Polatlı’ya geri dönüyoruz. Polatlı’da Konyalı Tandır’da karnımızı
doyuruyoruz. Tandır olsun, etli ekmek olsun hepsi şahane. Hele kuru baklavası
muhteşem.
Karnımız tok, gönlümüz şen Vişnelik’te vedalaşıyoruz. Teşekkürler Belma,
gönüllü rehberliğin şahaneydi. Teşekkürler Tuba, Brian’ın ve Belma’nın
konuşmalarını kayda aldığın için, Teşekkürler Aydın, harika organizasyonun
için. Katılan tüm arkadaşlara, katılamayıp desteğini esirgemeyen başta Uğur
olmak üzere tüm maraba ve fosil arkadaşlara tekrar tekrar teşekkür ediyorum.
Hanım ağamız Sema’nın gayretlerini de unutmamak lazım. Ağam sen çok yaşa.
Feryal Bekdik
Haziran 2025 ANKARA
Yine harika anlatım. Geziye katılan biri olarak atladığım bölümler olmuş. Onları yakalayip tamamladım bilgileri. Harika,unutulmaz, bir Arkeoloji gezisi oldu, Kazı baskanindan bilgi almak kac kişiye nasip olur ben bu sansa sahip oldum, , Anadolu Medeniyetleri Muzesi Arkeologundan bizzat en doğru bilgiyi almak da diğer bir sansdi. Fakat gezilerde, alıştığımız klasik THBT dokunuşlarıni gönlüm bekledi, aradı. - Leyla Kutluozen
YanıtlaSilBiryerlerden Ankara’ya dönüşte buraları gezmiştik, boş gezmişiz, şimdi tamamlandı.Teşekkürler…Berna Yücel
YanıtlaSilBerna olarak anılmaya alışkınım ama bu sefer soyadım da değişmiş Yücel olmuş…😂
YanıtlaSilFeryalciğim kalemine, yüreğine sağlık.Ne güzel anlatmışsın gezimizi. Sağlıkla nicelerine inşallah…🙏
Belma Kulaçoğlu
Kalemine sağlık Feryal ablacım🤗
YanıtlaSilKalemine sağlık Feryal ablacım👏🏻👏🏻👏🏻Seninle gezdik adeta🌸Sezin
YanıtlaSilEline sağlık. Yine bilgi yüklü akıcı bir anlatım. Arkeolıgla gezmek ve kazı bşk ile konuşmak ayrıcalık olmuş.
YanıtlaSil