BU SEFER SADECE GORDİON VE MİDAS 28.06.2025

 

GORDION ANTİK KENTİ GEZİ NOTLARI  (28.06.2025)

Geçen yıl heveslenmiştik. ODTÜ’nün mezuniyetten sonra da sıkı bağlarını devam ettiren THBT ( Türk Halk Bilimleri Topluluğu) fosilleri olarak, arkeolog Belma Kulaçoğlu’nun rehberliğinde Gordion’a gidecektik. Belma, ODTÜ Kimya Mühendisliğini bırakıp sevdalandığı arkeoloji üzerine eğitimini tamamlamış bir arkeolog. Hani puanım tuttu ne yapayım arkeolog olayım bari diyenlerden değil, ben arkeolog olmak istiyorum diyerek, ODTÜ’den vaz geçen bir arkeolog. Halen Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde uzman olarak çalışıyor. İngilizcesi ve bilgisi gani olduğu için gelen yabancı misyonu müzede o gezdiriyor. Mezuniyetten sonra sahada çalıştığı için o da arkeologların şantiyecisi. Su altı dalgıçlığı da var. Öyle olunca da tanıştığımız günden bu güne sıkı dost olduk.

Gordion gezisi için, tarih belirlendiğinde içim cız etmişti. İzmir’de bulunduğum sırada ayağımı kırmıştım ve bu geziye katılmam hayal olmuştu. Birkaç gün sonra bir haber geldi ki Belma’da ayağını kırmış. Hem de benim gibi topuk değil, tüm bilek, femur ne varsa diz altını dağıtmış. Ah Belmacım, bensiz geziyi yapmak içine sinmedi değil mi? O Ankara’da ben İzmir’de bütün yazı ayak uzatarak geçirdik.

THBT “Çağrı” gecesinde ikimizde iyi kötü ayağa kalkmıştık. Gece boyunca e-nabızdan birbirimize kırıklarımızın röntgen filmlerini gösterip durduk. Öyle böyle değil onun kırığı, ne kırığı, kırıkları benimkini on defa döver.

O da bende azimli kadınlarız, sonunda ayaklandık, bastonu attık ve günlük hayata karıştık. Hatta ben fosil folklor çalışmasına bile katıldım. Belma ayaklanınca, artık şu Gordion gezisini yapalım diye bizim marabalar harekete geçti ve gezi için gün saymaya başladık.

28 Haziran 2025 Cumartesi

Sabahleyin ODTÜ Vişnelik’te buluşuyoruz. Baş marabamız Aydın’ın ayarladığı otobüsümüz gelmiş. Kastamonu gezisine de gelmiş genç arkadaşlarımız çoğunlukta. Biz en fosil olarak Ali, Adana’dan sırf bu gezi için bir günlüğüne gelen Yaşar, Belma ve ben en hakiki fosil olarak gençlerden epey bir saygı ve hürmet görüyoruz. Geziye benim misafirim olarak tarih ve arkeoloji meraklısı kuzenlerimde katılıyor. Şoförümüzün adı Aziz, hanım ağamız Sema’nın da hemşerisi çıktı, Kastamonuluymuş.

Arabamıza binerek yola koyuluyoruz. Yol üzerinden Canay ve Birten’i de alınca kadro tamamlanıyor. Eh kadro tamamlanınca Belma sazı, pardon mikrofonu eline alıyor ve başlıyor anlatmaya.

Belma, önce Ankara’nın ve etrafının hikayesini anlatmaya başlıyor.  Üzerinde bulunduğumuz topraklar öylesine kadim bilgiler içeriyor ki, her gün yeni bir bilgiye ulaşılıyormuş. Ankara milyonlarca yıl öncesinden var olmuş. Kazılar sırasında buralarda fillerin, günümüzde nesli tükenmiş birçok canlının yaşadığı artık bilinmekteymiş.

Anadolunun ilk insansı kalıntıları 1957 yılında Prof.Fikret Ozansoy tarafından Kızılcahamam ilçesindeki Sinantepe’de bulunmuş. On milyon yıl öncesine ait ve Ankara maymunu olarak bilinen bu kalıntılara Ankarapithecus meteai adı verilmiş. Bu insanımsı Ankarapithecus cinsine ait tek primatmış ve Pakistan'da bulunan Sivapithecus ile benzer özellikler göstermekteymiş. Hacı, hani maymundan gelmemiştik? On milyon yıl önce maymun elini kullanıyor meyve yiyormuş. On milyon yıl bu dile kolay. Yazılı tarih dünkü bebek, git git yedi bin yıla gidiyorsun. Hadi yazıdan vazgeçtik, resimli tarih on iki binlerde.

Kazılardan elde edilen bilgilere bakılırsa Ankara neolitik çağı (Taş Devri) ni yaşamış.   Kalkolitik dönemde, erken tunç çağında Hattilerin olduğunu biliyoruz. Asur kaynaklarına göre, MÖ 2.500- 2000/1700 yılları boyunca Anadolu en az bin beş yüz yıl Hatti Ülkesi olarak tanınmış. Hattilerden sonra gelen Hititlerde buraya Hatti ülkesi dedikleri için Hititler ve Hattilerin akraba oldukları düşünülmüş. Ankara’nın simgesi olan Hititi güneşi, aslında Hatti güneşiymiş.

Hititler, MÖ 3000 yıllarında güneye doğru göçe başlayan Kuzey Avrupa kavimlerinden birisiymiş. Anadolu’ya MÖ 2100-2000 yılları arasında Kafkasya üzerinden gelmişler. MÖ 1660 civarında İç Anadolu'daki Hatti beyliklerini ele geçirerek Hattuşaş merkezli devlet kurmuşlar. Yukarı Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’e kadar yayılarak Mısır’ın kapısına kadar dayanmışlar. Tarihte Kadeş savaşı olarak bilinen savaştan sonra tarihin ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Antlaşmasını yapmışlar (MÖ 1274). İki tarafta ben kazandım dese de savaşın galibi Hititler’miş..

Gelelim Gordion antik kentinin tarih sahnesine nasıl çıktığına. Frigler, MÖ 1200 yıllarından itibaren dalgalar halinde dört yüz yıl boyunca süren göçle Balkanlardan gelmişler. Tarihçiler, büyük tarihçi Heredot’un tarihinde bahsedilen, Balkanlardan Anadoluya yapılan büyük göçü takip edince Friglerin varlığına ulaşmışlar.

Gene tarihçi Heredot, Gordias’ın oğlu Midas’ın Makedonya’da yer alan bahçeleri olduğundan bahsederken bu bahçenin hemen ardında yükselen Bermion dağını anmaktaymış. Gordias, Anadolu’daki Frig uygarlığının efsanevi kurucusu; Midas ise Friglerin tarihe geçen ilk kralı. Frig siyasal coğrafyasından çok uzaklarda Midas adına kurulan bu bahçe, Friglerin ata yurdunu sahiplendiklerinin bir simgesi midir bilinmez ama bilinen gerçek bu halkın göçtüğü yer, Makedonya’nın doğusunda Trak etno-kültürünün hâkim olduğu dağlık coğrafya. Dilleri de zaten Yunancaya benzemekteymiş. Yazılı metin bırakmadıkları için, çanak çömlekte görülen yazılardan Yunan alfabesine benzeyen alfabeyi kullandıkları varsayılmaktaymış.

Frigler önce Bitinya bölgesini (İzmit Körfezi, İstanbul, Sakarya, Düzce ve Bursa arasında kalan bölge) yurt tutmuşlar, daha sonra orta Anadolu’ya doğru ilerlemişler.

Friglerden sonra, Anadolu’da sırasıyla Lidyalılar, Persler, Makedonlar, Galatlar, Roma İmparatorluğu ve daha sonra Bizans İmparatorluğu, Selçuklu Hanedanı ve Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürmüş. Veee Anadolumuz, 1923’den itibaren de Türkiye Cumhuriyeti olarak yoluna devam etmekte.

Kurtuluş Savaşı verilirken, top sesleri Ankara’dan duyulurken büyük önder Mustafa Kemal Atatürk Ankara’da bir müze kurulmasını planlamış. Daha savaşı kazanıp kazanamayacağımız belli değilken, Atatürk müze kurmaya uğraşıyor. Vizyona bakın.   Belma bir kez daha gururla Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin kapısında müzenin kuruluş yılının 1921 olduğunu söylüyor.

Polatlı’ya varıyoruz. Midas Otel’in terasında, Sakarya Şehitler Anıtı’na bakarak sabah kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra tekrar arabamıza binerek Gordion’a doğru yola çıkıyoruz.

Yol boyunca höyük ve tümülüsleri görüyoruz. Hemen aklımıza gelen soruyu Belma cevaplıyor. Höyük ne Tümülüs ne? Efendim höyük, tarih boyunca türlü nedenlerle yıkılıp yok olmuş yerleşme bölgelerinde, yıkıntıların üst üste birikmesi nedeniyle oluşmuş, çoğu kez içinde tarihsel kalıntıların gömülü bulunduğu yayvan toprak tepeye verilen admış. Zamanla şehirler üst üste yapılaşırken yukarıya doğru alan daralınca, terk edip başka bir yere yerleşiyorlarmış.  Çatalhöyük’de Doğu Çatalhöyük, Batı Çatalhöyük olarak bunun örneği görülmekteymiş. Uzun sözün kısası höyük, üst üste kurulmuş şehirlerin olduğu yer. Tümülüs ise içinde mezar olan toprak yığılarak oluşturulan tepecikler. Tümülüsleri coğrafi tepelerden ayıran en büyük özellik, düz ovada ortaya çıkan yapay tepecikler.

Ankara bölgesinde toplam 230 tümülüs bilinmekteymiş. Bunların 130 adeti Gordion’da bulunmaktaymış. Gordion’daki 130 tümülüsün hepsi Friglere ait değilmiş, bir kısmı Galatlara aitmiş. Anıtkabir’in altında bile beş Tümülüs varmış. Timülüs geleneği Friglerin geleneğiymiş. Tümülüsün büyüklüğü ölen kişinin önemine göreymiş. Bölgede makinalı tarım yapıldığı için bazı Tümülüslerin kaybolmuş olabileceği düşünülüyor.  Aslında Tümülüsler, modern türbelerin öncüleri.

Günümüzde makinalı tarım tümülüsün eteklerinde yaplmaktaymış. Gene de kaçak olarak tümülüsün üstüne çıkanlar oluyormuş.

Frigler Tevratta adı geçen üç kavimden biriymiş. Tevrat da  Frigler-Muşki, Hititler-Hittimler,  Urartular- Nairiler ya da Nehriyalar  olarak adlandırılmış. Ayrıca Tevratta, Midas’tan, Muşkili Mita diye bahsedilmekteymiş. Frigler dokuma ve seramikte çok ileriymiş. Gri seramikleri baktığınızda madeni bir kap gibi görünüyormuş. Urartular maden işçiliğinde çok ileriymiş, Friglerde bulunan madeni buluntuların, Urartu’ya ısmarlanmış objeler olduğu düşünülmekteymiş.

Ankara civarı üç büyük yola ev sahipliği yapmış. Bunlardan biri,  Selçuklular döneminde kullanılan Erzurum, Malatya, Kayseri, Ankara, Bilecik, Bursa, İznik, İzmit, İstanbul’dan geçen “İpek Yolu” güzergahıymış.

 

Bir diğeri, Hırıstiyan hacıların kullandığı Roma askeri yolu diye de bilinen “Haç Yolu”ymuş. Bu rota üzerindeki önemli merkezler Konstantinopolis (İstanbul), Khalkedon (Kadıköy), Nikomedia (İzmir), Nikea (tuz), Ephesos (Efes), Ankyra (Ankara), Iconium (Konya), Kaesareia (Kayseri), Euchaita (Çorum),Hieropolis (Denizli), Khonai, Psidia Antiokheia (Isparta, Yalvaç), Tarsos (Tarsus, Mersin), Se-leukeia (Silifke, Mersin), Edessa(Urfa), Myra (Demre), Antiokheia (Antakya) kentleriymiş.

 

Bir diğer rota ise Pers Kralı I. Dareios döneminde yapılmış “Kral Yolu”ymuş Kral Yolu; Lidyalıların başkenti olan Sardis'ten başlayan ve Mezopotamya'da bulunan Susa kentine, kadar uzanan bir antik ticari yolmuş. Bu yol sayesinde batıda yer alan Efes'ten doğuda yer alan Persepolis'e kadar kesintisiz bir ulaşım sağlanmış. Kral Yolu’nun Ankara’dan geçmesi, kenti ticari ve askeri açıdan önemli merkezlerden biri haline getirmiş.

 

Gordion antik kenti, Friklerin başkenti olarak biliniyor. Hititler yıkılırken Frigya  Krallığın kuruluşu da bir efsaneye dayanıyor. Efendim,  Frigyalıların kralı yokmuş, ancak Telmissus'taki (Likya'nın antik başkenti) bir kahinşehre öküz arabasıyla giren bir sonraki adamın kral olması gerektiğini söylemiş. Derken bir gün hiçbir şeyden habersiz Gordios adlı bir köylü kağnısı ile şehre girmiş. Amanın bir tezahürat, bir kıyamet, adama “Sen Kralsın” demişler. O da istemem yan cebime koy misali kral olmuş. Bizler ise kulaklarının eşek kulağı olması ile ünlü oğlu Midas’ı tanıyoruz.

 

Oğul Midas, kağnı arabasını Frigya tanrısı Sabazios'a (Yunanlılardaki Zeus karşılığı) adamış ve arabanın okunu kızılcık kabuğundan yapılmış iple ( Cornus mas),  sarayın önündeki direğe sıkıca bağlamış.  Romalı tarihçi Quintus Curtius Rufus  "hepsi o kadar sıkı bir şekilde birbirine dolanmış birkaç düğümden oluşuyordu ki nasıl bağlandıklarını görmek imkansızdı" diye bildiğimiz kördüğümü anlatmış. Kördüğüm tabirini, Gordion ile ilişkilendirmek çok da yanlış sayılmaz. Efsaneler dönemi ya, gene bir kahin, bu kör düğümü çözebilen herhangi birinin tüm Asya'ya hükmedeceğini ilan etmiş.

 

Derken MÖ 333 yılında Büyük İskender Gordion’a gelmiş. Efsaneyi duymuş. Düğüme şöyle bir bakmış. Oku direkten ayırmaya çalışmış ve ipler biraz aralanınca gençliğinde verdiği sabırsızlıkla ne uğraşacağım çözmeye deyip, ipi kılıcıyla kesmiş. İskender kışı Gordion’da geçirmiş ve Asya’yı fethetmek üzere doğuya yönelmiş. İskenderin ordusu Persleri yenince Helenistik dönem başlamış. İskender, Babil’de ( Bağdatın güneyinde Hilla’ya yakın antik kent) hastalanarak vefat edince rüyası yarım kalmış.  Ah İskender, düğümü keseceğine çözseydin belki de Asya baştan başa senindi. Kader işte.

 

Polatlı’dan otuz kilometre sona Gordion Antik Kenti’ne varıyoruz. Bizi kazı başkanı, Belma’nın arkadaşı, Pennsyilvania Üniversitesi’nden Amerikalı arkeolog Charles Brian Rose karşılıyor. Kendisi, Amerika Arkeoloji Enstitüsü'nün başkanlığını yapmış ve şu anda Gordion kazılarının direktörü.  Truva'daki Bronz Çağı Sonrası kazıların başkanı olarak da görev yapmış. Belma ile tanışıklıkları ta o zamandan.  Brian, Afrodisyas antik kentinin hamisi, Geyre Vakfı’nın başkanı Ömer Koç’un da arkadaşıymış.





 

Gordion/Yassıhöyük Tunç çağından günümüze dört bin yıllık bir zaman diliminde yerleşim olarak kullanılmış Yakın Doğu’daki en önemli arkeolojik alanlardan biri. 2023 yılında da Unesco Dünya Miras listesine kaydolmuş. Sözü Brian’a bırakıyoruz.

 

“ Gordion antik kenti, Truva şehri gibi dokuz katmandan oluşmakta. Erken Bronz çağından (MÖ 2.400 yılından) MÖ 1400 yılına kadar daha çok Frigler ile özdeşleşmiş bir yerleşke. Frigler buraya MÖ 1200’lerde bronz çağının sonlarına doğru, güney doğu Avrupa’dan gelmişler. Muhtemelen İstanbul Boğazı’nı geçerek Anadolu’ya varmışlar. MÖ 850 yılında Gordion’da ilk anıtsal binalar yapılmış. Aynı dönemde şehri çevreleyen surlar inşa edilmiş. Milattan önce dokuzuncu yılın sonlarında şehrin çehresi ortaya çıkmış. Şehirdeki binalar, Urartu dönemi güney doğu Anadolu bölgesiyle benzerlik göstermekte.

 

Bu ilk yerleşim yeterince büyük olmadığı için, şehir büyümeye devam ederken, yeni yerleşim yeri ihtiyacı ortaya çıkmış. Eski kenti terk etmeden yakınında beş ile on metre yükseklikteki kil zemin üzerine yeni taş binalar inşa etmeye girişmişler. MÖ 800 yılında büyük bir yangın çıkmış. Yangında can kaybı olmamış ama şehir tamamen yanmış yıkılmış. Bunun üzerine eski şehrin üzerine yeniden eskisinden beş ve on metre daha yüksek binalar yapmaya başlamışlar. Bu Kral Midas’ın, Suriyelilerin söyleyişi ile Mita’nın dönemine (MÖ 738-696)  denk gelmekte.



Bu dönemde 53 metre yükseklikte ki tümülüs yapılmış. Midas tümülüsü olarak adlandırılan Tümülüs,  Türkiye’nin ikinci büyük tümülüsü. (Dünyanın ve Türkiye’nin en büyük Tümülüsü  Gediz Nehri ile Marmara Gölü arasında kalan kısımda yer alan ünlü Lidya kralı Kroisos’un babası, Alyattes'e aittir. Tümülüsün çapı 355 metre, yüksekliği 69 metre ve  çevre uzunluğu  1.115 metredir). İkinci büyük Tümülüs ise Çin’deymiş. Bizim Midas Tümülüsü dünyada üçüncü sırada.

 Tümülüs, Midas tümülüsü olarak bilinse de mezarın, babası Gordias’a ait olduğu belirlendi. Dünyada iç mekanı ahşap olan tek tümülüs (MÖ 740). MÖ 540’a gelindiğinde Pers saldırısı başlamış. Persler döneminde pek inşaat yapılmamış. MÖ 540 yılından sonra şehirde yaşam sakin sakin devam ederken MÖ 333’de Makedonya Kralı İskender gelmiş. Tüm Asya’nın sahibi olma hayaliyle Gordion düğümünü kesmiş. İskender giderken burası askeri garnizon olarak kalmış. MÖ dördüncü yüzyıl ortalarında Keltler gelmiş. Bunlar Bitinya Krallığı adına savaşan paralı askerlermiş. Bergama Krallığı’nın Romalılara geçmesiyle, Romalılar Anadolu’da ilerlemiş ve Keltleri/Galatları kovarak, Gordion’u askeri üs olarak kullanmışlar. Arada Gotların istilası olsa da Romalılar dönemi MS 6.yüzyıla kadar devam etmiş. Daha sonra Bizanslılar döneminde askerler gitmiş  MS 12 ve 14.yüzyıl arası iki yüz yıl Hırıstiyanlık önem kazanmış sonunda  MS 1400 yıllarında Gordion’da hayat bitmiş.

 19.yüzyıla kadar bölgede tam bir sessizlik hakimken Bağdat demir yolu inşaatı başlamış. Etrafta ki taşlar demiryolu inşaatında kullanılmış.( Brian bunlara “Taş Definecileri” diyor.) Bugün hala demiryolunda Frig taşlarını görebilirsiniz.

 1900 yılında Alman Alfred Körte ve Gustav Körte adlı iki kardeş arkeolog bölgede üç ay kazı yapmış ve buranın antik bir alan olduğunun farkına varmışlar.  Daha sonra 1950 yılında Pennsylvania Üniversitesi’nden  bir heyet gelene kadar  50 yıl bölgede hiçbir faaliyet görülmemiş.

 Profesör Brian, Pennysilvanya Üniversitesini temsilen, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliği ile 75 yıldır kazıların sürdüğünü söyleyerek sözü bitiriyor.

 Belma, Körte kardeşler hakkında bir şeyler söylemek istiyor. Körte kardeşler, sadece Gordion’da ki değil Ankara’da ki Beşevler ve Anıtkabir Tümülüslerini de keşfetmişler.  Hatta şu anda bulunduğumuz yerin Gordion olduğunu da ilk onlar söylemiş. Geçen yıla kadar yazılı bir belge olmadan Gordion adı kabul görmüş. Geçen yıl bulunan bir stel parçası üzerinde ki yazı çözümlendiğinde Gordion adının açıkça yazıldığı görülmüş ve Gordion ismi tescillenmiş. Şehirlerin antik adının belgelendiği nadir bir olaymış. Gordion bu açıdan şanslı sayılırmış. Bu bölge aynı zamanda en eski ve en çok tümülüsün olduğu yermiş. Tümülüslerden 45 adedinin içine girilebilmiş. Bunlardan bazıları defineciler tarafından talan edilmiş. Bu arada üç bin yıl boyunca  şehrin yükseltilmesi için kullanılan dolgu malzemesinin Sakarya nehir yatağından alınması nedeniyle  Sakarya nehrinin yatağı  şehrin bir tarafından diğer tarafına doğru değişmiş. Bu da doğa ile oyun oynamaya gelmeyeceğinin göstergesi.

 Şehrin kale duvarlarının olduğu yere gidiyoruz. Batı duvarlar MÖ sekizinci yüzyılda daha alçak, kuzey taraftaki duvarlar  MÖ Dokuzuncu yüzyılda inşa edilmiş. Hem renkleri farklı hem de yükseklikleri. Gel gör ki dokuzuncu yüzyılda olan deprem hepsini yerle bir etmiş. Günümüzde  şehrin surları ortaya çıkarılmış ve restore edilmişken 1999 depreminde duvarlar tahrip olmuş, tekrar onarılması yedi yıl sürmüş.

 İskender’in şehre girdiği kapının önünde duruyor, Kral yolundan gelerek, İskender’in şehre girişindeki görkemi hayal etmeye çalışıyoruz. Bu arada şehrin içindeki yollarda ortaya çıkarılmaya başlanmış.

 Küçük bir tepeye çıkıyor ve aşağıdaki megaronları görüyoruz. Megaronlar genelde eni ve boyu altın orana sahip tapınakların ilk hali dikdörtgen yapılar. Kısa kenarında kapı olup, iki sütün arasından geçiliyor. Uç kısmında da ocak bulunuyor. Buradaki megaronlar da dokuma atölyeleri, maden işleyen esnafın olduğu düşünülüyor. Yani o devrin  organize sanayi sitesi. Brian buraya o devrin OSTİM’i diyerek espri yapıyor.

 Binalarda yağmur suyunu çatıdan drene eden sistemleri varmış. Çift eğimli çatı sistemi ile  hem komşunun duvarına zarar vermiyor hem de binanın altına suyun gitmesini önlüyorlarmış. Şehrin yangından zarar gördüğünü nasıl anladıklarını sorduğumuzda, tabakaların arasında yanmış ahşap ve kumaş parçaları bulmuşlar. Yazın sıcak günlerinde hele de rüzgar da varsa tıpkı günümüzde olduğu gibi en küçük bir ateş çabucak çevreye yayılıyormuş.

Brian ekibiyle beraber yemeğe gitmek üzere izin istiyor. Kendisine THBT’nin sertifikasını veriyor. Teşekkür ediyoruz. Birlikte fotoğraf çektirdikten sonra Midas Tümülüsü ve Gordion Müzesi’ni gezmek üzere kazı alanından ayrılıyoruz.

 Midas Tümülüsü’ne iki tarafı taş duvarla örülmüş açık dehlizden geçerek gidiyoruz. Tümülüsün yüksekliği 53  metre çapı 300 metreymiş. Antik dönemde yüksekliği on,on beş metre daha fazla olabilirmiş. Erozyondan aktığı düşünülüyormuş. Tümülüs yapıldığında Midas’ın hayatta olduğu anlaşılınca burada yatanın babası Gordias olduğu düşünülmekteyse de  Midas Tümülüsü diye söylenmeye devam ediyormuş. Literatürde de MM yani Mound of Midas’ın kısaltması olarak geçiyor. 



1950 yıllarında Amarika’dan, Rodney S.Young ve ekibi geliyor. Ekip, Midas’ın tümülüsünü kazmaya karar veriyor. George Bass’da o sırada Young’ın asistanı.    Yaptıklarıyla bugün tüm dünyada sualtı arkeolojisinin öncüsü olarak anılan. Bass’ın bizim için asıl önemi nedir derseniz?

 1966 yılında, Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi müdürü Froelich Rainey, Bass'a, günümüzde Türkiye sınırları içerisinde bulunan Truva bölgesinden geldiği düşünülen bir dizi altın objenin Penn Müzesi'ne tartışmalı girişi hakkında bir rapor yazma yetkisi vermiş . Müze, altını özel bir antika satıcısından satın almış. O dönemde Akdeniz Bölümü'nde yardımcı küratör olan Bass, müzenin, müze etiği hakkında bir bildiri hazırlamasını etkileyen bir rapor yazmış. Bu, UNESCO'nun 1970 tarihli Kültürel Varlıkların Mülkiyeti ve Yasadışı İthalat, İhracat ve Transferini Yasaklama ve Önleme Araçlarına Dair Sözleşme'nin daha sonra yayınlanmasını öngören 1970 Pennsylvania Beyannamesiymiş. Bizim Truva hazineleri ülkeye nasıl geri döndü sanıyorsunuz?

 Tümülüslerde  mezar odası her zaman ortada olmuyormuş.  Antik dönemde de mezar soyguncuları olduğu için onları şaşırtmak için bazen bir tane boş mezar odası yapıp, onun biraz uzağına asıl mezar odası yapılabiliyormuş. 1957 yılında Amerikalı ekip, o zamanın teknik imkanları elverdiğince tümülüste  mezar odasını bulmak için yüzden fazla   sondaj yapmış. Yapılan sondajlardan ikisi mezar odasına denk gelmiş ve sulu sondaj olduğu için odanın içini su basmış. Mezarı bulmuşlar ama nasıl ulaşılacak?

Devrin başbakanı İsmet İnönü’nün emriyle Zonguldak’tan madenciler getirilmiş. Açılan seksen metre tünel ile mezar odasına ulaşılmış. Sondajla mezarın yerinin tesbiti ile mezar odasına ulaşılması arasında iki yıllık bir zaman dilimi var. Bu süre zarfında sulu sundaj nedeniyle  içteki eko sistem bozulduğu için özellikle ölü hediyesi olarak bırakılan organik malzemelerde bozulmalar görülmüş. 






Biz de aynı tünelden geçerek mezar odasına ulaşıyoruz.  Mezar odası, dünyada bilinen en eski ahşap yapıymış.  Eni 5.15 boyu 6.20 metre, yüksekliği 3.25 metre. Mezar odasının üzerindeki toprak yığınını taşıyan devasa çam kütüklerinden dış duvar ve çift eğimli çatısı var. Onun çevresinde ardıç kütüklerinden ikinci bir duvar ve arasına doldurulmuş çakıl taşları var. Zeminde kullanılan büyük kirişler ve kerevet sedir ağacından yapılmış. Ardıç ve çam Frigya’da yetişen ağaçlar, sedir ise herhalde Toroslardan ya da Finike’den getirildi ya da hediye edildi.

 En dışta taş duvar var. Taş duvar ile ahşap duvar arasında bu sefer biraz daha iri taşlar ile dolgu var. Ondan sonrada bildiğimiz toprak dolgu. Yığmışlarda yığmışlar. Hani toprağı bol olsun derler ya. Demek ki Friglerden gelme bir deyim olsa gerek. 






 Mezar odasından çıkarılan Midas’ın babası Gordias olduğu düşünülen iskeletin kafası Anadolu Medeniyetleri müzesinde beden ise Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Antroploji Laboratuvarı'nda  muhafaza edilmekteymiş. Mezar odasından çıkarılan fibula (Üzeri kabaralı, at nalı şeklinde çengelli iğne), kap kacak, sehpa ne varsa bir kısmı Gordion müzesinde bir kısmı da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyormuş. Sehpa da görülen ahşap kakma adamların sanatı hakkında bilgi veriyor. Fibula zaten Friglerin icadıymış. Mezar odasında 120 kişiye veda yemeği verildiği düşünülüyor. Kazanlarda ballı bira bile ikram edilmiş. Frigleri sadece fibulayı icat etmekle anmak haksızlık olur, Frig şapkası diye anılan şapka  modeli 1789 Fransız Devrimi esnasında özgürlüğün sembolü kabul edilmiş.

 Mezar odasını demir parmaklıklar arkasından görüp, ahşap yapının tekniğine hayran olarak geriye dönüyoruz. Tümülüsün karşısındaki Gordion Müzesi’ne gidiyoruz.

Önce bahçede sergilenen buluntuları geziyoruz. Gordion’da ki  kale içinde Megaraon 2 adı verilen büyük yapının içinde bulunan MÖ 9.yüzıla ait, dünyanın en eski çakıl mozaiğini görüyoruz. Mozaik yapının ana odasında yerde bulunmuş ve ortasında ocak varmış. Mozaikteki desenler atölyelerde üretilen kumaşlarda ki motiflere benzemekteymiş. İri çakıl taşları ile yapılmış siyah beyaz devasa bir taban mozaiği.

                                            

 

Bir diğer mozaik ise Kayabaşı mozaiği olarak adlandırılan taban mozaiği. Vatandaş ev yapmak için kazı yaparken ortaya çıkmış. Gordion Müzesi’nde hazırlanan yere nakledilmiş. Panonun merkezindeki yuvarlak otuz yıl önce kuyu açılırken tahrip edilmiş, köy ilkokuluna su borusu döşenirken de bordür kısmı tahrip edilmiş.  Neyse bordür tamir edilebilmiş ama ortadaki kuyu aynen duruyor.

Bahçe de Galat mezarı örneği de koruma altına alınmış. Mezar soyguncuları mezarı talan etse de Galatların Balkanlar’da da uygulanan mezar mimarisi tekniğini Anadolu’ya taşıdıklarını gösteren örnek olduğu için çok önemliymiş. Mezar Polatlı, Kıranharmanı köyünden müzeye taşınarak yok olmaktan kurtarılmış.


Bahçe de ayrıca taş steller (Stel, yüksekliği eninden uzun yekpare bir taştan oluşan bir yapıttır. Dik olarak kullanılır. Stelin farklı şekillerde kullanılan farklı tipleri vardır. Örneğin özellikle Antik Yunan'da rastlanan mezar taşı mahiyetinde steller vardır), küpler de sergileniyor. Bahçe duvarının dibinde Büyük İskender’in Makedon olması nedeniyle, Makedonya’dan getirilmiş iki ağaç da mevcut. Ağaçlar yerlerini sevmişler. Biraz boynu bükükte olsalar da bahçeye ayrı bir hava veriyorlar.



Müzede 1980 yılında bir soygun olmuş. Ne yazık ki müzenin bekçisi soyguncular ile iş birliği yapmış. Bu olaydan sonra müzenin yanına jandarma karakolu kurulmuş.

 Kapının yanındaki duvarda İskender’in, atı Bukefus ile birlikte mozaik betimlemesi var. Müzenin girişinde sağda Midas’ın Şehri Gordion’un kronolojik olarak tarihi anlatılmış. MÖ 1100 de başlayıp yakın tarih  1950’ye kadar olan önemli olaylardan bahsedilmekte.

Müzede iki salon bulunmakta. Erken tunç döneminden itibaren buluntular sergilenmekte. Gordion yazan tabletin başından ayrılamıyoruz. Friglerin çift eğimli çatı sistemi kullandıklarını ve yağmur suyu için yapılan çörtenleri hayranlıkla seyrediyoruz.  Çeşitli dönemlere ait çanak çömlek, hatta antik flüt bile var. Polatlı Höyüğü’ndeki mezar tiplerini iskeletleri ile birlikte görebiliyorsun.









Bu arada müzeyi gezerken Gordion Vakfı, ve Pota derneği başkanı emekli Albay Kadim Koç’a rastlıyoruz. Misafirlerini gezdirmeye gelmiş. Ayak üstü sohbet ediyoruz.

 Belma’nın müzenin bahçesinde anlattıklarından aklımda kalanlar. Tümülüslerden birinde  genç bir çocuğa ait mezarda dünyanın en eski şemsiyesi bulunmuş. Parasol denilen şemsiyeyi sadece kraliyete mensup erkekler kullanıyormuş. Şemsiye Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyormuş.

 Şimdilerde Hacı Tuğrul adlı höyük kazılmaktaymış. Buranın Gordion terkedildikten sonra  başkent olduğu düşünülüyormuş. Hacı Tuğrul’da da kale varmış. Buluntular arasında pek çok Frig seramiğine rastlanmış.

Gordion’da 130 tümülüs bulunmuş ama, burada sadece  130 kişi yaşamamış. Nekropolde bulunamamış. O zaman kraliyetin dışındaki halkın krematoryumda yakıldığı düşünülüyormuş. Bazı Tümülüslerde kremasyon izine rastlanmış.

Gordion aslında idari merkez. Dini merkez ise Sivrihisar yakınlarında bulunan Pessinus antik kentiymiş. Gökten inen meteor taşının olduğu yerde Friglerin ana tanrıçasi Kibele adına bir tapınak yapılmış. Meteor taşından bir parçanın  Mekke’ye götürüldüğü ve de Kabe’de bulunan Hacer-ül Esvet’in bu taş olduğu söylenmekte.   

Romalılar, Kartaca'ya karşı olan savaşı kazanabilmek için bu taşı MÖ 204 yılında Roma'ya götürmüşler ve bunu Magna Mater (Ulu ana) diye adlandırmışlar. Taşı götürdükten sonrada Kartacalıları yenmişler. İyi mi?

Fibulalar, sikkeler, mühürler derken vakit geçip gidiyor. Hepimiz kendimizi Friglerin akrabası gibi hissediyoruz. Müzenin bahçesinde biraz daha vakit geçirdikten sonra arabaya binerek Polatlı’ya geri dönüyoruz. Polatlı’da Konyalı Tandır’da karnımızı doyuruyoruz. Tandır olsun, etli ekmek olsun hepsi şahane. Hele kuru baklavası muhteşem.

Karnımız tok, gönlümüz şen Vişnelik’te vedalaşıyoruz. Teşekkürler Belma, gönüllü rehberliğin şahaneydi. Teşekkürler Tuba, Brian’ın ve Belma’nın konuşmalarını kayda aldığın için, Teşekkürler Aydın, harika organizasyonun için. Katılan tüm arkadaşlara, katılamayıp desteğini esirgemeyen başta Uğur olmak üzere tüm maraba ve fosil arkadaşlara tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Hanım ağamız Sema’nın gayretlerini de unutmamak lazım. Ağam sen çok yaşa.

 

Feryal Bekdik

Haziran 2025 ANKARA

Yorumlar

  1. Yine harika anlatım. Geziye katılan biri olarak atladığım bölümler olmuş. Onları yakalayip tamamladım bilgileri. Harika,unutulmaz, bir Arkeoloji gezisi oldu, Kazı baskanindan bilgi almak kac kişiye nasip olur ben bu sansa sahip oldum, , Anadolu Medeniyetleri Muzesi Arkeologundan bizzat en doğru bilgiyi almak da diğer bir sansdi. Fakat gezilerde, alıştığımız klasik THBT dokunuşlarıni gönlüm bekledi, aradı. - Leyla Kutluozen

    YanıtlaSil
  2. Biryerlerden Ankara’ya dönüşte buraları gezmiştik, boş gezmişiz, şimdi tamamlandı.Teşekkürler…Berna Yücel

    YanıtlaSil
  3. Berna olarak anılmaya alışkınım ama bu sefer soyadım da değişmiş Yücel olmuş…😂
    Feryalciğim kalemine, yüreğine sağlık.Ne güzel anlatmışsın gezimizi. Sağlıkla nicelerine inşallah…🙏
    Belma Kulaçoğlu

    YanıtlaSil
  4. Kalemine sağlık Feryal ablacım🤗

    YanıtlaSil
  5. Kalemine sağlık Feryal ablacım👏🏻👏🏻👏🏻Seninle gezdik adeta🌸Sezin

    YanıtlaSil
  6. Eline sağlık. Yine bilgi yüklü akıcı bir anlatım. Arkeolıgla gezmek ve kazı bşk ile konuşmak ayrıcalık olmuş.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AL SANA İRAN

KASTAMONU THBT AĞA GEZİSİ MAYIS 2025

SULTAN