SULTAN
Eşimi kaybetmiştim. Ev dolup taşıyordu. Gelenler gidenler
baş döndürücü bir kalabalık. Sonuçta herkes evine dönüyor. Semra yanıma
yanaştı, “İstersen kalayım” dedi. Özgün de yanaştı. “Ben de kalabilirim “dedi.
İkisine de kalın dedim. Bir yıl boyunca Semra’da, Özgün’de yanımdan hiç
ayrılmadılar.
Özgün’de Semra’da duruşu olan kadınlardandı. Ama Semra bir
başkaydı. Semra eğlenceliydi, çok iyi bir dinleyiciydi, eylemciydi, parmağı
havada, tavizsiz, başına buyruktu. Candı, yoldaştı, güvenilirdi, gönül
insanıydı.
Eşim bal ihracatı yapıyordu. Üreticiye paralar vermiş,
ajandasına alacaklarını borçlarını not etmiş, birbirimize işlerimizden
bahsetmeme sözü verdiğimiz için hiç bilmediğim bir sahaya dalmak zorunda
kalmıştım. Üreticiyi çağırdım. “Abla ben bu paraları aldım ama, onunla da bal
aldım, mal senin” dedi. Az buz değil kırk ton, yani dört kamyon bal. Bir de
bana akıl verdi. Ege şivesiyle “Sen İngilizce bilmeyon mu, bileyon, o zaman bu
balı sen ihraç et” dedi. Kalktı gitti. Akşamüstü olmuş, eve gidesim yok, canım
sıkkın. Kocama sesleniyorum. Ben ne yapacağım diye ağlıyorum. Kapının zili
çalındı. Sekreter çoktan gitmiş, kapıyı açtım baktım, köpeğiyle Semra. “Ne bu
halin? “diyerek içeri girdi. “Balcı gitti şimdi” dedim. “Eee ne diyor, parayı
vermem mi diyor? dedi. “Yok be Semra, parayı bala yatırmış, sen ihraç et diyor”
dedim.
“Kızım çıkar şu evrakları” dedi. Dosyaları indirdim.
Müşterileri bulduk, örnek teklif mektuplarını ayırdık. İhracat nasıl yapılır
madde madde bulup çıkardık. On madde olarak ihracat olayını toparladık. “İlk üçünü muhasebecin
halledecek, gerisini de bize vekalet ver, biz yapacağız “ dedi. Meğer Semra’nın
baba mesleği gümrük komisyonculuğuymuş ve kardeşi işleri devam ettiriyormuş.
O gece Avrupa’da ki alıcılara, eşimim vefat ettiğini, işleri
benim devraldığımı bildiren faksları çektim. Ertesi günü baş sağlığı ve
teklifimi beklediklerini bildiren cevaplar gelmeye başladı. Ben faksdan
cevapları toplarken Semra geldi. “Yağ satarım, bal satarım, kocam öldü ben
satarım” diyerek elimdeki faks kağıtlarını gösterdim. Önce notere gittik, sonra da Semraların ofise.
Kardeşi ile tanıştım. “Tamam abla, merak etme iş bizde “ diye beni
rahatlattılar.
Balcıyı ve muhasebeciyi çağırdım. Tenekesi kaça? Bağkuru ne kadar? Bir
fiyat çıktı. Teklifi yolladım. Almanya’da ki müşteri iki konteynere de talip oldu.
Evraklar hazırlandı, Semralara teslim edildi. Mallar geldi, konteynerlere
yüklendi, şahit numuneler alındı, testten geçti. Konteynerler gemiye yüklendi
ve evraklar bankaya verildi. Banka müdürü arkadaşıma sordum “Şimdi ne olacak?”
diye. “İhracat tamam. Otur paranı bekle” dedi. İki gün sonra paranın yüzde
doksanı geldi, gerisi de mal kabulünde gelecek.
Semra, “Bak gördün mü? Ne kolay halloldu, madem tedarikçin
sağlam, devam et” diye beni yüreklendirdi. O gün o ağlamalarımın duyulduğuna ve
Semra’yı eşimin gönderdiğine hep inandım. Uzun yıllar bal ihracatına devam
ettim.
Semra, hayatımda hep bir renkti. Rengarenk bir kadındı. Çok
geçmeden oluşturduğumuz Grub B’nin Sultanı oldu. Grup B’nin açılımı
sorulduğunda da Bekarlar, Boşanmışlar, Boşvermişler, Baştan
karalar diye dalga geçiyorduk. Birlikte yemeklere, gezilere, konsere, tiyatroya
gidiyor, kendimizce hayatın bize biçtiklerine karşı direniyorduk.
Semra bu arada bana aktivite bulmayı iş edinmişti. Özgün ile
birlikte beni Tenis Klübe üye yaptılar. Sabahın köründe kalkıyor, Semra ile
birlikte Tenis Klübe gidiyor, ders alıp, tenis oynuyor, sonra da duşumuzu alıp
işimize gücümüze bakıyorduk.
Oğlum, lisedeydi. Eğitim hayatı boyunca bana zorluk
çıkarmayan oğlum, arada bir ergenlik halleri gereği arıza çıkarıyordu. Semra
hep yanımdaydı. Beni sakinleştiriyor. İşi gırgıra vuruyor, tanıdıklarından
örnekler gösteriyor, bir gün bu hallerimize güleceğimizi söylüyordu. Söylediği
gibi de oldu. Haklı çıkmayı severdi.
Bir yıl geçmeden Özgün ile Yunus evlendi. Hala evlilikleri
mutlu bir şekilde sürüyor. Eeee çöplerini Semra ile birlikte çatmıştık, ince elemiş,
sık dokumuş, birbirlerine yakıştırmıştık.
Bir gün gece yarısı geldi. Hem komşusu hem de arkadaşı olan
Begüm çok hastaydı. “Begüm, Dokuz Eylül’de
son günlerini yaşıyor, onunla vedalaşmak istiyorum. Kocasını da gözüm göresi
yok, onu göremeden gidecek” diye sızlanıyordu. “Kalk, biz de gece gideriz”
dedim. Toplandık toparlandık hastaneye gittik. Acilden girdik. Başımız dik, hastane
bizden sorulur edasıyla hastanenin ilgili katına kadar sorunsuz çıktık. Gelen
geçen doktor, hemşireye de iyi akşamlar diyerek gülümsedik. Begüm’ün kapısına
geldiğimizde kapıda “Kesinlikle Girilmeyecek” diye bir yazı gördük. Biz
kapıdayken hemşire hanım koştu geldi. Semra’nı halini görünce bir dakika için
girmemize izin verdi. Ben girmedim, Begüm’ü o güzel, havalı haliyle hatırlamak
istedim. O girdi. Ben de hemşire ile kapıda kaldım. Çok geçmeden çıktı.
Dağılmıştı, ama arkadaşına veda etmenin huzurunu duyuyordu. Hastaneden sonra
eve geldik. Gece yarısı operasyonu başarı ile tamamlanmıştı. Bize kim dur
diyebilir diye çak yaptık.
Çok espriliydi. “İş
işteyken, koca kocadayken bulunur”, “Deveye diken, insana s…n” lazım”, “Geçceksin
bunları geçceksin, Karabağlarda inceksin, üç yıl metroyu bekliyeceksin, gelirse
binceksin (O zamanlar metro daha inşaat halindeydi)”, “Ha s….r”, daha niceleri.
Küfür bir ağıza bu kadar mı yakışır, ben de küfrederim ama benimki şantiye jargonu,
onun ki bir başkaydı.
Onun en iyi dostu, içki ve sigaraydı. Sigaraya o kadar
düşkündü ki, eşimin sağlığında bir otobüs dolusu İzmirli, Uludağ’a geziye
gitmiştik. Eşim de sıkı bir sigara tiryakisiydi. O zamanlar sigara yasağı yoktu.
Tüm arkadaşlar otobüste sigara içilmeyecek diye karar almıştık. Bu iki kafadar
bir ellerinde sigara bir ellerinde çakmak, kapının eşiğinde mola yerine varmamızı
beklediler.
Bir grup arkadaş, Sarıkamış’a gittik. Semra, “Kızım şu
kayağı öğren artık” diye bana hoca ayarladı, hafif çaplı bir kaza geçirmeme
rağmen, beni yüreklendirdi. İzmir’e döndükten sonra da kendine dar gelen kayak
kıyafetlerini bana verdi. Yıllarca Semra’nın kıyafetleri ile kaydım, sonra ben
de kilo alınca kıyafetler Sibel’e geçti.
Yıllar içinde işlerim, İstanbul’a kaydığında bile
arkadaşlığımız sıkı sıkıya devam etti. Bazen bir düğün olur bir şey olur,
bahaneyle İstanbul’a gelir, bende kalırdı. Haluk ile de çok iyi anlaşmıştı.
Zaten herkesle anlaşırdı. Gönlü ganiydi. Uzun yıllar annesine baktı.
Kardeşlerinden Ayla abla hariç hepsi bir küslük çıkarıp; annelerine bakmaktan
kaçındılar. Semra bunu önce anlamadı ama zamanla bana hak verdi. Annesi çok
tatlı, çok hanımefendi bir kadındı. Semra’nın köpeği Haydut’a doğrudan laf söyleyemezdi. Apartmanın
yöneticisi iken babası Haşmet amca, binada köpek beslenmeyecek diye karar
almış. Annesi köpeğe kızdığında “Haşmet kalk bak, evinde itler geziyor” diye
söylenirdi. O kadar söylenmesine rağmen,
alış veriş yaparken oğlan yesin diye Haydut’a da yiyecek alırdı”
Çocuğu olmamıştı. İlk evliliğinde hamile kaldığında eşi,
gezip tozamayız diye çocuğu aldırmasını istemiş, o da kayınvalidesi ile
birlikte giderek çocuğu aldırmıştı. “Kızım iki taraftan da güçlü ailelersiniz, hele
kocan tarafı on tane bakıcıyı yığardı, siz gene gezer tozardınız “ demiştim. “Cahillik
işte” demişti. “Hadi sen cahildin, kayınvaliden, buna nasıl teşne oldu?” Daha sonraki yıllarda o kadar uğraşmasına
rağmen, İngiltere’de, Fransa’da tüp bebek denemelerine rağmen anne olamamış, bu
uğraşlar sırasında da eşi dedikodu gazetelerine bir hatunla malzeme olunca
boşanmışlardı.
Ben Semra’yı ikinci evliliğini yaptıktan sonra tanıdım.
Sınıf arkadaşımla evlenmiş, derneğin düzenlediği geceye gelmişti. Allahım o ne
cazibe, o ne özgüven hayran olmuş, sonra da arkadaş olmuştum. Arkadaşımın ilk eşini de çok
severdim. Onunla da hala dostluğumuz sürer. Arkadaşım da benimle “Sayemde
çevren genişliyor” diye dalga geçerdi.
Güzel içerdi, dedikoduyu severdi, ama en çok kendi
dedikodusunu yapmayı severdi. Özgün ile sofra muhabbetlerinde “Başladı gene birinci koca, ikinci koca” diye
gülüşürdük. Her ikisine de çok saygılıydı. İkisi içinde kem söz söylemezdi.
Hatta ikinci eşinin kızını kendi kızı gibi sever, yolu açık olsun diye dua
ederdi.
Yeğenlerinden biri hastaydı. Babadan kalan mallar satılıp
kardeşler arasında paylaşılırken, o kendi payına düşeni hasta yeğenine
bırakmıştı ve o yeğen ile annesi daha sonra Semra ile görüşmemişlerdi.
Yeğenini görememek onu çok üzerdi. Oğlumun düğünü esnasında
gelinimi kuaföre götürmüştüm, aynı kuaföre gittiğimiz için, yeğen de tesadüfen
oradaydı. İki taşın arasında yeğen Semra için atıp tutunca, hiçbir şey demedim.
Sadece “O seni çok seviyor ve senin için dua ediyor” dedim, yeğen donup kaldı. Düğün
için anı olsun diye kuafördekilerin resmini çekerken yeğenin de resmini çektim.
Daha sonra bak sana kimi getirdim diye Semra’ya gösterdim. Gözleri doldu,
eliyle ekrana dokundu. Adını söyledi. “Hayır” dedim “O sensin, o senin gençliğin, ne
kadar sana benziyor” dedim. Neyse ki
yeğeni yıllar sonra sağlığına kavuştu, en çokta Semra sevindi. Yeğen hala
görüşmüyor o ayrı.
Gani gönüllüydü dedim ya. Narlıdere’de Sahil evlerinde otururken,
tek tük kalmış gecekondulardan biri de Semra’nın oturduğu binanın yanındaki
arsadaydı. Hırsız uğursuz takımından bir aile ile uzun yıllar komşuluk yaptı.
Onlara o güne kadar kimsenin davranmadığı gibi davrandı. Porselen takımların
olduğu sofralarda ağırladı. Hatta bir gün komşunun küçük oğlu “Bize insan olduğumuzu
sen öğrettin Semra Abla” demiş. O insanlar sayesinde o ıssız evde evine ne
hırsız girdi, ne de uğursuz uğradı. Semra bir başkaydı ya.
İlerde ne olacağız kaygılarımız hep olur ya, ben de, ilerde
Semra ile yaşlanma hayalleri kurardım. O da ben Ayla ablamlar ile birlikte
olurum, onlarda hep bir odam var derdi. Son yıllarında dediği gibi oldu. Ayla
ablası ile birlikte yaşadı. Ablası da onun sigarasını, içkisini ve başına
buyrukluğunu hoş gördü.
Ah Semra, senin gidişin nasıl içimi yaktı anlatamam.
Hayatımın önemli bir bölümünün tanığı gitti. Çeşme’ye gittiğimde mutlaka
uğradığım, hatta çıkıp sahilde rakı balık yaptığım dert ortağım, sırdaşım
gitti. Artık ne rakının ne balığın eski tadı olacak. O sofra seninle
anlamlıydı. Gittiğini öğrenince çöktüm kaldım, daha da kalkamadım. İçimden
kuşlar göçtü, bir yanım eksildi.
Ah Semra, bence hep mağdurdun, ama onca mağdur edilmene
karşı bir o kadarda mağrurdun. Başını hep dik tuttun. İnsanları hep sevdin.
Kimi sevsen yoktular, ama sen sevmekten vaz geçmedin.
Ayla abla, annenle babanın üzerine gömüleceğini söyledi.
Annesi ile babası eşimin kabir komşusu. “Hah” dedim. “Karşılıklı tüttürsünler
şimdi sigaralarını, savursunlar dumanlarını üstümüze üstümüze”. İkisinin de
sebebi oldu sigara ne diyeyim. Yattıkları yer incitmesin.
Feryal Bekdik
26.03.2025 ANKARA
Cep tel.da ana sayfaya "Feryalce"yi ekledim...
YanıtlaSilGönlüne sağlık, döktürmüşsün, iyi ki Semra'nın da senin gibi bir dostu olmuş, ışıklarda uyusun merhume..
YanıtlaSilSevgili Feryal, her zamanki gibi. acıyı bal eylemişsin. Tekrar başın sağ olsun.
YanıtlaSilYaşlı gözlerle okudum, başınız sağolsun.
YanıtlaSilBaşınız sağolsun. Kasketi deri ceketi ve ağzında sigatasıyla Muammer'e hep Pavel derdim
YanıtlaSilBaşınız sağ olsun. Yazınızı okuduktan sonra gözlerim yaşardı. Ancak üzülmekten mi gülmekten mi olduğunu anlayamadım. 🧿
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil74 yasinda erkek aglarmi..Aglamadim ama iki damla akti..Hayirlar ,iyilikler sizinle olsun..
YanıtlaSil