POLONYA GEZİ NOTLARI-1 (24-29NİSAN 2014)
Bizim THBT’nin eski ağalarından Ahmet, iş nedeniyle uzun
yıllar Polonya’ya gidip geliyordu. Bu esnada bir çok arkadaşımızda Polonya’ya
gidip, hem gezip görmüş hem de orada çalışan arkadaşımız Zafer’i ziyaret etmişti.
“Polonya’ya gezi düzenliyorum gelirmisin ?” dediğinde teklifini ikiletmeden
kabul ettim. Eşe dosta haber salındı. 18 kişilik grubu tamamlar tamamlamaz biletler alındı, program yapıldı ve geriye
doğru gün saymaya başlandı.
24
Nisan 2024 Çarşamba
Ayşegül ile arabayı alana yakın bir otoparka bırakmak ve
dönüşte almak, taksi ile gidiş gelişten daha hesaplı olacağı için arabayla
gitmeye karar veriyoruz. Sabaha karşı 2:30 da arabayla Ayşegül’ü evden
alıyorum. Alanda Ankara grubu ile buluşuyoruz. Gezi ahalisinin kimi İzmir’den
gelecek, kimi İstanbul’da bizle buluşacak. Uçağımız sabah 4:40 da Ankara
Esenboğa’dan İstanbul’a hareket ediyor. Yaşasın gezi başlıyor.
İstanbul’da grup tamamlanıyor. Herkes Ahmet ile Nazan’ı
tanıyor. Tanışmayanlarda ayak üstü tanışıyor ve 8:00 uçağı ile iki buçuk
saatlik yolculuktan sonra Varşova’ya varıyoruz. Varşova yaz saatine geçmiş,
aramızda bir saatlik saat farkına göre saatimi ayarlıyorum.
Pasaportta herkes çabucak geçerken, ben takılıyorum. Üç
kere fotoğrafım çekiliyor, dört beş defa parmak izim alınıyor, dönüş biletim
soruluyor. Sırada bekleyenler homurdanıyor. En sonunda Polonya yetkilileri beni
ülkelerine buyur ediyorlar.
Grubu rehberimiz Kerem karşılıyor. Kendisi bizim Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi’nin Polonya dili ve edebiyatı bölümünden mezun olmuş,
üniversite de kariyer yaparken, liyakatsizliğe dayanamayarak istifa etmiş ve
yirmi dört yıl evvel Polonya’ya gelerek buraya yerleşmiş. Yeminli tercümanlık
ve turizm işi derken bir de Polonyalı hanım kızla evlenip iki çocuk sahibi
olmuş ve nitelikli göçmen kadrosuna dahil olmuş.
Ankara’da günlük
güneşlik havayı geride bırakmıştık, Varşova’da hava sıcaklığı 10 derece olunca
montlar, yelekler ortaya dökülüyor.
Bavullar ayrı bir araç ile otele yollanıyor. Bizler midibüse
biniyoruz ve rehberimiz ilk bilgileri veriyor. Ruslar, Polonya’dan 1993’de
çekilmiş, 1996’da AB’ye başvurmuşlar, 1998’de NATO üyesi olmuşlar. 2004 yılında
da Polonya Cumhuriyeti adı ile Avrupa birliği üyeliğine kabul edilmişler. .Avrupa’dan gelen
fonlarla alt yapılarını güçlendirmişler. Komünizm dönemi 1.500 USD olan yıllık
gayri safi yurt içi hasıla, günümüzde 22.000 USD’ye ulaşmış. Nüfusu 38 milyon
olup, bunun 12 milyonu yurt dışı tatil yapabiliyormuş.
Polonya halen bir tarım ülkesi. Elma ve patates başlıca
ürünleriymiş. En iyi elmada bodur ağaçta yetişiyormuş. Halen ticaretin yüzde
altmışı Almanya ile yapılıyormuş.
Ülkeyi son sekiz yıldır dinci-milliyetçi, Jarowslaw
Kaczynski yönetimindeki sağ parti yönetmiş. Türkiye’de ki yönetimde aynı
eğilimde olduğu için, son yıllarda Türkiye Polonya arasında karşılıklı
ziyaretler sürüp gitmiş.
İktidarı boyunca ülkede otoriter bir yapı kurmaya çalışan
Kaczynski, yargı ve medya üzerinde iktidarın etki alanını artıran
çalışmalarıyla dikkat çekmiş. Ülkede kürtajın yasak olduğu bazı şehirler
de “LGBT giremez” ibareli mahalleler yaratılmasını destekleyen bir yönetim
anlayışına sahip olması sebebiyle defalarca AB ile karşı karşıya gelmiş.
Ekim 2023 seçimlerinde iktidarı ele geçiren sol muhalefet, Donald
Tusk’ın liderliğinde, Polonya’nın
rotasını tekrar Avrupa’ya çevirmeyi amaçlayan, hukuk devleti kazanımlarının
vatandaşların elinden alınmasına izin vermeyeceğini ilan eden, kürtajı serbest
bırakacağını vaat eden, ulusal çıkar kaygılarının ekonomik yaşam üzerinde
yarattığı sorunlara liberal çözümler bulacağını vurgulayan bir seçim kampanyası
süreci yürütmüş ve halkın desteğini kazanmış. Buradan hareketle Polonya’nın
yeniden AB kriterlerine uygun politikalar yürüteceği ön görülmekteymiş. Eski
yönetim şu sıralar soruşturma geçiriyor ve yargı önünde hesap veriyormuş.
Polonya’da nüfus giderek yaşlanıyormuş. Doğumu teşvik için
devlet her doğan çocuk için 1.000 Euro ödüyormuş. Doğumdan önce anne babaya
eğitim veriliyor, doğumdan sonra da 7/24 hemşire desteği veriliyormuş. Her ay
çocuk başına, çocuk 18 yaşına gelene kadar 200 Euro’ya denk gelen 800 Zloti
hesaba yatırılıyormuş.
Avrupa birliği üyesi olmasına rağmen Euro’ya geçmemişler.
Kendi paraları olan Zloti’yi kullanıyorlar. Kantor denilen döviz
bürolarında 1 Euro, karşılığı 4,10 Zloti
gelecek şekilde para bozduruyoruz.
Midibüs ile giderken, otel zincirleri dikkatimiz çekiyor.
Komünizm döneminde tüm oteller, devlet şirketi olan ORİS’e aitmiş. Komünizm
yıkıldıktan sonra tüm turizm yapıları özelleştirilmiş.
Varşova’nın nüfusu bir milyon sekiz yüz bin. Caddeler,
Rusya’da olduğu gibi çok geniş. Turumuza başlamadan önce Polonya Tarihine göz
atmakta yarar var.
Tarih boyunca, kimi zaman en yakın komşusuyla
oluşturduğu büyük krallıkla (Polonya-Litvanya Krallığı) çevresinde güç olmayı
başaran Polonya, çoğu zaman diğer
komşuları arasında paylaşılmış, yüzyıllar boyunca siyasi olarak bağımsız bir ülke konumunu elde
edememiş.
Bununla beraber, Polonya, 1500’lü yılların
ortalarına kadar Avrupa’nın en büyük, belki de en güçlü devletlerinden
biriymiş. Rusya ve İsveç’in dişini geçiremediği bu dönemde kuzeydoğu Avrupa
başta olmak üzere bölgede oldukça söz sahibi bir ülke konumundaymış.
16. Yüzyıla geldiğimizde, John Smith’in de
bulunduğu üç İngiliz gemisiyle Kuzey Amerika’ya gönderilen yerleşimcilerin ilk
yıl yaşadıkları kıtlık, açlık ve yetersiz barınma nedeniyle uğradıkları büyük
kayıpları sonrasında İngilizlerin aklına Polonyalı marangoz ve inşaatçılar
gelmiş. İlk yerleşim bölgesine getirilen Polonya kökenli işçiler tarafından
yapılan konutlarla göçmenler için yeni bir dönem başlamış. Modern tarımın uygulanmasıyla Amerika’da
Virginia ve çevresinde Avrupalı göçmenler için medeni bir yaşam başlamış. Polonyalı marangoz ve inşaatçıların bu açıdan
Amerikan tarihinde önemli bir yeri varmış.
Polonya 1772 yılında Avusturya, Rusya ve Prusya
arasında paylaştırıldıktan sonra 1918 yılına kadar tarih sayfalarından
silinmiş. Rusya Çarlığının uzun bir süre parçası olmuş. Polonya’nın başında,
her zaman Rus Çarı tarafından atanan genelde Çarın kardeşi, soylu bir prens
bulunmuş. Polonya halkı yıllarca Rus boyunduruğunda kalmış. Her isyan Prusya,
Rusya ve Avusturya orduları tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış. Özellikle
Prusya bu konuda çok acımasızmış.
I. Dünya Savaşı
ertesinde galip devletler tarafından 1918 yılında yeniden kurulan Polonya
devleti, yirmi yıl sonra başlayan II.
Dünya Savaşı’nın acılarını en çok yaşayan ülke olmuş. Hitler ve
Stalin’in yaptığı saldırmazlık anlaşması sonrası Alman orduları, 1 Eylül
1939’da Gdansk’dan Polonya’yı işgale başlamış ve15 gün içinde Varşova düşmüş.
Beş yıl boyunca Alman işgali altında kalmışlar. Alman işgali sonrasında ülkede ticaret başta olmak üzere her
anlamda önem taşıyan Yahudi nüfusunun neredeyse tamamı Holokostla birlikte yok
edilmiş
Polonyanın biz Türkler tarafından bilinen en
büyük özelliklerinden biri de, ülkenin işgal altında olduğu dönemlerde bile
Osmanlı Sarayında yapılan kabullerde her zaman özgür bir ülke gibi muamele
görmesiymiş. Saraya, Sultanın huzuruna elçiler kabul edilirken, sıra
Polonya’ya, geldiğinde o zaman ki adıyla Lehistan şeklinde seslenildiğinde,
Saray yetkilileri “Yoldadır” ifadesi ile ülkenin hala bağımsız olduğunu
vurgulamaya çalışmışlar.
Son olarak İkinci Viyana Kuşatması sırasında
Viyana’nın her an Osmanlı ordusuna teslim olabileceği günlerde, Merzifonla Kara
Mustafa Paşanın bir ihmalini değerlendiren Jan Sobiesky komutasındaki Polonya
ordusu, kuşatmayı kırmış, Osmanlı ordusunun büyük bir yenilgi ile ülkeye kara
bir leke ile dönmelerine neden olmuş. Bu olayın Avrupa tarihi açısından bir
dönüm noktası olduğu neredeyse bütün tarihçiler tarafından kabul edilmiş.
Jan Sobiesky, Polonya tarihinde önemli bir yere
sahip. Kendisi, üniversiteden mezun
olduktan sonra gençlik yıllarında Avrupada dolaşmış; askerlik kariyerinde
başarılı bir şekilde yükseldikten sonra Khmelnytsy Ayaklanmasını bastıran
komutanlar arasında yer alarak, Rus-Polonya savaşı ile İsveç saldırısında
gösterdiği başarılar nedeniyle ün kazanmış. Osmanlının Viyana kuşatması sırasında
Avusturya ordusuna sağladığı büyük desteği sayesinde, Kral Michael’in 1674
yılında ölmesi üzerine Polonya-Litvanya Kralı olarak seçilmiş.
Sobiesky, 1683 Viyana kuşatmasındaki başarısı
nedeniyle ”Lion of Lechistan-Lehistan’ın Aslanı” unvanı ile anılmış. Papa,
Sobiesky’i Batı Hristiyanlığını kurtaran kahraman olarak takdis etmiş. Sobiesky
1696 yılında ölünce Krakow’daki Wawel Katedraline defnedilmiş.
Polonya için en önemli figürlerden biri Chopin.
Varşova hava Limanı’nın adı bile “Varşova Chopin Havalimanı”.Fryderyk Chopin,1810
yılında Polonya’ya göç etmiş Fransız baba ve Polonyalı anneden dünyaya gelmiş,
piyanist ve besteci. 21 yaşında Paris'e yerleşmiş, kendisi gibi besteci
olan Franz Liszt ile tanışmş, Fransız yazar George Sand ile
inişli çıkışlı bir ilişki sürdürmüş. Ömrü boyunca kırılgan ve zayıf olan bedeni
1849'da tüberküloza yenik düşmüş. Cenazesinde kendi bestelediği Marche
Funébre-Cenaze Marşının (2.Piyano Sonatı-3.Bölüm) değil Mozart'ın Requiem'inin
çalınmasını istemiş. Paris'te Pére-Lachaise mezarlığında gömülmüş.
Varşova Üniversitesi’nin kütüphanesinin karşısında ki Kutsal Haç Kilisesi’ne gidiyoruz. Burası Chopin’in Varşova’da en son yaşadığı evin yanında ki Barok tarzında inşa edilmiş Roma Katolik kilisesi. Kilisenin sütunlarından birinde Chopin’in rölyefi ve altında “Vatandaş Fryderyk Chopin” yazıyor.
Ölümünden sonra naaşına otopsi yapılmış. Kalbi bir cam vazo içine alınmış. 1882'de Frédéric Chopin'in kalbinin bulunduğu bu vazo Paris’ten Varşova’ya kaçırılmış ve kilisenin altındaki mahzene gömülmüş. Daha da ilginci, Varşova ayaklanması esnasında Naziler, Chopin’in kalbinin bir kasada saklanmasına izin vermişler ve kilise havaya uçurulduğunda kalp korunabilmiş. 1945’den sonra kilise yeniden inşa edilmiş ve o günden beri bu kalp, kutsal bir emanet gibi, Varşova Kutsal Haç Kilisesi’nin mahzeninde bulunmaktaymış.
Geleneksel olarak, Fryderyk Chopin'in ölüm günü olan 17 Ekim'deki Chopin Uluslararası Piyano Yarışması sırasında kilisede büyük bir ayin düzenleniyor ve bu sırada bestecinin ölümünde vasiyeti üzerine çalınan Wolfgang Amadeus Mozart’ın Requiem’i icra edilmekteymiş.
Hani 1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması'nda Lehistan ordusu çok
önemli bir rol oynamıştı, Viyana düşmek üzereyken Lehistan kralı III. Jan
Sobieski 75.000 kişilik bir orduyla Viyana'nın yardımına
koşmuştu, böylece kuşatma başarısızlığa uğramıştı ya. Bu tarihten sonra Lehistan gitgide zayıflamış.
Lehistan sayesinde Osmanlı egemenliğinden kurtulan Avrupalı devletler bu zayıflıktan
yararlanarak Lehistan'ı kendi aralarında bölüşmüşler. 1772-1795 yılları
arasında üç kademede gerçekleşen bölüşmelerden sonra artık Polonya diye bir
ülke kalmamış. Hani ne diyeyim, hiçbir iyilik cezasız kalmaz mı diyeyim, beter
olun mu diyeyim bilemedim.
Osmanlı Devleti Polonya'nın parçalanmasına karşı
çıkan ülkelerden biriymiş. Hatta 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı Rus
çariçesi II. Katerina'nın Polonya'nın işlerine
karışmasından dolayı çıkmış. Ancak Osmanlı Devleti bu savaşı kaybedince 1772
yılında Polonya'nın çeşitli bölgeleri Rusya, Avusturya ve Prusya arasında
paylaşılmış. 1793 yılında Rusya ve Prusya tekrar Polonya'nın geride kalan
bölgelerini ikinci bir defa aralarında paylaşmışlar. Bu paylaşımdan sonra artık
Polonya'nın çok küçük bir kısmı bağımsız kalmış. 1795 yılında Rusya, Prusya ve
Avusturya aralarında bir anlaşma yaparak Polonya'yı tamamen ortadan kaldırmaya
karar vermişler. Bu işlem tamamlandıktan sonra Polonya, Avrupa haritasından
silinmiş.
18. yüzyıl boyunca
Polonyalılar Rusya, Almanya ve Avusturya'nın egemenliği altında yaşamışlar.
Osmanlılar bu durumdan hiçbir zaman hoşnut kalmamışlar. Bağımsızlığını yitiren
Polonyalılara yardım elini uzatan nadir ülkelerden biri olmuşlar. Polonya'daki
bağımsızlık hareketlerini desteklemişler, Polonyalı göçmenlere kucak açmışlar.
Hatta İstanbul yakınlarında Polonyalılar için Polonezköy adında
bir köy kurulmuş.
Polonya ancak 1918 yılında Versay Antlaşması sayesinde tekrar
bağımsızlığını kazanmış ve cumhuriyet ilan edilmiş. I. Dünya Savaşı kahramanı Józef Piłsudski
1930'ların ortalarına kadar Polonya'yı yönetmiş.
İşte bu bronz heykel, Polonya'nın, 1795'ten 1918'e
kadar devam eden Avusturya, Rusya ve Prusya arasında kapanın elinde kalan haline
son vererek, ülkenin tekrar bağımsızlığını kazanmasını sağlayan
Polonya’nın ulusal babası olarak görülen
Jozef Pilsudski’nin heykeli.
Bu anıt mezarın olduğu yerde eskiden Sakson Sarayı varmış. Bombalanmadan
sonra sarayın sadece yıkık dökük giriş kapısı kalmış. Bu giriş kapısı daha
sonra onarılmış ve altında Meçhul Asker mezarı var. Anıt, Polonya’yı korumak
için canını feda eden ve kimliği belli olmayan askerler için 1925 yılında
dönemin Savaş Bakanı Wladyslaw Sikorski tarafından yaptırılmış. 8 Mayıs
1946’da, anıta ebediyen yanacak olan bir alev eklenmiş. Mezarlar için
kullanılan toprakların hepsi, 14 farklı savaş alanından özel olarak getirilmiş Askerlerin
nöbet tuttuğu kitabenin üzerinde kırmızı zemin üzerinde beyaz ay yıldızlı
çiçeklerden yapılmış bir bayrak duruyor. Dün 23 Nisan’dı. Türk Büyük Elçiliği,
“Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” şerefine çelenk bırakmış. Çok hoş.
Meydanda yenilerde dikilen bir haç var. 10 Nisan 2010
yılında Rusya’da düşen uçakta ölenlerin anısına dikilmiş bu haç. Düşen uçakta Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski ve eşi, Polonya Merkez Bankası başkanı, Dışişleri
Bakan Yardımcısı, Genelkurmay Başkanı milletvekilleri ve Polonya'nın önde gelen
bazı tarihçileri de hayatlarını kaybetmişler.
Tepesinde taraçası
dikkat çeken Bristol Otel önünde duruyoruz. Burası bizim sevgili şairimiz Nazım
Hikmet’in Varşova’ya geldiğinde kaldığı otelmiş. Nazım Hikmet’in dedesi Mustafa Celâleddin Paşa’nın (Konstanty Borzęcki) leh asıllı Osmanlı
paşası olduğunu hatırlatmakta yarar var..
Otelin yanında
cumhurbaşkanın çalışma ofisinin olduğu bina var. Binayı sadece iki asker
koruyor. Binanın önünde Jozef Poniatowski (1763-1815)’nin elde kılıç at
üzerinde bronz heykeli var. Kendisi her zaman Polonya'nın özgürlüğü için savaşanlara,
özellikle de çoğu daha önce onun komutası altında savaşmış olan Kasım 1830 isyancılarına
ilham kaynağı olmuş. Onun figürü, Józef Piłsudski de dahil olmak üzere
birçok Polonyalı asker için rol model olmuş.
Yeri gelmişken Kasım 1830 isyanından bahsedelim. 1830’da Polonyalı yurtseverler Rusya’ya karşı tarihte Kasım Ayaklanması diye adlandırılan bir direniş başlatmışlar. Ancak direniş, 1831 yılında Rusya’nın galibiyeti ile son bulmuş. 40.000 Polonyalı ölmüş. Polonya, Rusya İmparatorluğu’nun bir eyaleti olmuş. Varşova Üniversitesi kapatılmış. Yenilgiden sonra binlerce Polonyalı savaşçı, aktivist, şair, yazar kim varsa Polonya’dan göç etmiş. Büyük Göç olarak bilinen bu kaçışta aralarında romantik şairler Adam Mickiewicz, Juliusz Słowacki, Cyprian Norwid ve besteci Frédéric Chopin'in de bulunduğu Polonya'nın en büyük edebi ve sanatsal beyinleri ülkelerini terk etmişler.
Bu arada şair Adam
Mickiewicz’in heykeli önünden geçiyoruz. Adam Mickiewicz (1798-1855) yıllarında
yaşamış, Polonyalı şair, yurtsever ve devrimci. 1830 ayaklanmasından sonra
İstanbul’a gelmiş ve burada koleradan ölmüş. Şairin İstanbul’da öldüğü ev
onarılarak 1984 yılında müze olarak açılmış.
Adam Mickiewicz’in
heykelinin yanında Karmelit kilisesinin fotoğrafını çekiyorum. Karmelitler Katolik
mezhebine bağlı bir Hrıstiyan tarikatı. Kilisenin buhurdanlık şeklindeki iki
tane kısa zarif çan kulesi var.
II.Dünya harbi sırasında öyle yoğun bombardıman olmuş ki Varşova’da deyim yerindeyse taş üstünde taş kalmamış. Şehrin birçok yerinde bina cephelerinde beyaz zemin üzerine kafa kafaya gelmiş üçgen ve kareden oluşan bir amblem görülüyor. Bu plaket UNESCO tarafından binanın kendi molozlarından yeniden inşa edildiğini belgeliyormuş. Savaş sonrası hem Polonyalıların hem de Sovyetler Birliği’nin yardımlarıyla şehir ayağa kaldırılmış. Şehir adeta feniks kuşu gibi küllerinden yeniden doğmuş.
1 Temmuz 1569 tarihinde
imzalanan Lublin Antlaşması ile Lehistan-Litvanya Birliği ile kurulmuş.
Birleşmeden önce İki ülkenin ayrı meclis (Sejm) ve senatosu ve Kraków ve Vilnius
olarak iki ayrı başkenti varmış. Birleşmeden sonra Krakow'da tek bir meclis ve
senato kalmış, Krakow’da başkent olmuş. Kral III. Zygmunt tarafından Başkent 1596 yılında
da Varşova'ya
taşınmış. Krakowlular buna çok bozulmuş.
III. Zygmunt Waza anıtının olduğu Kraliyet meydanına gidiyoruz. III. Zygmunt
Vasa (1566-1632) kendisinden önceki İsveç kralı III. Johan'ın, ilk eşi Catherine Jagiellon'dan doğma oğluymuş.
1587'den 1632'ye kadar Polonya-Litvanya Birliği ve Litvanya Büyük Dükalığı hükümdarı,
1592'den 1599'da kadar İsveç kralı ve Finlandiya Büyük Dükü
olarak yaşamış. Polonya-Litvanya Birliği tahtına
seçildikten sonra 1592'de İsveç Krallığı arasında Polonya-İsveç
birliği kurmaya çalışmış. Bunda bir süre
başarılı olmuş. 1599'da Protestan amcası İsveçli IX. Karl ve
Riksens Meclisi tarafından çıkarılan iç isyan ile İsveç tahtından indirilmiş,
hayatının geri kalanını İsveç tahtını geri almak için harcamış. Saltanatı
sırasında Polonya altın çağını yaşamış.
Kraliyet Meydanında ki Kraliyet
Sarayı’nın fotoğraflarını çekiyoruz. Saray da bombardımandan nasibini almış ve
yerle bir olmuş. Halk saraya ait ne varsa yıkıntıların arasından toplayıp
toparlayıp evine götürmüş. Savaştan sonra Sovyet desteği ile şehir yeniden
yapılırken, Polonyalılar sarayın yapımında Sovyet desteğini istememiş. Kendi
imkanları ile sarayı molozlarından inşa etmişler. Sarayın yapımı bitince de
halk evlerine götürdüğü saraya ait eşyaları geri getirip teslim etmiş. Dile
kolay 55.000 parça eşya saraya geri getirilmiş. Polonya halkının ferasetine gel
de hayran olma.
Şehrin sokaklarında sık
sık çiçekli setler ve üzerinde açıklama görüyoruz. Hitler hastaneyi bombaladı,
dört hemşire elliden fazla yaralı öldü gibi. O kadar çok ki.
Öğle yemeği yiyeceğimiz Deniz
Kızı Syrena heykelinin olduğu Eski Şehir Meydanına giderken Vaftizci Yahya Bazilikası önünden
geçiyoruz. Burası aynı zamanda Varşova Piskoposluğu’nun katedraliymiş.
Eski Şehir Meydanına
varıyoruz. Öğle yemeğini meydana bakan Bazyliszek Restoran’da yiyoruz. Yemekten
sonra rehberimiz çevredeki dükkanlardaki ıncık cıncığa bakmamız için bizi
serbest bırakıyor. Polonya’nın milli taşı kehribarmış. Hanımlar dükkanlara
dağılırken ben meydandaki Varşova Tarih ve Kültür Müzesi’ne gidiyorum.
Müzeyi gezmek için fazla vakit yok. Ne gördüysem resmini çekiyorum. Varşova Tarihi’ni anlatmışlar. Oldukça zengin gümüş eşya koleksiyonu var. Varşovalı ressamların tabloları var. Giysiler, ayakkabı, şapka, fotoğraflar… Müzede ne ararsan var.
O kadar acele etmeme rağmen buluşma yerine geç kalıyorum. Grup gitmiş. Bundan sonra barbakanların olduğu yere gitmeleri lazım diyerek oraya doğru yöneliyorum. Barbakan, Nowomiejska Caddesi'ni korumak için 1540 yılında eski bir kapının yerine dikilmiş. İtalyan Rönesans mimarı Jan Baptist tarafından tasarlanmış. Barbakan, piyadelerin görev yaptığı üç seviyeli yarım daire şeklinde bir burç biçiminde. Surları çevreleyen hendek tabanından itibaren 14 metre genişliğinde ve 15 metre yüksekliğinde olup, dış surlardan itibaren 30 metre kadar uzanıyor.İkinci Dünya Savaşı sırasında, özellikle 1939 Varşova Kuşatması ve 1944 Varşova Ayaklanması sırasında, Eski Kent'teki çoğu bina gibi barbakan da büyük ölçüde yıkılmış. Savaştan sonra, 1952-1954 yılları arasında, 17. yüzyıl gravürleri temel alınarak yeniden inşa edilmiş. Yeniden inşasında Nysa ve Wrocław şehirlerinde yıkılan tarihi binalardan toplanan tuğlalar kullanılmış. İki dış kapı ve Eski Kent tarafındaki en eski kule dışında barbakanın büyük kısmı yeniden inşa edilmiş.
Barbakanı geçtikten
sonra Marie Curie Müzesi önünde grubu yakalıyorum. Marie Curie lise yıllarımda
idealim olan bilim kadınıydı. Annem, bana kızı Irene tarafından yazılmış hayat hikayesini hediye
etmişti. Fizik ve matematiği çok seviyordum. Sonunda fizikçi olmadım ama
matematik ve fiziği harmanlayan inşaat mühendisliği okudum.
Polonyalı adıyla, Maria Skłodowska, Fransız
kimliği, Marie Skłodowska Curie (1867-1934) radyoaktivite alanında
öncü araştırmalar yapmış ve bu araştırmaları sonucunda Nobel Ödülü'ne layık görülmüş Polonyalı-Fransız fizikçi ve kimyager.
Uranyumla yaptığı deneyler sonucu radyoaktiviteyi keşfetmiş, toryumun radyoaktif
özelliğini bulmuş ve radyum elementini ayrıştırmış. Kocası Pierre Curie ve
fizikçi Henri Becquerel ile 1903 Fizik Nobel Ödülünü paylaşmış. Sonra da 1911 Nobel Kimya ödülü sahibi olmuş. Radyoloji bilimini
kurmuş. Çalışmalarıyla bir çığır açan Curie, Nobel Ödülü'nü alan ilk kadın, bu ödülü iki kere alan
ilk bilim insanı olmuş.
Polonya’da kadınların üniversite okuması yasak
olduğundan, Paris’te tıp okuyan ablasının yanına giderek fizik eğitimine
başlamış. 1891 yılında 24 yaşındayken Curie üniversiteden yüksek derece ile
mezun olmuş. Başarılarına radyoaktif izotopları izole etmek için kullanılan
radyoaktivite teknikleri ve iki element, polonyum ve
radyumun keşfi de dahilmiş. Curie'nin yönetimi ile, radyoaktif izotoplar
kullanılarak neoplazmaların tedavisi yapılmış. Bunca radyasyona maruz kalan
bedeni, sonunda iflas ederek kan kanserinden vefat etmiş.
Bu yüzden ona "bilim için ölen kadın."
denilmiş. Radyokaktivite çalışmalarından dolayı, radyoaktivite birimine "curie" denilmekteymiş.
Ölümünün ardından Sceaux'taki aile mezarlığına gömülmüş ancak, 20 Nisan 1995'te
Marie Curie'nin ve kocasının mezarları Fransa'nın ulusal anıt mezarı olan
Panthéon'a taşınmış. Marie Curie başarılarından dolayı bu şerefe layık görülen
ilk kadın olmuş.
Böylesine olağanüstü bir kadının doğduğu ve
yaşadığı evin önünde olmak muhteşem bir duygu. Hangi pencereden sokağa
bakmıştı? Kapının önünde çamurlu sokakta oynamışmıydı? İyi ki böyle adanmış
insanlar var. Hani derler ya dünya iyilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor.
Maria’da onlardan biri.
Tekrar Eski şehir
meydanına dönüyoruz. Bir elinde kılıcı diğer elinde kalkanı ile Deniz Kızı
Cyrena’nın fotoğraflarını çekiyoruz. Konu deniz kızı olunca efsanesi de olmadan
olmaz. Hani derler ya evvel zaman içinde, Varşova bir balıkçı köyü iken, deniz
ve nehirde altın saçlı denizkızları yaşarmış. Bir gün içlerinden biri Baltık'tan
güneye doğru yola çıkmış. Varşova kıyıları denizkızına çok güzel görünmüş..
"Burası ne kadar güzel!
“Neden burada yaşamayayım?” demiş. Gündüzleri sığ sularda su sıçratarak
eğlenmiş, geceleri ise derinlerde uyumuş. Oyun oynamayı seviyormuş ve yerel
balıkçılar, birisinin ağlarından balık çaldığından şüphelenmiş!
Denizkızı balıkçılardan
korkmamış ve Vistula (Vistül nehri) için şarkı söylemeye başlamış. Hayvanlar
bile onun şarkı söylemesini dinliyorlarmış. Kunduzlar yuvalarından burunlarını
kaldırıyorlar ve karabataklar sürüklenen kütüklerin üzerinde oturuyorlarmış.
Balıkçılar o kadar duygulanmışlar ki onu yakalamaktan vazgeçip, zarar
vermeyeceklerine söz vermişler.
Ancak denizkızı için hâlâ
tehlike varmış. Bir gün açgözlü bir tüccar, güzel sesini fuarlarda sergileyerek
zengin olmayı aklına koymuş. Onu kandırmış, kaçırarak tahta bir sandığa hapsetmiş. Özgürlüğe
alışkın olan denizkızı çok üzülmüş. Günlerce ağlamış. Ağlamasını bir balıkçının
küçük oğlu duymuş ve oğlan arkadaşlarıyla birlikte onu kurtarmış ve kötü kalpli
tüccarı da cezalandırmış. Yeniden özgür olduğu için
minnettar olan neşeli denizkızı, balıkçılara kendilerini ve köylerini her zaman
koruyacağına dair söz vermiş. Zamanla küçük balıkçı köyü büyük ve güzel bir
şehre dönüşmüş. Yani deniz kızı, Varşova’nın koruyucu azizesi sayılıyormuş. Bugün,
Varşova'nın arması üzerinde bir elinde kılıç, diğer elinde kalkanla denizkızı figürü var.
Eski şehri gezmeye devam
ediyoruz. İlginç bir bina ile karşılaşıyoruz. Bine yan yana üç bloktan
oluşuyor. Tuğlalı kısım 13.yüzyılda yapılmış, yanında sıvalı olan 17. Yüzyılda
yapılmış, onun yanında da 19.yüzyılda yapılmış sıvalı boyalı kısım. Sanki
inşaat dış cephe gelişim tarihi.
Binadan sonra Vistül nehri
görünüyor. Vistül nehri 1.000 km den uzun, Polonya’nın en büyük nehri. Krakow’un
aşağılarından başlayıp, Varşova’yı geçip Gdansk’da Baltık Denizi’ne
dökülmekteymiş.
Korkuluklarda dünyanın her
yerinde moda olmuş, asma kilitleri görüyoruz. Nehrin karşı kıyısında Başmelek Aziz Michael ve Şehit Aziz Florian
Katedrali olarak bilinen, Aziz Florian'a adanmış Roma Katolik kilisesinin ikiz
kulelerinin uzaktan fotoğrafını çekiyoruz.
Yolumuza dar bir geçitten devam ediyoruz. İki bina arasında köprü binalar var. Burası Dawna sokağına açılan kapı.
St John Katedralinin olduğu meydana geliyoruz. Katedralde bombalanmada nasibini almış. Katedralin 3 Tonluk çanı paramparça olmuş. Savaştan sonra parçalar samanlıkta iğne arar gibi aranmış ve birleştirilmiş. Sadece küçük bir parça eksik kalmış, oraya da yama yapılmış. Çan yerine konduktan sonra eski sesi vermez olmuş. Onun üzerine o yamalı haliyle meydana konmuş sergileniyor. Millet etrafında, Budistlerin stupa etrafında döndüğü gibi dönüp duruyor.
Meydana bakan evler zengin evleriymiş. Zenginliğin ölçüsü ise pencere kanat sayısı ile ölçülüyormuş. Evler dört katlı ve biraz Hollanda tarzı. Arada çok küçük dar cepheli bir ev var. Zengin muhitte olsun da isterse bir pencere olsun kafası.Piyanist, ünlü Polonyalı yönetmen Roman Polanski’nin, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan gerçek bir dramı konu alan Polonya’lı ünlü piyanist Wladyslaw Szpilman’ın anılarını anlattığı aynı isimli kitaptan sinemaya uyarladığı film. Nazi işgali altındaki Polonya’da yaşananların anlatıldığı filmin çekildiği Kozia sokaktayız.Tuğla duvara, tank paleti monte edilmiş. Bu palet parçası Alman Ordusu tarafından kullanılan insansız kara aracı serisinden Goliat tankına aitmiş. Üzerine bomba yüklenen tank, hedefe vardığında kendini patlatarak ortalığı toz dumana boğuyormuş. 1944 yılından kalma bu harp canavarına ait parça duvarda o trajik günlerin anısına sergileniyor.Arabamıza binerek kısa bir
şehir turu ile Varşova Tiyatrosu’nun önünden geçerek, şehir merkezinde Sovyet
dönemi yapılan Kültür Merkezi’nin yakınında ki otelimiz Gromada Hotel’e
varıyoruz.
Bavullarımızı alıp,
odalarımıza yerleşiyoruz. Kısa süre sonra aşağıya inip, tekrar arabaya
biniyoruz. Chopin’in kentinde olduğumuza göre onun büyülü namelerini dinlemek
üzere Chopin Konserine gidiyoruz.
Arabadan inip yürüyerek konser salonuna giderken meydanda eli kılıçlı bir asker heykeli görüyoruz. Kitabesinde “Jan Klinski 1794 Halk Liderine diye yazıyor”. Jan Kiliński (1760-1819) Kościuszko ayaklanmasının komutanlarından biriymiş. Bir garip ayakkabıcıyken Varşova'da konuşlanmış Rus garnizonuna karşı 1794 Varşova Ayaklanması'na komuta etmiş. Ayrıca Polonya geçici hükümetinin bir üyesi olmuş.
Meydanın köşesinde zodyaktaki on iki burcu temsil eden çok hoş bir saat görülüyor.
Fryderyk Konser Salonu’na varıyoruz. Salon yüz kişilik küçük bir salon. Piyanist, Robert Skiera, önünde nota kağıdı olmadan eserleri icra ediyor. Konser arasında meyve suyu ve şampanya ikram ediliyor. O kadar uykusuz ve yorgunuz ki hepimizin gözleri kapanıyor.Konserden sonra Jeff’s House
kafeye gidiyoruz. Ortaya karışık yemek geliyor. Garson kız dev kara biberlik
ile yemeklere karabiber ekiyor. Zafer’de bize katılıyor. Çok hoş bir akşam
yemeği ama hepimiz bir an önce otele gidip
uyumak istiyoruz.
25 Nisan 2024 Perşembe
Kahvaltıdan sonra 8:30 da
otelden hareket ediyoruz. Varşova’dan 50 km kadar batıya gidiyoruz. Bugünkü ilk
durağımız Chopin’in doğduğu köy olan Zelazowa Wola. Köyün adı ”Demir İrade”
anlamına geliyormuş. 22 Şubat-01 Mart 2017 Tarihleri arası Polonya’da Chopin
Festivali yapılmış. Festivalin şerefine yaya geçitleri, piyano tuşları şeklinde
boyanmış. Ne hoş düşünce.
Chopin’in doğduğu ev müze
haline getirilmiş. Müzenin açılışına kadar hediyelik eşya satan baraka
dükkanlarda oyalanıyoruz. Grup grup komik fotoğraflar çektirp eğleniyoruz.
Açılış saati gelince de hep birlikte müzeye giriyoruz.
Chopin’in babası müzik
öğretmeni, annesi ise bu evde çalışanmış. Evlendikten sonra anne evde çalışmaya
devam etmiş, ev sahipleri genç çiftin alt katta yaşamasına izin vermiş.
Salonda güzel bir piyano
var. Genç bir kız Steinway piyanoda Chopin’den nameleri döktürüyor. Önümüzdeki
hafta burada konser verecekmiş, çalışma yapıyormuş. Ne güzel bir rastlantı.
Evi geziyoruz. Bahçesinde
fotoğraflar çekiyoruz. Kuş seslerini dinliyoruz. Kuş seslerine hoparlörden
yapılan yayın eşlik ediyor.
Bu güzel ziyaretten sonra iç
karartan bir bölgeyi gezmeye gidiyoruz. Varşova II. Dünya Savaşı öncesi
Polonya’da ki Yahudilerin yaşam ve kültür merkeziymiş. Varşova’nın savaş öncesi
nüfusunun yüzde otuzunu Yahudi nüfus oluşturmaktaymış. O yıllarda nüfus bir
milyondan biraz fazla olduğuna göre demek ki 350.000 Yahudi yaşıyormuş.
12 Ekim 1940’da Almanlar,
Varşova’da getto kurulacak diye buyurmuş. Öyle bir günde hop diye olmamış.
Fanatik Almanlar hatta Polonyalılar yer yer Yahudileri kıstırdıkları yerde
dövmüşler, evlerini apartmanlarını soymuşlar. Yahudilerin can güvenliğini koruma adına
belirlenen bölge önce dikenli teller ile çevrelenmiş. İnsanlara üç gün içinde evlerini boşaltmaları
ve yanlarına yirmi kilodan fazla eşya almamaları söylenmiş. Belirlenen
bölgedeki Polonyalılar çıkartılmış, yerlerine Yahudiler yerleştirilmiş daha
sonra da etraf duvar ile çevrelenmiş. Getto bölgesine cıvar şehirlerden de
insanlar getirilmeye başlanmış. Kollarına sarı Yahudi yıldız takmaları
istenmiş. Bir de üstelik kapıya nöbetçi koyup, bu sizin can güvenliğiniz için
denmiş. Derken nüfus 600.000 i geçmiş. Su, elektrik, yiyecek yetmemeye
başlamış. Salgın hastalıklar başlamış.
Nüfus şişince Treblinka imha
kampına gönderilme emri verilmiş. Bunun üzerine 22 Temmuz 1942’den itibaren her
gün beşer bin kişi gettodan gönderilmeye başlanmış. Bir duyulmuş ki
gönderilenler gaz odalarında imha ediliyor. Halk Direniş Örgütü, Yahudi Direniş
Örgütü gibi örgütlenmelerle ahali isyan
başlatmış. 19 Nisan 1943'te başlayan ayaklanma dört hafta sürdükten sonra 16
Mayıs'ta bastırılmış. Getto
yerle bir edilmiş, Yahudi sinagogu bombalanmış. Bu direniş, tarihte Varşova
Ayaklanması olarak yerini almış. Sovyet birlikleri Varşova’ya girdiğinde şehirde
174.000 kişi kalmış, bunun sadece 11.500’ü Yahudiymiş.
Bugün Getto’nun olduğu yerde
büyük bir müze ve direnişi simgeleyen büyük bir heykel grubu var. Şehrin
ortasında cehennemi yaşatanlara lanet olsun.
Getto’dan sonra Şehir Kütüphanesini geçerek Belediye Binası ile Merkez Bankası’nın olduğu Krasinski meydanına gidiyoruz. Meydanda aynı zamanda kilise ve Yüksek Mahkeme binası var.
Katedra Polowa adlı kilisenin önünde hem gemi çıpası, hem de uçak pervanesi var. Varşova'nın ana garnizon kilisesi ve tüm Polonya Ordusunun temsili katedraliymiş.
Karşısında yeşil sütunlar üzerinde Polonya Yüksek Mahkeme Binası var. Sütunlar üzerinde terazi ve adalet ile ilgili sözler yazılı. Binanın önünde Varşova Ayaklanması Anıtı var.Anıt bronzdan yapılmış ve
yaklaşık 10 metre uzunluğunda. Birbirine
yakın iki bölümden oluşuyor. Büyük kısım, çökmekte olan bir binadan kaçan,
aktif olarak savaşa katılan bir grup isyancıyı gösteriyor. Daha küçük olan
kısım ise, isyancıların bir rögar deliğine inmesini gösteriyor. Bu, isyancılar
tarafından ayaklanma sırasında Alman kontrolündeki topraklardan geçmek için
Varşova'nın kanalizasyon sisteminin kullanılmasını ve özellikle 5300 direnişçini
tahliyesini anlatıyormuş. Bir de elinde
kitap olan heykel var. Bilimi ve bilgeliği temsil ediyormuş.
Ayaklanmanın
45. yıldönümü olan 1 Ağustos 1989'da anıtın açılışı yapılmış. Anıt,
heykeltıraş Wincenty Kućma ve
mimar Jacek Budyn tarafından tasarlanmış.
1994
yılında Polonyalılara saygı duruşunda bulunan ve Nazi Almanyası'nın İkinci
Dünya Savaşı sırasında Polonya'da işlediği suçlar için Almanya'nın utancı
hakkında bir konuşma yapan Alman cumhurbaşkanı Roman Herzog anıtı
ziyaret etmiş ve, savaş suçlarıyla
ilgili yaptığı konuşmada Polonyalılardan özür dilemiş.
Tekrar arabalarımıza binerek öğle yemeği için Jutro restorana gidiyoruz. Küçük küçük sahanlarda meze türü yiyecekler geliyor. Hepsi çok lezzetli fakat benim sarımsağa olan hassasiyetim nedeniyle yemekleri tatmakla yetiniyorum. Polonya mutfağında sarımsak ve mantar bolca kullanılıyor ikisi de bana yaramıyor. Bu nedenle rehberimiz bana mantarsız çorba pişirtmek için uğraş verip duruyor.
Yemekten
sonra Lazienki Parka gidiyoruz. Parka girmeden öncede Cumhurbaşkanlığı köşkü
olarak kullanılan Belvedere Sarayının dışardan resmini çekiyoruz. Bahçede iki
tane koruma var. Onlarında bizle ilgilendiği yok. Belveder 17.yüzyılda ahşap villa olarak yapılmış, Daha sonra
19.yüzyılda klasik tarzda yeniden inşa edilmiş. Saray II. Dünya savaşında yıkılmayan ender
binalardan.1989’dan bu yana Polonya Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı konutu olarak
kullanılıyormuş.
Sarayın ilerisinde sağ tarafta antik Yunan tapınaklarını andıran devasa bina Rus elçiliğiymiş. Rusya ağababalığını her yerde göstermiş.
Lazienki
Parka giriyoruz. Bu park aynı zamanda Kraliyet Hamamları Parkı olarak da
biliniyormuş. Park 76 hektarlık bir alan üzerinde Varşova’nın en büyük parkı.
Parkta bizi muhteşem bir Chopin anıtı karşılıyor. Anıt Chopin’in doğumunun yüzüncü yılı olan 1910’da yapılmak istenmiş, tasarımı ile ilgili karar verilememiş, arkasından I.Dünya savaşı patlak vermiş. Heykel nihayet 1926 yılında yerine konabilmiş.
Heykel, 31 Mayıs
1940'ta, II. Dünya Savaşı sırasında Genel
Vali Hans Frank'ın emriyle havaya
uçurulmuş ve Varşova'da işgalci Almanlar tarafından yıkılan
ilk anıt olmuş. Adamlar kültürü, sanatı, halkın değer verdiği her şeyi yıkmaya
yeminliler. Şehir efsanesine göre, ertesi gün bölgede el yazısıyla
yazılmış bir tabela bulunmuş, "Beni
kimin yok ettiğini bilmiyorum ama nedenini biliyorum: lideriniz için cenaze
marşını çalmayayım diye”
Savaşın bitiminden sonra anıt yeniden inşa edilmiş.1958
yılında Mimar Oskar Sosnowski,
kırmızı kumtaşından yapılmış kaide ve platformu tasarlamış.
Heykelin Wacław
Szymanowski tarafından yapılmış orijinal kalıbı her nasılsa
savaşta sağlam kalmış, bu kalıp kullanılarak heykel yerine yerleştirilmiş. Günümüzde
heykelin bulunduğu yerde yaz mevsiminde pazar öğleden sonraları Chopin'in bestelerinden oluşan ücretsiz piyano
resitalleri icra ediliyormuş.
Chopin'in oturan figürünün üzerindeki stilize söğüt ağacı, bir
piyanistin elini ve parmaklarını, sağ uçtaki uzantı ise Polonya kartalının
kafasını anımsatıyormuş. Chopin’in başını çevirdiği yönde ise mazurkalarına
ilham veren Mazura bölgesi varmış.
Çıkışa 1683 de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı Viyana kapılarından çeviren II. Jan Sobieski anıtı var.
Parktan sonra otelin yakınındaki Kültür ve Bilim Sarayı’na
gidiyoruz. Burası 1947-1953 yılları arasında Moskova’da inşa edilen “Yedi Kız
Kardeş” olarak adlandırılan Stalinist mimari tarzıyla inşa edilen Rus Barok ve
gotik tarzları karışımı yedi gökdelenin benzeri bir yapı. Yapı içinde sinema,
tiyatro, kütüphane, spor kulüpleri, bilimsel enstitüler, üniversite ve müzeler
gibi birçok kurum var.
Yapının inşaatı 1952 yılında başlamış ve 1955 yılında
tamamlanmış. Yapıldığı zaman adı Josef Stalin Kültür ve Bilim
Sarayı’ymış. Stalin’in ölümünden sonra Josef Stalin kaldırılmış, Kültür ve
Bilim Sarayı kalmış. Bugün bile Polonya'nın
en yüksek binası.
Asansörle 30.kata çıkıyor, Varşova’yı kuş bakışı seyrediyoruz. Gündüz gezdiğimiz yerlere tepeden bakmakta gezinin özeti gibi oluyor.
Binadan çıktıktan sonra yürüyerek otele dönüyorum, bizim
ahali, alış veriş yapmak üzere dağılmış. Varşova Filarmoni Konser Salonu’nun
önünden geçiyorum. Yunan tapınakları gibi bina.
Yemekten sonra dışarı çıktığımızda gökkuşağı karşılıyor bizi. Yarın trenle Krakow’a gideceğiz.
Feryal BEKDİK
11.05.2024
ANKARA
AB de görmediğim 3 ülkeden biri için teşekkürler .Keşke haberim olsaydı diyecektim ki feminist ekip resminizi farkettim cnm.
YanıtlaSilFeryalcim harika bir gezi ve meyvesi yazı olmuş, çok beğendim..Yayın kuruluşlarında bu yazı bir video çekimiyle ve görsellerle anlatılabilir mi? En azından YouTube? Selam ve sevgiler ..Halil İbrahim Dural
YanıtlaSilHarika bir yazı olmuş, okurken o günleri yeniden yaşadım. Ne kadar uyumlu bir grup olduğumuzu ve rehberimiz Kerem Bey sayesinde neredeyse şehirin tüm detaylarını görmüş olduğumuzu hatırladım. Kaleminize sağlık, çok teşekkürler.
YanıtlaSilEllerinize sağlık, değerli yol arkadaşım, tekrar gezmiş kadar oldum.
YanıtlaSilÇiğdem Kemahlı Kaleli🙏🩷
Polonya'ya gezi ve tarihi hakkında bilgi almak için başka kaynağa gerek kalmamış gözükür.
YanıtlaSilDeğerli bilgiler ve güzel resimlerle paylaşımın için teşekkürler. Eline, diline sağlık.