KAYIP KAMİLE

 

KAYIP KAMİLE

 

Lise arkadaşlarım ile yıllar içinde dostluklar pekişti, aylık buluşmalar ile samimiyetimiz arttı, kardeşten de öte olduk.

Bu yıl liseli grubumuzun küçük bir bölümü, arkadaşlarımızdan birinin Çeşme’de ki  yazlık evinde toplanarak üç gün tatil yaptık. Yıllar içinde birbirimizi çok iyi tanıdığımız, yaşamımızı gün gün bildiğimiz için konuşacak konu kalmadığından  geçmişe gittik. Öyle böyle değil,  az gittik uz gittik, dedelerin ninelerin zamanına kadar gittik.

Arkadaşlarımızdan biri Karaburun’lu, Ege ahalisinin çoğu göçmendir, onlar ise asırlar boyu bu topraklarda yaşamışlar, Torlak Kemal’in torunu derim ben ona.

Laf lafı kovalarken arkadaşımız,  benim ninemin kızlık soyadı yok, nüfusta da çıkmaz dedi. Böyle bir şey nasıl olur? E-devlet diye bir şey var diyoruz. E-devlet kayıtlarında da çıkmıyormuş.

Yıl 1922, Büyük Taarruzun başladığı günler, arkadaşımızın dedesi, Karaburun’un bir köyünden askere alınıyor. Ordu taarruza başladığında, ortalık ateşe ve kana bulandığında, kim düşman kim dost birbirine karıştığında, dedemizin bölüğü düşman hattında kalıyor, takviye kuvvetler gecikince bölük dağılıyor. Sekiz on asker nereye gittiklerini bilmeden tüm gece yol alıyorlar, gün ağardığında karşılarına çıkan ilk köye sığınıyorlar. Köylüler bizimkileri evlerinde misafir ediyorlar. Yunan gelirse ne yapacaklar? Nereye saklanacaklar?

Silahları saklıyorlar, bizimkilere de kendi kıyafetlerini veriyorlar. Artık ne olacaksa olacak, öleceklerse de birlikte ölecekler. Birkaç gün geçip ortalık sakinleştikten sonra  bizim dedenin misafir edildiği evin on beş yaşlarında, esmer güzeli, karakaşlı, kara gözlü kızı dedeye göz süzmeye başlıyor. Ölüm kapıda, yarının ne olacağını kimse bilmiyor bir göz gördüğü kızın bakışlarına dede de kayıtsız kalmıyor. On gün sonra köye haber geliyor ki düşman çekilmiş, ordumuz  İzmir’e doğru ilerliyor.

Afyon’un küçük bir köyünde ki Kamile’nin yüreğine bir ateş düşüyor. Misafirler gittiğinde ne olacak? Köyde erkek kalmamış. Kimi Çanakkale’de kalmış, kimi Yemen’de. Kalanlar da ya yaşlı ya da sakat. Köyde kalsa ya kuruyup gidecek, ya da üç otuz başlığa kuma gidecek.

Dedenin de yüreği elvermiyor bırakıp gitmeye. Gece olduğunda su dökmeye giderken bir karaltı görüyor. Kamile yoluna çıkıyor. “Gidiş ne zaman? Gayrı kavuşursun yavukluna, ne sevinir yolunu bekleyen seni görünce” diyor.  Dedenin içi bir hoş oluyor, “Ne yavuklusu? Ne bekleyeni? Kimse beklemez yolumu” diyor. Kamile’de “Belki de burada bir bekleyenin olur” diyor.

Dede nasıl karar veriyor? O sözler ağzından nasıl çıkıyor? Bunu kimseler bilmiyor. “Bekleme sen de, gel benimle” diyor. Kamile ne zaman bohça hazırlıyor? Yoksa bohça önceden mi hazırdı?” onu da bilmiyoruz.

Kamile, hiç tanımadığı, bir göz gördüğü, gecenin karanlığında iki kelam etmeye anca fırsat bulduğu genç askerin peşinden elinde bohçası, köyden çıkıp gidiyor.

Gün ağarırken bizim askerler köye geliyor, bir gürültü bir kıyamet, askerlere sarılanlar, fakir sofrasına oturtanlar, köy ana baba günü. Bizim misafir edilen askerler akşama doğru, diğer askerlerle beraber Akdeniz’e doğru yola devam ediyorlar. Öndekiler düşmanı kovalıyor ama arkadan gelenlerde yaralıları topluyorlar, ölenlerin kaydını tutuyorlar, düşmandan arta kalanları kontrol ediyorlar.

O telaş, hengamede kimse Kamile’nin yokluğunu fark etmiyor. Ertesi günü herkes birbirine sormaya başlıyor. “Kamile nerede?” Kamile yok.Kör kuyulara bile bakıyorlar, dağ tepe, ova bayır Kamile’yi arıyorlar.  Kamile sır olmuş. Kimi diyor kırklara karıştı, kimi diyor Yunan boğazladı. O mahşer günlerinde kayıp olan, imi timi belli olmayan o kadar çok insan var ki, çok geçmeden olay kanıksanıyor ve köyde  “Kayıp Kamile” olarak anılır oluyor.

Gelelim, arkadaşımızın dedesi ile Kamile’ye. Köyden ayrılıp iki gün yayan yapıldak yol gittikten sonra, Afyon Karakuyu tren istasyonundan trene biniyorlar. Aydın’a doğru gidiyorlar.

Tarihi kaynaklar, Büyük Taarruz'da Yunan ordusunda esir düşen asker sayısını 20.826  olarak belirtiyor. Bu esirlerden 23 inşaat taburu kurulmuş  ve  bu taburlar Yunan’ın kendi yıktığı, karayolu ve demiryollarının tamirinde çalıştırılmışlar. O nedenle demir yollarında hizmet aksamamış. Bazen tren raylarının bir yerden sökülüp bir  diğer yere taşındığı da olmuş. Misal, taşınan raylar ile Konya’dan Afyon’a ikmal kesintisiz sağlanmış.

Kamile ile dedemiz, Aydın’a vardıklarında bir görmüşler ki Aydın, düşmandan temizlenmiş. Tüm Aydın’ın efeleri kızanları, ordunun askerleri sarmaş dolaş zaferi kutluyorlar. Aydın’da iki gün kalmışlar, güç bela trende yer bularak İzmir’e varmışlar.

İzmir’e vardıklarında da İzmir kan kırmızı, ordu İzmir’e girmiş. Kemal Paşa gelecek diye herkes heyecan içinde. Paşayı görmüşler mi bilmiyoruz. Onlar bir at arabası bularak Karaburun’da ki dedenin köyüne varmışlar.

Kamile ile dedeye düğün yapmışlar. Onlar ermiş muratlarına, ermişler ermesine de kerevete kim çıkmış? Zaman geçtikçe Kamile köyünü özler olmuş. Çocukları olmuş ama anası, kardeşleri gözünde tüter olmuş.

Aradan ne kadar zaman geçmiş bilmiyoruz. Kamile ve kocası oğullarını yanlarına alarak köye gitmişler. Köye vardıklarında köy yerinde ortalık ayağa kalkmış. “Kayıp Kamile geldi”, “Kayıp Kamile geldi” diye herkes birbirine haber vermiş. Geçen yıllar içinde anacığı vefat etmiş. Kardeşleri büyümüş, çoluk çocuğa karışmışlar.

Kocasının nüfus kütüğünde Kamile’nin köyü ve babasının adı yazıyormuş, ama soyadı hanesi boşmuş. Baba kütüğünde ise gaip görünüyormuş. Dede İstiklal madalyası alamamış. Çünkü kayıtlarda firari görünüyormuş. Sen onca yıl savaş, tam savaş bitecekken bir kara göz uğruna, kaçağa düş. Aşk böyle bir şey işte.

Kamile ninenin kız torunlarının hepsini tanıyorum. Hepsi ne istediğini bilen, cesaret sahibi kızlar. Cesaretlerini nereden aldıkları da belli.

Bir diğer arkadaşımızın anneannesi de, kocasıyla düşman işgali esnasında köylerinden kaçarken karşıdan askerlerin geldiğini görmüşler. Uzaktan gelenlerin dost mu düşman mı olduklarını anlayamamışlar. Anneanne, arkadaşımızın o zamanlar altı aylık olan annesini ağacın dibine bırakmış yürümüş. Bakmışlar ki karşıdan gelenler bizim askerler, anne koşa koşa geriye dönmüş ve kızını ağacın dibinden almış. Nasıl olsa düşman bizi öldürür, bari bebeği bırakayım, biri bulur, insaf eder alır büyütür diye düşünmüş. Kocası da hiç mi fark etmemiş çocuğun yokluğunu, fark ettiyse neden sesini çıkarmamış bilmiyoruz.

Ey savaş, insanların psikolojisini darmadağın eden savaş. Bu endişelerimiz, güvensizliklerimiz nereden geliyor sanıyorsunuz? Hepimiz genlerimizden gelen savaş tramvaları ile boğuşuyoruz.

101 yıl önce Büyük Taaruzun başlayıp sürdüğü bu günlerde, torunların anlattıkları hikayeleri dinlerken, tüm şehitlerimizin, Atatürk ve silah arkadaşlarının anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Feryal Bekdik

Ağustos 2023-İZMİR

 

 

 

 

Yorumlar

  1. Ne güzel bir hikaye, tüylerim ürperdi. Ağzına sağlık...Kalemine sağlık Feryalcim...

    YanıtlaSil
  2. Harikasın Feryal Çok teşekkür ederim heyecanlı okudum

    YanıtlaSil
  3. Kayıtlarda kalmasını sağladığın için çok teşekkürler feryal

    YanıtlaSil
  4. Feryal’ciğim,
    Sade dilin, güzellikleri gören zengin gönlünü sevgiyle kucaklıyorum🥰 Durmuş Çavdar

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AH LENİN AH

POLONYA GEZİ NOTLARI-1 (24-29NİSAN 2014)

MISIR HURGADHA SHARM DALIŞ HAZİRAN 2024