BALİ GEZİ NOTLARI

 


BALİ – ENDONEZYA GEZİ NOTLARI   (21 Nisan-30 Nisan 2023)

Exit Turizm’in sahibi arkadaşımız Aydın Kışınbay’dan geçen yıldan bu yana iletiler geliyordu. Evşen “Şeker Bayramında Bali turu var ben gidiyorum var mı gelen? “ dedi. Burçin, ben varım dedi. Benim de içim gitti ama “Du bakali” dedim. Yazın Bodrum’da  dalış yaparken konu yeniden açıldı. Bu sefer  “Ben de varım” dedim. Hakan’da heveslendi. Neşe’ye de haydi gel dedik. Böylece beş kişi olduk. Bu arada gelmeye heves edip cayanlar oldu, gelmem deyip de gelenler oldu.  Sonuçta Aydın’ın fanları ile birlikte 13 kişi İstanbul’dan, 9 kişi Spadan’dan olmak üzere 22 kişilik bir grup Bali için hazırdık. Hem dalış hem de kültür turu bir arada olunca gezinin çok renkli bir o kadarda yorucu geçeceği muhakkak.

Çantalar hazırlandı, dalış bilgisayarlarının pilleri kontrol edildi, eksik malzeme kalmasın diye birbirimize hatırlatmalar yapıldı. Ben araba ile Ankara’dan yola çıktım. Dalıştan önce  hem yol yorgunluğunu atmak, hem de eksik neyin var mı kontrol etmek için iki gün İstanbul’da kalmayı planladım. Dalış dönüşü de İzmir’e gidip, yazı İzmir’de geçirmeyi düşündüğüm için arabaya ne bulduysam doldurdum.

İstanbul’da spor mağazasını gezerken oraların suyu sıcak olur, 5mm elbiseyi giy çıkar boşuna eziyet olmasın diye Evşen ile pantolon şeklinde dalış giysisi aldık. Üste giyilen bluzu daha önceleri almıştık. Hayallerimizin gerçekleşmesine az kaldı.

 

21 Nisan 2023 Cuma

İstanbul Havalimanının karmaşasını bilmiyoruz. O nedenle havaalanına vakitlice gitmek gerekiyor. Sabah Neşe arabasıyla bizi almaya geliyor. Alana araba ile gidecek, gezi boyu otoparka park edip, park parasını bölüşeceğiz. Üç dalış çantası, üç kabin boyu valiz, el çantaları ve üç yolcuyla arabayı dolduruyoruz. Sabah 9:30 operasyon başladı diye gülüşüyoruz.

Alana geldiğimizde araba kuyruğundan gözümüz korkuyor. Herkes mi yurt dışına gidiyor kardeşim? 40.000 araçlık kapalı otopark dolmuş, mecburen açık otoparka park ediyoruz. Otoparktan binaya  kadar zorlu bir yürüyüşten sonra nihayet Singapore Havayolları’nın kontuarına varıyoruz. Bagaj ağırlıklarımız sınırda. Neyse ilave bagaj ödemeden biniş kartlarını alıyoruz. Yurt dışı çıkış pulunu da aldıktan sonra pasaporttan geçiyoruz. Gidiyoruz, gidiyoruz, yaşasın.

13:30 da uçağımız havalanıyor. Neşe ile benim aramdaki koltuk şansımıza boş, yayıla yayıla yolculuk yapıyoruz. Dile kolay on buçuk saat havada kalıyorsun. İki film, bol yeme içme ve uyumakla yol bitiyor. Seyrettiğim filmlerden biri, Başrollerinde George Clooney ve Julia Roberts’ın oynadığı “Cennete Bilet”, Bali’de geçiyor. Bali’ye gitmeden filmini seyretmek çok hoş oluyor doğrusu. Singapore ve Bali ile aramızda 5 saat var. Singapore saati ile sabah 5:00 da Singapore Changi Havalimanı’na iniyoruz.

22 Nisan 2023 Cumartesi

Changi havalimanı çok büyük bir hava limanı dört adet terminal var. Dördüncü terminal yapım aşamasında.  Diğer üç terminal arasında hava treni ile gidiliyor. Biz indiğimiz terminalden kalkan uçak ile Bali eyaletinin başkenti Denpasar’a gideceğiz. İki saat sonra gene havadayız. Bu sefer yolculuk iki buçuk saat sürüyor. Denpasar Ngurah Rahi Havalimanı’na iniyoruz. Havalimanının ahşap süslemeleri çok güzel.

Önce kuyruğa girip, 35 USD ülkeye giriş vizesi ödüyoruz. Sonra da pasaporttan geçerek ülkeye giriyoruz. Ülkede kredi kartı geçiyor ama gene de yanımızda bulunsun diye alandaki döviz bürolarının birinde para bozduruyoruz. 100 USD karşılığı 1.380.000 IRD ( Endonezya Rupi) veriyorlar.

Alanda bizi iki minibüs bekliyor. Dalış çantalarını yükleyip, bizleri arabalara buyur ediyorlar. Dalış için Tulamben’e gideceğiz.  Arabalarda direksiyon sağda, trafik soldan ilerliyor. Memleket tropikal iklimde, kliması doğru dürüst çalışmayan araba ile 3,5 saat yolculuk yapıyoruz. Yapabileceğimiz tek şey, camı açarak arabadaki nemi kurutmak. Yorgunluk bir yandan, sıcak bir yandan, nem diğer yandan hepimiz arabada  sızmışız. Dalış Merkezine geldiğimizde gözümüzü açıyoruz.

Bali Dive Resort, cennetten bir köşe, oteli çok beğeniyoruz. Dalış için çantaları boşaltıp içindekileri sepete koyuyoruz. Dalış rehberimiz ile tanışıyoruz. Adı Darma, Kulağındaki halkalar ilgimizi çekiyor. Kulak memesinde delik açılmış, o delik gittikçe büyümüş ve içine halka girmiş. Kulak memesindeki  koca bir boşluk gözümüze gözümüze giriyor. Bu Tayland’da başlayıp, daha sonra buraya sıçrayan bir modaymış. Diğer rehberlerde de aynı modaya uymuş. Önce içimiz kalkıyor ama daha sonra alışıyoruz. Neyse diğer eşyaları toplayıp, odalarımıza dağılıyoruz. Elbise, maske ve patikleri yanımıza veriyorlar. Odada giyinip gelecekmişiz.

İki adet iki katlı blok ve orta da tek katlı odalar var. Neşe ile bana üst katta ki geniş odalardan biri denk geliyor. Yataklar arasında seperasyon ve odanın içinde oturma grubu var.  1+1 ev gibi oda. Balkonu geniş.

Otel deniz kenarında, yorgunluğumuzu alır diye, denize girmeye karar veriyoruz. Bali volkanik bölge, plaj simsiyah volkanik taşlarla kaplı, yürümesi zor, deniz dalgalı, giriş ayrı dert, çıkış ayrı dert. Su ise hamam suyu gibi. “Deniz kenarında havuza mı girilir?” diyen ben, serinlemek için havuza giriyorum.

Akşam, Endonezya usulü deniz ürünü ve sebzesi bol çorbadan içip kendimi yatağa dar atıyorum. Resmen sızmışım. Sabah kuş sesleri ile erkenden uyanıyorum. Kahvaltıdan sonra deniz kıyısında buluşulacak deniyor. Eşyalarımız sepetler içinde kıyıya dizilmiş. BC,regülatör tüplere takılmış bizi bekliyor. Burada düzen sabah iki dalış, öğlen yemek ve öğleden sonra bir dalış.

İlk dalış için deniz kenarına giderek  BC mizi giyip, tüpü sırtlanıyoruz. Volkanik taşlarda bata çıka denize giriyoruz. Allahtan ayaklarımızda patikler var. Dalga da zor bela paletleri giyip kendimizi suya bırakıyoruz. Bizim grup, dört kişi. Dört kişiye bir rehber var. Neşe, diğer grupta. Rehberimiz bizi sırayla suya soktuktan sonra  sol tarafa gitmek üzere dalışa geçiyoruz. Dalış bölgesinin adı “House Reef”. İlk dalış olduğu için fotoğraf makinelerini almıyoruz.

Denizin içine araba lastikleri dizmişler. Bir çeşit yapay resif oluşmuş. Bu güne kadar hiç görmediğimiz nazar bocuğu şeklinde mavi beyaz balık dikkatimizi çekiyor. Dalış rahat geçiyor. Çıkışta balıklar dalgaya kapılmış salınıyorlar. Dalga o kadar güçlü ki denizin altında bile gel gitler şiddetli. Dalganın şiddetinden midem bulanıyor. Çıkışta giriş kadar zorlu, dalgada paletleri çıkarıp, sırtında tüp ile kıyıya yürümek ayrı  bir mesele.  Kıyı dalışı nasıl olsa, tekneye binmek yok deyip ilaç almamıştım. Sen misin almayan, dalış sonrası koştur koştur odaya gidip Dramamin yutuyorum.

Kıyıda iki yanında kanatları olan garip tekneler var, dalış için pek kullanışlı gözükmüyorlar. Aslında balıkçı teknesiymişler. Gezi ya da iki kişiljk dalıcı grubu için kullanılıyormuş. Neyse ki bize öyle bir şey yaptırmadılar.

İkinci dalışı bu sefer resifin sağ tarafına doğru yapıyoruz. Bebek mürenleri görüyoruz. Her şeyin olduğu gibi onlarında bebekleri çok tatlı, aman anne müren etraftadır neme lazım çok sokulmaya gelmez. İnce uzun yaprak gibi balıklar dikey şekilde dans ediyorlar, bizi fark edince yataya geçip uzaklaşıyorlar. Hiç görmediğimiz şeyleri görüyoruz. Dalış bir saatten fazla sürüyor.

Öğlen sadece meyve tabağı yiyorum. Öğleden sonra dalış için dalış merkezinin önünde iki adet açık kamyonet ve bir minibüs bekliyor. Açık kamyonetler çok keyifli. Minibüsün de kliması çalışıyor.

Sidem Macro Point denilen yere gidiyoruz. Gene kıyı dalışı yapacağız. Bu sefer suya girmek o kadar eziyet gelmiyor. İnsanoğlu her koşula ayak uyduruyor ve durumu normalleştiriyor. Bali ahalisi, dalış işini benimsemiş, dalış öncesi tüpü kuşanmamıza, kıyıya çıkar çıkmaz tüpleri çıkarmamıza yardımcı oluyorlar. Yaşlı başlı kadınlar, başlarının üzerinde tüp taşıyorlar.

Suyun altı makro çekim için bir cennet. Ortalık deniz tavşanlarından geçilmiyor. Tombul deniz yıldızları, sarı renkli kurbağa balıkları, siyah beyaz banner balıkları da cabası. Dalış bir saate yakın sürüyor.

Akşam havuz başında tanışma faslı yapılıyor. Herkes kendini tanıtıyor. Otelde üç havuz var, ikisi iki katlı odaların önünde, diğeri de restoran tarafında. Otelin işletmesini biri kadın diğeri erkek iki kişi yapıyor. İkisi de sarışı ve uzun boylu. Erkek olan Finlandiyalıymış, adı Milka, kadın olan ise Nicole, o da İsveçliymiş. Çok tatlı bir çift.

Yemekten sonra bizim dalış rehberleri havuz başında konser veriyorlar. Çok güzel gitar çalıyorlar. Ben de cajon çalıyorum az buçuk. Hava güzel, ortam güzel, biz güzeliz.

24 Nisan 2023 Pazartesi

Sabah Burçin dalışa gelemiyor. Gece sivrisineklerden uyuyamamış. Arabalara binerek Tulamben köyündeki dalış noktasına gidiyoruz. İlk dalışı sağ tarafa Drop off denilen bölgeye doğru yapıyoruz. Reef çok zengin ve renkli. Kaya kovuğunda iki adet müren ile göz göze geliyoruz. Yan yana durmuş etrafı seyrediyorlar. Papağan balığı, Picasso balığı, kutu balığı, çatal kuyruklar, aslan balığı, rengarenk mercanlar, ne ararsan var.

Dalış arasında rehber ile sohbet ediyoruz. Rehberimiz Darma dört çocuklu fakir bir çiftçi ailesine mensup. İlk okuldan sonra ailesi çok fakir olduğu için okuyamamış. İngilizceyi dalış için eğitim alırken öğrenmiş. Yüz kelime ile derdini anlatıyor. Turizm, özellikle de dalış turizmi bölge halkına yeni bir ekmek kapısı olmuş. Tulamben’e  gelmek eziyetli olduğu için genelde bu bölgeyi bizim gibi dalıcılar tercih ediyormuş. Balililer yaşlarını hiç göstermiyor. Darma 31 yaşındaymış. Buradaki kızlar eskiden aile evinine ilave edilen bir odaya razıyken şimdilerde ev istiyorlarmış. Kız arkadaşı ile evlenmek için ev parası denkleştirmeye çalışıyormuş. Bankadan kredi almış. Üç yıl içinde evini tamamlayıp, borcu bitirirse evlenecekmiş. Gelirken seyrettiğim filmde gördüğüm erkeklerin taktığı önü fiyonklu başlığı soruyorum. Başlığa “Uda” diyorlarmış. Tapınağa gidildiğinde, düğün gibi özel günlerde erkelerin taktığı bir çeşit sarık.  

İkinci dalışı, sol taraftaki Coral Reef’e yapıyoruz. Anemonlar, trompet balıkları ve kaplumbağa ve beyaz deniz yılanı ikinci dalışın sürprizleri.

Öğleden sonra Liberty  Batığı’na gidiyoruz. Liberty, 1915 yılında Amerika’da inşa edilmiş 120 metre boyunda buharlı kargo gemisi. İkinci Dünya savaşı esnasında gemiye iki adet silah monte edilmiş.11 Ocak 1942’de Lombok’un 15 kilometre güney-batısında, ham kauçuk ve demiryolu malzemeleri taşırken, Japon denizaltısı tarafından torpillenmiş. Gemi ABD muhripleri tarafından Bali limanına  çekilmek istense de,  çok fazla su aldığı için Tulamben kıyılarına bırakılmış. Japonlar 1942-1963 yılları arasında geminin ABD’ye verilmesini engellemiş.

1963 yılında Agung dağı patlamış, Patlama gemiyi daha derine doğru yuvarlamış, yuvarlamakla da kalmamış gemiyi iki parçaya ayırmış. 1978 yılından bu yana da dalıcılar için, en güzel batık dalışı bölgesi olmuş. Derinlik 15 metreden başlıyor, 30 metreye kadar iniyor. Su, planktonlardan dolayı bulanık,  bu nedenle gemi tam bir hayalet gemi. Gemiden geriye de hiçbir şey kalmamış. Deniz canlıları üzerini kaplamış, geminin yeni sahipleri balıklar gezinip duruyor. Çıkarken kaplumbağayı fark ediyorum. Epey bir seyrediyorum. Hiç istifini bozmadan yemeğini yemeye devam ediyor.

Arabalara binerken Neşe, dalış bilgisayarını kaybettiğini söylüyor. Tam suya girerken kaybolduğunu fark etmiş, rehber etrafa biraz bakınmış ama dalgadan görememiş. Daha yeni almıştı. Dün bir, bugün iki  demeye kalmadan bilgisayar gitti gider. Dalış malzemeleri eskisi gibi değil, çok pahalandı. Bilgisayar olmuş 800 Euro. Bulunur diyoruz, canın sağ olsun diyoruz ama, ne kadar üzüldüğünü de görüyoruz.

Gel Neşe, biz bu işin peşine düşelim diyorum. Ne yapacağız ki diyor. Rehberlere haber salalım, bulana da 50 dolar ödül verelim diyorum. Bizim rehber Darma ile Neşelerin rehber Yadnya’yı sigara içerken buluyor, durumu anlatıyoruz. Ben 50 USD ödül diyorum, Neşe 100 USD  diyor. Ağanın eli tutulmaz artık.

25 Nisan 2023 Salı

Burçin dalışa gelemiyor. Gece hastalanmış. Sabahleyin iki dalış gene Sidem’de yapılacak. Dalıştan önce Darma ve Yadnya yanımıza geliyorlar. Sabah erkenden Neşe’nin bilgisayarını bulmak için dalmışlar ama görememişler. Neşe’nin yüzü düşüyor. Bayağıda ümitliydik.

İlk dalışta sırtına sanki beyaz metal düğmeler yapıştırılmış gibi pulları olan balığın uzun uzun videosunu çekiyorum. Dalıştan sonra, ikinci dalış için beklerken  Aydın Kışınbay animasyon grubu olarak kızlar dans gösterisi yapıyoruz. O ne uyum öyle, hep birlikte bir sola bir sağa gidiyor sonrada dönüyoruz. Bizi görende kırk yıldır birlikte dans ettiğimizi sanır.

İkinci dalış makro çeken arkadaşlara göre. Mini minnak canlıların cenneti burası. Karidesler, deniz atları, deniz tavşanları, ne ararsan var. Bir ara kuma gömülü dil balığı fark ediyorum. Üzerindeki kumları havalandırınca meydana çıkıyor sonra gene gömülüyor.

Öğleden sonra Hakan ‘da dalmak istemiyor. Evşen ile ikimiz kalıyoruz. Nazar boncuklu balığı başka hiçbir yerde göremedik. İlk gün otelin önünde ki dalışta görmüştük. O zaman öğleden sonra otel önünden dalalım diyoruz.  Darma, Evşen, ben üçümüz dalıyoruz. Lastik tekerleklerin olduğu yerde bizimki dolanıp duruyor. Çok da hareketli, hayvanı yakalayacağız diye epey bir debeleniyoruz. Balığın peşinde koşarken havam azalıyor, Evşen’den hava otlanıyorum. Otlana, dolana elli dakika geçmiş. Tam çıkarken Evşen video ışıldağını düşürüyor, neyse Darma bulup getiriyor.

Akşamüstü bizim rehberler size müjdemiz var diye balkona geliyorlar. Bilgisayarı buldular sanıyoruz. Yok bulmamışlar, akşam kalabalık bir ekip olarak arayacaklarmış. 100 USD için teyit almaya gelmişler. Neyse çocukları buyur ediyoruz. Kola, kuru yemiş ikram ediyoruz. Evşen’de geliyor. Tam o sırada Yadnya’ya telefon geliyor. Bilgisayar bulunmuş, bulan çocuk resepsiyondaymış, versinler parayı alsınlar bilgisayarı diyormuş. Çocuklarla beraber Neşe çantasını kaptığı gibi resepsiyona koşturuyor, çok geçmeden kolunda bilgisayar , yüzünde güller açarak geliyor. Çocuk bilgisayarı verirken az kalsın yere düşürüyormuş. Paraya uzun uzun bakmış. Bu kadar büyük parayı belki de hayatında ilk defa görmüş garibim.

26 Nisan 2023 Çarşamba

Sabah Burçin kalkamadı, üstelik Hakan’da hastalanmış. Kabahat içtikleri buzlu birada mı, yoğun çalışmanın üzerine tatilde adrenalinleri mi düştü bilmiyorum. Bugün Evşen ile birlikte biz bize dalacağız. Rehberin işi kolay.

İlk dalış Kubu köyü yakınında ki Boga Batığı’na yapılacak. Batık, suya girdiğimiz yerin  solunda kalıyor.  Batığa doğru giderken birden havalanıyorum. Ağırlık torbalarımdan biri düşmüş. Ben patlarken Evşen fark ediyor. Ağırlığı gösteriyorum, o arada rehber ağırlık torbasını bulup, yükselerek yanıma geliyor ve cebime koyuyor, tekrar aşağı iniyorum. Nefes nefeseyim. Debelenirken havamın yarısını harcamışım. Sonunda batığa varıyoruz. Boga gemisi Endonezya Hükümeti tarafından kullanılan bir devriye gemisiymiş. Gemi 2012 yılında, deniz yaşamı için yapay bir resif ve ilgi çekici yeni bir dalış alanı yaratmak için kasıtlı olarak batırılmış. Boga Batığı şu anda sahilden yaklaşık 60 metre açıkta, yaklaşık 45 metre uzunluğa sahip kumlu bir yamaçta bulunuyor. Geminin başı 18 metre, kıçı 40 metre derinlikte.  Liberty kadar büyük olmasa da, Boga'nın keşfedilmeye değer kılan kendine has bir cazibesi var.

İki gemi enkazı arasında fark edeceğiniz en önemli farklardan biri, Boga Batığının hâlâ büyük ölçüde bozulmamış olması. Pruvası kıyıya dönük, pervanesi denize doğru. İlgi çekici özelliklerinden bazıları, geminin üst güvertesinde yer alan ahşap direksiyon simidi, içerisinde yer alan anforalar ve  bir Volkswagen otomobil. Otomobilin sadece dört tekeri ve şasisi kalmış olsa da ilgi çekiyor işte. Havam azalıyor. Ağırlık düştüğünden beri nefesim düzelemedi. Dalışı bitiriyoruz. Karaya çıktıktan sonrada bir müddet nefesim düzelmiyor. Sanki çelik kafes giymişim gibi ciğerlerime hava dolmuyor. Aradan ne kadar geçiyor bilmiyorum, sanki balon şişer gibi ciğerlerim açılıyor ve hava doluyor. Oh be dünya varmış. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Dalış malzemelerini koyduğumuz yerin hemen yanında Pura Segara (Deniz Tapınağı) var. Tapınağın önünde resim çektiriyoruz. Benim mayo değiştirme bornozum epey işe yarıyor. Millet mayosunun üzerine benim bornozu geçirip tapınak önünde resim çektiriyor. Tapınağın içine girmesek de etraftaki ahalinin inancına saygı gösteriyoruz.

İkinci dalışı sağ tarafa giderek yapıyoruz. Burası yapay resif. Denizin içine üç tane bisiklet bir tane de motosiklet koymuşlar. Bisikletlerden birine biner gibi yapıyorum. Evşen kaçırır mı hemen resmimi çekiyor. Tapınak şeklinde yapılar yapmışlar, balıklar ayin yapıyorlar. Çöpçü balıkları yerlerde eşeleniyor. Bir diğer resifte triger balığına  rast geliyorum. Dişlerine kadar videoya alıyorum. Yapıştığı yüzeyle hem hal olmuş kaya balığı var. Onu da kayda alıyorum.

Dalış dönüşü şoföre rica ediyoruz. Agung yanar  dağının resimlerini çekiyoruz. Konik kapkara renkli aktif yanardağ en son 1963 de püskürmüş ve bu patlamada 100.000 kişi hayatını kaybetmiş. 2017 de de havaya kül püskürtmüş, 140.000 kişi tahliye edilmiş, neyse ki ölen kalan olmamış. Agung Dağı, adanın en yüksek noktası ve Hindular tarafından Tanrıların evi olduğuna inanılıyor. O nedenle Agung Hindular için kutsal ve saygı göstermek gerekiyor. Geçen ay Endonezya hükümeti, Agung Dağı'nda belden aşağısı çıplak şekilde çektiği fotoğrafı Instagram'da paylaşan Yuri isimli Rus  turisti  sınır dışı etmiş.

Öğleden sonra Evşen dalmak istemiyor. Masaj yaptıracakmış. Hakan ile Burçin hasta. Bu durumda ben, Darma ile tek dalacağım. Özel dalış olacak. Ben rehber ve fotoğraf makinem. Öğleden sonra başka bir yapay resife gidiyoruz. Fotoğraf ile uğraşmıyorum. Bol bol video çekiyorum. Balık sürüleri, karşı karşıya gelip birbirine dayılanan trompet balıkları, mürenler derken gerçekten VIP dalış oluyor.

Odaya çıktıktan yarım saat sonra Darma eşyaların olduğu sepeti getiriyor. Hepsini yıkamış, getirip balkona asıyor. Bali Dive Resort’da hizmette sınır tanımıyorlar. Her bloğun önünde iki ayrı varil var, dalıştan sonra birine maske, bilgisayar, fotoğraf makinelerini, diğerine de giysi, patik, eldivenleri daldırıp çıkarıyoruz. Diğer ekipmanları da yıkayıp getirdiler. Geriye bir kuruması kaldı.

Akşam yemekten sonra masaya üç adet pasta geliyor. Şeyda, Bahar ve Yasim’in doğum gününü kutluyoruz. Nicole ile Milka’da geliyorlar. Beraber resimler çekiliyor, pastalar yeniyor.

Yemekten sonra rehberler gitarları ile gelip bize veda konseri veriyorlar. En güzel de  Eagles’ın Hotel California şarkısını, “Welcome to the Hotel California” diye başlayan nakaratını değiştirerek “ Welcome to the Hotel Bali Dive” diye söylüyorlar.

Yarın erkenden yola çıkacağız. Çantaları akşamdan hazırlıyoruz. İçimize bir hüzün çöküyor. Alışmıştık valla buranın sıcağına, kıyıdan dalmaların eziyetine,  personelin güler yüzüne, yemeklerine. Sevmiştik Tulamben’i, Kuta’yı, açık arabalar ile gidiş gelişleri, kızarmış muzları. Agung yanar dağı biz buradayken patlar mı patlamaz mı diye endişelenmeden yanından geçiyor, yaşayıp gidiyorduk ne güzel.

27 Nisan 2023 Perşembe

Kahvaltıdan sonra, arabaya biniyoruz. Otobüsümüz büyük ve konforlu. Bugün dalış yok, kültür turu yapacağız. Bali köylerinden geçiyoruz. Rehberimiz Çitra Bali hakkında bilgiler veriyor. Bali adasında tüm halk Hindu. Evlerin bahçelerinde çiçek ve tütsü sunulan sunaklar var. Her evin kendine ait tapınaklarıymış bu sunaklar. Evlerini de inançlarına göre konumlandırıyorlarmış. Binalar bir avlu etrafında yapılıyormuş. Kuzey ve doğu yönleri kutsal mekanlar, mutfak evin güney cephesinde oluyormuş. Yatak odası kuzeyde oluyormuş, yani kutsal yönde. Uyurken de başlarının kuzey yönünde olması gerekiyormuş.

Her yönün ayrı rengi var. Batı-sarı, doğu-beyaz, güney-kırmızı, kuzey-siyah. Ayrıca her yönünde kendi tanrısı var. Shiva, yok edici tanrı ve merkezde bulunuyor. Brahma, güney yönünde ve yaratıcı tanrı, Vişnu,kuzey yönünde ve umudun tanrısı, Varuna batı yönünde okyanusların ve sualtının tanrısı, İndra doğu yönünde göklerin, yağmurun, savaşın tanrısı. Reankarnasyona inanıyorlar. Tanrılarda reankarne oluyorlar. Krişna, Vişnu’nun on avatarının sekizincisiymiş.

Ölülerini yakıyorlar ve küllerini okyanusa döküyorlar. Hindu inancına göre topraktan geliyoruz, hava ile nefes alıyoruz, ateşte yanıp suya karışıyormuşuz. Her evin kendi tapınağı var. Ayrıca mahalli tapınakları ve 210 günde bir gittikleri büyük tapınak var. Kadınların aybaşı gördükleri dönemde tapınağa girmeleri yasakmış.

Rehberimiz biz Balililer için iki şey çok önemli diyor. Birincisi geleneklerimiz, ikincisi de inancımız. İnancımıza göre iki şey birbirinden farklıdır diyor. Bu diyalektikte geçen “Zıtların Birliği” prensibine uyuyor. Diğeri de her inanca saygılıyız, herkes ile iyi geçinmeye çalışırız diyor. Bu da Mevlana’nın “Ne olursan ol gel” düsturuna uygun. Zaten balililer de tüm dinler Bali’den çıkmıştır demiyorlar mı?.

Kaplumbağa kutsal sayılıyor. Dünyanın kaplumbağa sırtında olduğuna inanıyorlar. Kaplumbağa kıpırdamadan durursa her şey yolunda, kaplumbağa sağa sola kıpırdandığında da deprem oluyor, yanardağ patlıyor, dünya alt üst oluyor. Bu da bizim dünyanın sarı öküzün boynuzları üzerinde olmasına inanmamız gibi. Metaforlarımız bile ne kadar benziyor.

Otobüsümüz Tegallalang’da ki, Luwak Kafenin önünde duruyor. Kopi Luwak dünyanın en az üretilen ve en pahalı kahvesi.  Misk kedisinin yediği ve sonrasında dışkıladığı kahve çekirdeklerinden üretiliyormuş. Hayvan dışkısındaki kahve çekirdekleri önce  toplanıyor, dezenfekte ediliyor, kavruluyor,  sonrada paketleniyormuş

Kafenin girişinde iki tane kafes var. İçinde misk kedileri yatmış uyuyor. Uzun kuyruğu olan boyca da uzun kediler. Kadınlar odun ateşiyle yanan ocak üzerindeki saçta kahve çekirdeklerini kavuruyorlar.

Masalara sunum bardakları getiriyorlar. Mango kahvesi, vanilya kahvesi, avokado kahvesi diye çeşit çeşit kahve. Beğendiğini sipariş ediyorsun. Yanda ki satış mağazasından da beğendiğini satın alıp evine götürebilirsin. Luwak Kahvesi sunum bardaklarında yok, onu ayrıca sipariş ediyorsun. Birkaç arkadaş sipariş veriyor, gelenlerden bir yudum tadıyorum. Benim kahve ile aram yok. Tadı bizim bildiğimiz kahveden daha hafif ama gene de bana göre değil.

Tadımdan sonra alış veriş yapılıyor, kahveler ve küçük şişelerde satılan kokulardan alınıyor. Seyir terasında resim çektiriliyor.

Kintamani bölgesine gidiyoruz. Burada Batur yanardağı ve Batur krater gölünü göreceğiz. Batur yanardağı 1.700 metre yüksekliğinde ara ara patlayan bir yanardağ. Kayda alınan ilk patlama 1804 de, son patlama da 2.000 yılında olmuş.   Bölge milli park ilan edilmiş. Girişin yanında kapısında  “Museum Gunungapi Batur dan Pusat Pelatihan Geominerba” (Batur Yanardağ Müzesi ve Geominerba eğitim merkezi) yazan  modern bir bina göze çarpıyor.

Otobüs içeri giriyor. Yemek yiyeceğimiz restoran önünde duruyor. Aklım müzede kalıyor, arkadaşlar yemek yerken bir gidip bakmak istiyorum. Dergun abide, metalürji mühendisiyim, beni de ilgilendiriyor deyince ikimiz bir koşu tutturup müzeye gidiyoruz.

Müzeye giriş ücretsiz, girmeden ismimizi ve ülkemizi kaydediyorlar. Bina girişine bölgenin kocaman maketini koymuşlar. Giriş katında volkanın patlaması sonucu oluşan kaya örnekleri var. Andezit, obsidyen, tüm başkalaşım kayaçlarını görmek mümkün. Katman katman oluşan kayaçlar sergileniyor. Bazılarına klinker yazılmış, aslında klinker değil bir tür pozolon olan volkan cürufu. Hiç ham halde görmemiştim, adeta sanat eseri.

Dergun abi bir üst kata çıkmak istemiyor. Ben rampa vasıtasıyla üst kata çıkıyorum. Üst katta tabiat tarihi ve kültür ile ilgili görseller var. Bali’ye özgü bitki örnekleri, tarım toplumu oldukları için, tarım ile ilgili ev aletleri, toprak kaplar sergileniyor. Sanskritçe tabletler var. Bir de Belandingan köy evi maketi var.

Müzeden çıktıktan sonra rampalar vasıtasıyla aşağı iniyor, otoparka varıyorsunuz. Binanın kendisi kadar rampalara para harcamışlar. Otoparkta köpek ordusu etrafımı sarıyor, koro halinde havlayıp sonra dağılıyorlar.

Yemek yenen yere geliyor, alelacele bir şeyler atıştırıyorum. Restoran, Batur gölü manzaralı. Balkondan manzaraya bir göz atıp otobüse doğru yollanıyorum. Otobüse gidene kadar sağlı sollu hediyelik eşya satıcıları etrafımı sarıyor. Nazikçe reddediyorum, evde yer kalmadı, ne tişört, ne şal,  ne de hediyelik eşyayı gözüm göresi var.

Ubud’a gidiyoruz. Burada, bilgi, müzik, sanat ,konuşma, öğrenme, edebiyat, sanat ve bilgelik tanrıçası Saraswati'ye adanmış, Saraswati tapınağını göreceğiz.

Tapınağın önüne gelince arkadaşlarımız şortlu oldukları için buralara özgü kimi desenli, kimi sarı renkli örtülerden veriyorlar. Herkes şalları beline sarıyor. Erkek arkadaşların etekli hali hepimizi güldürüyor.  Ben tapınak gezeceğiz diye şalvar giymiştim, o nedenle örtü almıyorum. Örtüler sentetik, çok geçmeden millet pişmeye başlıyor. 

Burası bir bahçe tapınağı. İçerde bir büyük, bir de küçük iki tane gölet var. Küçük gölette kaplumbağa ve iki yanında koruyucu ejderhaları görüyoruz. Sanatsal olarak çok etkileyici. Bahçesi de çok bakımlı. Tapınağın cennet kapısı önünde topluca resim çektiriyoruz. Cennet Kapısı, tüm tapınaklarda görülen üçgen bir taşın ortadan kapı genişliği kadar boydan boya kesilmesi ile elde edilen sembolik bir geçiş.

Son durağımız Tegallalang’ın en ucunda yer alan  Abian Desa Pirinç Terasları. Burası Ubud’un en çok ziyaret edilen, UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış, turistik yerlerinden biriymiş.

Pirinç teraslarının yanı sıra, aşağıdaki vadiye doğru sallanan salıncaklar kurulmuş, artistik fotoğraf çektirmek isteyenler için fotoğraf makineleri hazır, önden arkadan sallanırken fotoğraf çekiliyor. Vadinin bir ucundan diğer ucuna iki tane tel gerilmiş, insanlar telin birinden gidip diğerinden geliyorlar. Bu aktiviteye zipline deniyor.   (Zipline, yüksek bir noktadan, alçak bir noktaya bağlanmış çelik halat vasıtası ile emniyet kemeri giyerek kendi ağırlığınızla ve yerçekimi yardımıyla kayma aktivitesine denir. Tekerlekli bir makara çelik halata bağlanarak hızlanma sağlanır)

Bizim grup “I Love Bali” yazan panonun önünde resim çektirdikten sonra herkes bir tarafa dağılıyor. Yarım saat süre veriliyor ama bizim hanım kızlar salıncağa, Burçin ile Hakan’da zipline’a koşturunca, salıncakta da çok sıra olunca haliyle süre uzuyor. Biz de Neşe ile etrafı seyrediyor, yeşilin tadını çıkarıyoruz. Otobüse dönünce, verilen süreye uyan arkadaşlar biraz söylense de herkes mutlu mesut yerine oturuyor.

Saat 18:00 de Kuta’da ki otelimize varıyoruz. Günlerce küçük köylerin sakinliğine alışmışız, şehrin gürültüsü bizi karşılıyor. Otelimiz Kuta Seaview, plaj ile arasında yol olan, ünlü markaların bulunduğu cadde üzerinde sevimli bir butik otel.

Akşam yemeğini otelde yiyoruz. Yorulmuşuz, yarında üç dalış yapacağız. Odaya yarım yamalak yerleşip yatıyoruz.

28 Nisan 2023 Cuma

Bugün Nusa Penida adasında dalış yapacağız. Buradaki dalış sistemine göre sabah erkenden teknelerle giderek  iki dalış yapıp, öğlen yemeği yiyor, sonrada son dalışı yapıp  saat 15:00 gibi kıyıya dönülüyormuş.

Sabah 6:30 da otelden ayrılıyoruz. Kahvaltı saatinden önce yola çıktığımız için otelden kumanya hazırlamışlar. 45 dakika yol gittikten sonra Sanur’da ki Blue Season dalış merkezine varıyoruz. Eşyaları sepetlere koyuyor, kahvaltı yapıyoruz.

Su,  buralarda soğukmuş. Bizim giysiler ince gelebilirmiş,  benim sepete kalın dalış elbisesi koyuyorlar. Eşyalar önden gidiyor. Bizlerde minibüsler ile on beş dakika kadar gittikten sonra deniz kıyısına varıyoruz. Aydın, bizi gruplara ayırmış. Evşen gelmediği için ben, Neşe, Burçin, Hakan bir grup oluyoruz. Biz nispeten küçük bir tekneye biniyoruz. Diğer arkadaşlar da 7 kişilik iki grup halinde diğer iki tekneye biniyorlar.

Bizim grupta bizden başka, dalış rehberi olarak Güney Afrika’lı Chris, rehber eğitimi gören Japon Mina ile İngiltere’den Oscar, kaptan ve kaptanın yardımcısı var. Çift motorlu tekne hareket ediyor. Deniz dalgalı, kırk beş dakika teknenin içinde hoplaya zıplaya gidiyor, Nusa Penida adasına varıyoruz. İçimiz dışımıza çıktı, iyi ki ilaç almışım.

İlk dalışı Manta Point de yapıyoruz. Akıntı var ama rahatsız edici değil, akıntıda geri dönmeyeceğiz nasıl olsa, sudan çıktığımız yerden tekne bizi alacak.

Dalış, tekneden sırt üstü atlayarak başlıyor. Dalış başladığında Neşe bir türlü aşağıya inemiyor. Ağırlığı yetmiyor galiba. Ağırlık ilave ediyorlar, yok gene olmuyor, morali bozulup dalmaktan vazgeçiyor. O çıkınca Mina’da çıkıyor. Biz geri kalan altı kişi dalışa geçiyoruz.

İner inmez manta ile karşı karşıya geliyoruz. Tüm dalış boyunca sayısız manta görüyoruz. Hatta bir tanesi ile öyle yüz göz oluyorum ki, göz göze geliyoruz, hayvan yolunu değiştiriyor. Bu akıntıda resim çekmekle uğraşılmaz, bol bol video çekiyorum.

Dalış bittikten sonra tekneye çıkmak bir mesele. Dalgalı denizde, merdivene tutunup paletleri çıkar, sırtında tüp, ceplerde ağırlık merdivenlerden çık olacak iş değil ama oluyor.

İkinci dalış için tekne yer değiştiriyor. Bir on beş dakika kadar gittikten sonra ikinci dalışı yapıyoruz. Neşe teknede kalmaya karar veriyor, biz suyun altına iniyoruz ki amanın o ne? Nasıl bir akıntı anlatamam. Sanki uçuyoruz. Açıyı değiştir olmuyor, mercanın arkasına geç gene olmuyor. Tek çare arada bir mercana tutunup hız kesmek. Allahtan vazo şeklindeki mercanlar sağlam çıkıyor da, hız kesmek için tutunduğumda kopup elimde kalmıyor. Bir müddet sonra akıntı hafifliyor. Aslında akıntı çekim için ideal. Basıyorsun video modunun düğmesine, şaryo üzerinde gider gibi çekim yapıyorsun.

Artık ne çektim, ne gördüm farkında değilim. Deniz şakayıkları akıntıdan bir tarafa yatmış, palyaço balıkları ortaya çıkamıyor. Büyük balıklar bile akıntıya kapılıp bizle beraber sürükleniyorlar. Rehber uçuyor, Burçin uçuyor, Hakan uçuyor, hepimiz uçuyoruz. Biz 45 dakika uçuyoruz. Adrenalin had safhada. Dalış sonunda nerelere sürüklendiysek, bir balon yetmiyor, iki balon açıyoruz. Neyse teknemiz Epsilon 2 sonunda gelip bizi topluyor.

Tekne bu sefer nispeten az dalgalı bir kıyıya yanaşıyor. Kıyı boyu oteller var. Milletin Bali’de balayına gittik, dediği oteller bunlar olsa gerek.  Öğle yemeğimizi yedikten sonra, biraz bekliyor, hop gene dalış. Toya Pata’da ki dalışa Hakan, kulakları çok acıdığı için katılamıyor. Burçin ile ikimiz, üç dalış rehberi ile VIP dalış yapıyoruz. Hep öyle olur. Hep son dalış en güzel dalıştır. Akıntı hafif, kaplumbağalar, mürenler etrafımızda, rengarenk mercanlar, rengarenk balıklar. Bitmesin n’olur, bu dalış bitmesin. Bitiyor tabi. Her güzel şey gibi bunun da sonu geliyor. Tekneye çıkarken hepimizin yüzü gülüyor. Mola mola (Güneş Balığı) görmeyi çok isterdik ama mevsimi değilmiş, sağlık olsun.

Tekne gene kırk beş dakika bizi hoplatıp zıplattıktan sonra kıyıya varıyor. Dalış merkezine döndüğümüzde bizden önce kimsenin gelmediğini görüyoruz. Etrafı inceliyorum. Her yer tertemiz, rehberlerin ekipmanları için özel askılar yapılmış. Ekipmanları yıkamak için ayrı ayrı yalaklar yapılmış. Tesiste bir de kocaman yüzme havuzu var. İşletmecisi de bir hanım. Kendisi ile tanışıyorum. Adı Maria, Alman vatandaşıymış. Tertibin düzenin nedeni anlaşılıyor. Alman disiplini diye boşuna denmiyor Bravo valla. Disiplin ekibe de sirayet etmiş, her işlerini ciddiye alıyorlar. Her şey kuralına göre işliyor.

Ekipmanlar geldikten sonra, yıkamak için izin istiyorum, tabi diyorlar. Verdikleri dalış elbisesi için ne kadar kira ödeyeceğim diyorum, lafımı olur diyorlar. Tavırları çok hoşuma gidiyor. Bravo Aydın’a çok iyi ekipler ile iş birliği yapıyor. Maria’ya gezi notları yazdığımı söylüyorum. Bana da gönder diye kartını veriyor. Google ile Türkçeden çeviririm nasıl olsa diyor.

Dalış merkezinden ayrılıyor, otele geliyoruz. Akşam otelin önündeki caddede geziniyoruz. Otelin yakınında Uniqlo diye Türkiye’ye gelmemiş Japon markası var, onun mağazasını geziyoruz. Otele dönüp erkenden yatıyorum. Yarın gene kültür turu var.

29 Nisan 2023 Cumartesi

Kahvaltıdan sonra minibüse biniyoruz. Bugünkü kültür turuna 14 kişi katılıyor. Rehberimiz Arya, çok güzel Türkçe konuşuyor. Türkiye’den gelen turistlerden öğrenmiş. Türkiye’ye hiç gitmemiş ama Türkiye  hakkında çok şey biliyor. Türkiye’den epey ünlü arkadaşı var. Mustafa Koç’u bile vakti zamanında gezdirmiş.

Bize Endonezya ve hindu dini hakkında genel bilgiler veriyor. Endonezya 1511 yılında Portekizlilerin istilasına uğramış. Daha sonra İspanya, Hollanda ve İngilizler istilaya katılmış. 18. Yüzyılın sonlarına doğru sömürgeciler aralarında anlaşarak Endonezya’yı Hollandalılara bırakmış. 1900’lü yılların başlarında Ahmed Sukarno önderliğinde bağımsızlık mücadelesi başlamış, İkinci Dünya Savaşında Japonya, Endonezya’yı işgal etmiş. 17 Ağustos 1945’te Japonların teslim olmalarıyla Endonezya’da Ahmed Sukarno başkanlığında bir hükûmet kurularak bağımsızlık ilan edilmiş. 

Endonezya’nın toplam nüfusu 271 milyon olup, halkın yüzde seksen yedisi müslüman, yüzde onu hinduymuş. Geri kalanı da diğer dinlere inanıyorlarmış. Milattan sonra 1. yüzyılda adalara gelen Hintliler hindu inanışını yaymışlar, daha sonra 12.yüzyılda müslümanlar gelerek halkı müslümanlaştırmışlar, Bali adasında hindu inancı sert uygulandığından, müslümanlar Bali’ye gelememişler. O nedenle Bali adasında yüzde 90 hindu, yüzde on müslüman nüfus varmış.  

Endonezya 17 binden fazla adadan oluşuyormuş. Bu adaların en büyüğü Borneo adası olup, yüzölçümü neredeyse Türkiye kadar 770.000 m2 nüfusu ise 19 milyonmuş. Halkın yüzde doksanı Müslümanmış. Ada da tik ağacı, maun, abanoz ağaçları yetişiyormuş. Orangutanları ile ünlüymüş.

İkinci büyük adası olan Sumatra 473.000 km2 alana ve 60 milyon nüfusa sahipmiş. Kahvesi ünlüymüş, Adada fil, kaplan, geyik yaşıyormuş. Bir de laf aramızda esrar üretimi varmış. 2004 yılında 8,4 şiddetinde deprem olmuş. Depremden yarım saat sonra gelen tsunami ile 35.000 kişi hayatını kaybetmiş. Sumatra’nın kuzeyinde tarikat Müslümanlığı varmış.  

Üçüncü büyük adası ise başkent Cakarta’nın da üzerinde olduğu Cava adasıymış. Yüzölçümü 128.000 m2 olmasına rağmen 130 milyon kişi yaşıyormuş.

Bizim Bali’ye gelirsek,   yüzölçümü 5.600 km2 olup nüfusu 4,5 milyon kadarmış. Eskiden tarım ile geçinen ada şimdilerde turizm ile geçimini sağlar olmuş. Bali tapınakları nedeniyle, bin tanrı adası diye adlandırılıyormuş. 

Endonezya’da iklim, tropikal iklim, her zaman nemli ve yağmurluymuş. Gene de iki mevsim var diyorlar. Nisan ve Eylül arası nispeten kuru,  Ekim ve Mart ayları arası daha yağmurlu oluyormuş. Temmuz Ağustos ayları en sıcak aylarmış.

Ana yemekleri pirinçmiş. Çay Endonezyalıların hayatında çok önemliymiş. Peynir, salata yemek kültürlerinde yokmuş.

Bali’de de hindu inanışının gereği karmaya inanıyorlarmış. Ölülerini yakıyorlarmış Yakma nedenleri de, hindu inanışına göre insan, hava, rüzgar, ateş, su ve toprak olmak üzere beş elementten oluşuyormuş. Ölülerini odun ateşi ile yakıyorlarmış, çünkü duman görmek istiyorlarmış. Duman rüzgar ile havaya karışıyormuş. Beden yandıktan sonra kalan külü, yani kül de bir çeşit toprak olduğundan denize atıyorlarmış. Böylece beş elementi tamamlamış oluyorlarmış. Kül suya kavuştuktan sonra reankarnasyon başlıyormuş. Reankarnasyon için ölü bedenin yakılması şartmış. Gel gör ki yakma işlemi çok pahalı bir işlemmiş. Rahipler davet edilecek para lazım, komşular akrabalar yedirilip içirilecek para lazım. Tüm hazırlıklar için cenaze evde bir hafta bekletiliyormuş. Bu süre içerisinde ceset bozulmasın diye tahnit ediliyormuş. Çok fakir ya da kimliksiz cenazeler krematoryumda yakılıyormuş. Eğer ailenin yeterli parası yoksa cenazeyi gömüyorlarmış. Onun için köyde mezarlık varmış. İki yıl, üç yıl sonra aile parayı denkleştirdiğinde cenazeyi mezardan çıkarıp sadece cenazenin kemikleri bile kalmış olsa bile yakma işlemini yapıyorlarmış.

Hindu inanışına göre hayat kolay değil diyor rehberimiz. İnanışa göre, her gün yeni bir şey öğrenmek lazımmış. İnsanın altı düşmanı var diye devam ediyor, “Tembellik, öfke, kıskançlık, kafa karışıklığı, sarhoşluk ve açgözlülük”. Reankarnasyona göre cennete gitmek için iyi ve kötüyü ayırt etmek ve kendini geliştirmek gerekiyor.

Burada da kast sistemi varmış. Dört ayrı kast grubu varmış. Birinci grup Brahmanlar yani rahip sınıf, ikinci grup askerler, üçüncü grup vesaya yani tüccarlar, dördüncü grup ise sutra yani çiftçiler.

Kişini hangi kasttan olduğu isminin başına getirilerek söyleniyormuş. Kastlar arası evlilikler eskiden yokmuş, ama günümüzde nispeten gevşemiş. Rehberimiz Arya çiftçi sınıfındanmış. Eşi ise bir üst kasttan tüccar sınıfındanmış. İkisi aynı yerde çalışırken birbirlerini sevmişler. Kızı istemeye gittiklerinde babası vermemiş. Onlarda ilişkilerini gizlice sürdürmüşler. Gel gör ki hanımı hamile kalmış. Bunun üzerine kızı tekrar istemeye gitmişler, baba gene reddedince; kaçarak evlenmişler. Düğünlerine kızın ailesinden kimse gelmemiş. Çocuk doğduktan sonra yedinci gün de ve 37. Günde yapılan ritüellere de katılmamışlar. Çocuk iki aylık olduğunda el öpmeye gitmişler. Torunu görünce baba yumuşamış, ondan sonra görüşmeye başlamışlar. Hanımı bir üst kasttan olmasına rağmen, bir alt kasttan evlendiği için onun sınıfı da bir alt kasta düşmüş. Bugün üç çocuk sahibi mutlu bir aile babası Arya. Hiç göstermiyor ama 57 yaşındaymış. Büyük oğlu 27, küçük oğlu 20 yaşındaymış, bir de 12 yaşında kızı varmış. Peki tersi olsaydı diyoruz. Erkek üst kasttan kadın alt kasttan olunca işler daha kolaymış. Üst kastta para var, refah var, kız babaları bayıla bayıla bir üst kasta kız veriyorlarmış. Kız da evlilik sayesinde sınıf atlıyormuş.

Hindularda çocuk çok önemli. Tarım toplumu oldukları için en az dört çocuk isteniyor. Erkek çocuk kıymetli, hem kendisi hem de gelen gelin üretimde ucuz iş gücü sağlıyor. Kız ise koca evine gittiği için kayıp emek.

Köylerde yaşam sağlıklıymış. Köylerde süpermarket yokmuş, her sabah pazar kuruluyor ahali ne gerekiyorsa pazardan  taze taze alıyormuş. Köylerde yaşayanlar sıtma ya da hummadan ölüyorlarmış, şehirlerde ise şeker ve tansiyondan. Köylerde yemek el ile yeniyormuş. Kahvaltıda kızarmış muz, öğle yemeklerinde pirinç çorbası tercih ediliyormuş. Yemekte konuşmuyorlarmış. Mısır yaprağına sarılı sigara içiyorlarmış. Yılda üç kere pirinç hasadı yapılıyormuş. Hasat orak ile yapılıyormuş.

Yürürken kadınlar önde , ya da yan yana yürüyorlarmış. 1974 yılında tek evlilik resmileşmiş. Yabancıya mülk satılması yasakmış, ancak kiralanabiliyormuş.

Tapınak kültürüne gelince, bir kere her evin bir tapınağı varmış. Hindular Sabah 6:00 da güneşin doğuşu esnasında ,öğlen 12:00 da ve akşam saat 18:00 da   gün batımında olmak üzere günde üç kere ibadet ediyorlarmış.  Her köyde ayrı tapınak varmış, bunlar bölgesel tapınak olarak adlandırılıyor. İşlevsel tapınaklar varmış. Okul, hastane, otel gibi yerlerde olan tapınaklar bu sınıfa giriyormuş. Bir de yılda bir kez dua edilen genel tapınak varmış. Dolunay zamanında da tapınağa gidip dua ediliyormuş. Tarım toplumu oldukları için tüm işleri doğa ile ilgili, duaları da ay, güneş, yağmur, fırtına üzerine.

Her yerde gördüğümüz içi çiçekli çanakları soruyoruz. Bunlara çanan deniyormuş. Taze muz yaprağından yapılan kare ya da yuvarlak çananlar içine kokulu çiçekler koyarak dilekte bulunuyorlarmış. Kimi bereket getirsin diye dükkanının önüne koyuyormuş, kimi işler iyi gitsin diye iş yerinin bir köşesine. Bu çananların 12 tanesi 10.000 Rupiye satılıyormuş. Çok para tabi. Onun için kadınlar evlerde kendileri yapıyorlarmış.

Baliler, yaşam felsefesi olarak  Tri Hita Karana’ya inanıyorlarmış. Buna göre yaşamlarında  üç ilkeye göre düzenliyorlarmış. Birincisi doğa ile insanın uyumu, ikincisi insanın insanla uyumu, üçüncüsü de insanın tanrı ile olan uyumu.

Bali’de doğa çok önemli, çevreyi koruyorlar. Bina yükseklikleri  15:00 metreyi geçemiyor. Korna çalmak yasak. Suç oranı çok düşük. İnsanlar birbirlerine gülümsüyorlar. Sağ ellerini sol elleri ile birleştirerek yüzlerine doğru tutarak  selam veriyorlar. Sağ el iyi, sol el kötü olarak addediliyor, iki el bir raya geldiğinde iyi ile kötü birbirini dengeliyormuş.

 Bali adasının valisi varmış. Her beş yılda bir halkın oyları ile seçim yapılıyormuş. Ahalinin çoğunluğu hindu olduğu için vali de doğal olarak hinduymuş.

İnek onlarda da kutsalmış, ama Hindistan’da ki gibi öyle sokak ortalarında oturtacak kadar kutsal sayılmıyormuş. Arya ben dana eti yiyorum, protein içi gerekli diyor, öyle fazla duada etmiyormuş. Ben light hinduyum diyor.

Aslında çok tanrılı değillermiş. Baliler Sang Hyang Widhi Wasa diye adlandırdıkları ilahi bir varlığa inanıyorlarmış  Biz nasıl Allahın doksan dokuz adı olduğuna inanıyorsak  ile anıyorsak onlarda her bir ad için ayrı  tanrıya inanıyorlarmış.

Rehberimiz tatlı tatlı anlatırken, sıkıldığımızı düşünerek bize Murat Boz’dan bir şarkı söylüyor.

“Yaz gelir içimi sarar aynı telaşlar
Kim bilir belki de bir aşk başlar
Dalgalanır deniz ne çıkar durur yavaşlar
Kim bilir belki de bir aşk başlar”

Gezimizin İlk durağı,  Badung Abiansemal Bölgesi, Jalan Brahmana Sangeh Köyü'nde bir maymun ormanı. Sangeh Maymun Ormanı yaklaşık 13 hektarlık bir alan üzerinde Hindistan cevizi ağaçları ile dolu bir orman. Sangeh'in kendisi Bali dilinde iki kelimeden geliyormuş. "Sang", "insan" ve "Ngeh", "görmek" anlamına geliyormuş. Yani Sangeh gören insanlar demekmiş. Bu isim eski Bali efsanesinden geliyormuş. Hikayeye göre, Agung Dağı'nda ki tanrılardan birinin kızı Mengwi'ye taşınmak istemiş. Gece yolculuğu yapılırken, prensese bir hindistancevizi ormanı eşlik etmiş. Bu durumu  birisi görmüş ve hindistancevizi ormanı yürümeyi bırakmış. Bu bölgeye daha sonra Sangeh adı verilmiş.

Ormanın ortasında çok fazla hindistan cevizi ağacı, tapınak ve gri maymunlar var.. İlk tapınak Bukit Sarı. Balililer, bu tapınağın geceleri Mengwi'ye seyahat eden orman koruyucusu tanrıçaya ait olduğuna inanıyormuş. İkinci küçük tapınağa Pura Melanting deniyormuş..

Hem tapınaklar hem de ormandaki maymunlar, yerel halk tarafından kutsal sayılıyormuş. Balililer, ormandaki maymunların ormanı koruyan tanrıçanın askerleri olduğuna inanıyorlarmış .

Ormana girdiğimizde maymunlar üzerinize atlıyor, resim çekmemiz için poz veriyorlar. Kim fındık fıstık verirse onun boynuna atlıyorlar. Göz temasında bulunmuyoruz, korkup saldırabilirlermiş. Çantalarımıza da sıkı sıkı tutuyoruz, kapıp kaçabiliyorlarmış.

Sangeh Maymun Ormanı, bu gri uzun kuyruklu makaklar için bir cennet. Orman koruma altına alınmış, maymunların yanı sıra yaklaşık 22 farklı kuş türü ve çok çeşitli memeliler, sürüngenler, amfibiler ve eklembacaklılara da ev sahipliği yapmakta.

Maymunlar koloni halinde yaşıyorlar. Her kabilenin bir reisi var. Küçükler ağaç dallarında oynaşıp birbirlerini aşağıya atıyorlar. İnsana alışkınlar,

Sangey Maymun ormanı, 40 metre yüksekliğe kadar büyüyebilen ilkel, dev hindistancevizi ağaçlarının yanı sıra maun, guava ve sapodilla ağaçlarına ev sahipliği yapıyor. Ormandaki ağaçların bazıları 3 asırdan fazlaymış.

Maymun Ormanından sonra, yarım saat yol gittikten sonra öğle yemeğini Pacung Indah adlı, yeşillik denizine  bakan restoranda yiyoruz. Restoran açık büfe ve yerel tatlar çok lezzetli.

Yemekten sonra Candikuning tropik bölgesine gidiyoruz. Burada yerel meyve pazarı var. Geldiğimizden beri bize izin veren yağmur bulutları burada kendini bırakıyor. Oteldeki kapı önüne konan şemsiyeler boşuna değilmiş, kimimiz yağmurluğumuzu giyiyoruz, kimimiz şemsiye açıyoruz.

Farklı tropikal meyvelerin tadına bakıyoruz. Memlekete götürmek üzere satın alıyoruz. O kadar yolculuk yaptıktan sonra memlekete geldiğimizde meyvelerin bozulmadan geldiğini görüyoruz.

Sıra geliyor, Handara Cennet Kapısı'na. Burası aslında Handara Golf Sahası  ve Otel’inin giriş kapısı. Handara, oteli 1974 yılında yaptıran ve Bali’ye golfü sevdiren adamın (İbni Stowa), küçük kızının adıymış. 2016 yılından bu yana instagram kullanıcıları sayesinde  ünlenmiş. İnsanlar burada çeşitli pozlar vererek sosyal medyada paylaşınca  ikonik bir yer olmuş. Bilet alarak kapı önüne geliniyor ve bilet sırasına göre kapının önüne gidip poz veriyorsun. Bilet paraları yetimhaneye bağışlanıyormuş.

Elimizdeki bilet numarasına göre önümüzde yirmi kişi var. Bu arada otele gelip giden arabalara yol vermek için de çekimlere ara veriliyor. Bir saate yakın bekliyoruz. Beklerken çok eğleniyoruz. Her poz verene yorum yapıyoruz. Bu arada uyanık bir vatandaş siyah bir plakayı fotoğrafın objektifi önüne koyarak fotoğraf çekiyor. Sanki önünüzde su varmış gibi fotoğrafa yansıyor.

Öyle anlaşılıyor ki insanlar buraya gelmeden önce duruş çalışmışlar, özel giysiler ile gelmişler, artistik pozlar veriyorlar. Amuda kalkan, zıplayan, kız arkadaşını havaya kaldıran, daha neler neler.

Sıra bize geliyor. Arkadaşlarımız bizden önce gördüklerini uygulamaya çalışıyorlar. Murat, Şeyda’yı kucağına alıp kaldırıyor. Aydın tişörtünü çıkarıp göbek şov yapıyor. Mehtap kısacık boyuyla  elindeki eşarpla şekilden şekile giriyor. Aaa Mehtap aynı Adile Naşit gibi diyorum. Gezinin devamımda Mehtap’a hep Adiloş diyoruz.

Sıra bana gelince dimdik duruyorum. Fotoğrafçı diğer poz diye bağırınca sol elimi havaya kaldırıyorum. Hayatım boyunca bildiğim tek poz buymuş demek ki. Grup olarak toplu fotoğraf çektirerek ritüeli tamamlıyoruz. Bu kadar eğlence yeter haydi otobüse.

Assolistler en son çıkarmış. Şimdi sırada  Bali'nin ikinci büyük gölünün kıyısında yer alan Ulun Danu Bratan tapınağı var. Gezinin en can alıcı kısmına geliyoruz.

Pura Ulun Danu Beratan veya Pura Bratan, Bratan Gölü kıyısında tanrı Şiva’ya adanmış büyük bir tapınak.  

Pura, Bali’de Hindu tapınaklarına verilen isim, tapınaklar açık hava ibadet yerleri olarak düzenleniyor. Üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm olan dış avluda  insan-doğa ilişkisini anlatan görkemli bahçe bulunuyor. Burada konserler verilip, festivaller de düzenleniyormuş.   

Orta avlu, insanın insanla ilişkisi için önemli. İnsanlar bir araya geliyorlar, gülümsüyorlar, konuşuyorlar, günümüzde yoğun bir şekilde fotoğraf çekiyorlar yani sosyalleşiyorlar.

Üçüncü, iç avlu ise insanın tanrı ile olan ilişkisine hizmet ediyor. Burada türbeler ve dini törenlerin yapıldığı yerler var. Hatta bir tanesinde ayin yapılışına   denk geliyoruz..

Bali’de tapınaklar tuğla tabanlı ve çok sayıda pagoda tarzı, kare şeklinde sazdan yapılma çatılı  yapılardan oluşuyor. Çatıların sayısı tanrının statüsünü göre artıyor ve her zaman tek sayı olarak inşa ediliyor. Pura Ulun Danu Beratan, Bali'deki dokuz 'Kahyangan Jagat' (Evren Cenneti) tapınağından biriymiş.

1633 yılında inşa edilen tapınak, Bali'nin merkezindeki ana sulama kaynağı olan Bratan Gölüne izafeten, Bali su, göl ve nehir tanrıçası Dewi Danu'ya adanan adaklar ve törenler için kullanılıyormuş. Kompleksteki 11 katlı pelinggih meru (Ana Kule) Shiva ve eşi Parvathi'ye adanmış.

Arya tanrıların sembolü olan renk ve özellikleri sayıyor, bazıları Çitra’nın anlattıkları ile uyuşmasa da Arya’nın anlatımını da kayda alıyorum. Sarı renk, tanrı Mahadewa’ya aitmiş,  beyaz renk, rüzgarın tanrısı Şiva'ya, Siyah renk, koruyucu, suyun ve bereketin tanrısı Şiva'ya,kırmızı renk ise ateşin tanrısı Brahma'ya aitmiş. Su, ateş ve rüzgar üçlüsünden biri olmadı mı dünya olmaz diyor. Sonuçta Brahma- Vişnu-Şiva üçlüsü en önde gelen tanrılar. 

Buda'nın heykeli de bu tapınakta dış avluda yer almakta. Tapınağın yanında mavi kubbesi ile cami gözümüze çarpıyor. Hidaya Ulu Cami ( Masjid Besar al Hidayah)   

Arya, biz Hindular uyuma önem veririz diyor. Tüm inançlara saygılıyız,  Hindu, Budist ve Müslüman tapınağının bir arada olması bizim ne kadar uyumlu ve barışçıl olduğumuz göstermekte diyor. Oysa Cava adasında Hindular tapınak yapmak istediğinde  Müslümanlar buna izin vermiyorlarmış.

Akşam otelden dışarı çıkıyoruz. Hard Rock Cafe’de akşam yemeği yiyor, konser başlamadan ayrılıyoruz.

30 Nisan 2023 Pazar

Sabah kahvaltıyı yaptıktan sonra eşyalarımızı topluyoruz, dalış çantalarını, valizleri otelin lobisini bırakıp Kuta’yı keşfetmeye çıkıyoruz. Kuta sokaklarında hediyelik eşya satan dükkanlarda oyalanıyoruz, sanat galerilerine giriyoruz. Evşen kendine çok güzel bir tablo seçiyor. Ben Bali işi çok hoş bir küpe beğeniyorum.

Otele dönüyoruz. Ben Kuta plajına gidiyorum. Deniz  çok dalgalı, bizim önümüzdeki kısımda insanlar dalga sörfü yapıyorlar, plajın solunda biraz uzakta da denize girenler görünüyor, orada dalga daha az.

Yazışma grubunda Ahmet Bey için ilaç talebi var, kan sulandırıcı falan istiyorlar. Kaç gündür eşiyle birlikte ne dalışa ne de geziye katılmamışlardı. Spadan’dan geldikleri için yorgunlar her halde diye düşünmüştük.

Otele döndüğümde Ayşe küpelerimi çok beğeniyor, bu seferde onunla aynı mağazaya tekrar gidiyorum. Ayşe’de kendi ve arkadaşları için çok hoş parçalar seçiyor. Ayşe doktor, Ahmet Bey için hastaneye gittiğini Türkiye’ye kadar Ahmet Bey’i sağ salim götürecek ilaçları temin ettiklerini söylüyor.

Otelin restoranında bir şeyler atıştırdıktan sonra hareket saati geliyor. Havaalanına gidiyor ve Denpasar- Singapore yolculuğu başlıyor. Singapore’de terminal T2’ye iniyoruz. Biniş kartında Terminal T3 yazdığı için hava treniyle T3’e geçiyoruz. Panoya baktığımızda uçuşumuzun Terminal T1 de olduğunu görüyoruz. Haydi bir defa daha hava trenine binip terminal T1 e gidiyoruz. Bu akşam bütün terminallerini dolaşıyoruz Changi havalimanının. Mağazalarda 24:00 da kapanınca oturup beklemekten başka yapacak iş kalmıyor.

Sabaha karşı 2:05 de uçağa binip İstanbul’a hareket ediyoruz. Çok yorgunuz, uyuyarak geliyoruz. Sabah kahvaltısında acılı karides veriyorlar. Yemesine yiyoruz ama akşama kadar ağzımıza karides gelip duruyor.

Nihayet İstanbul’a iniyoruz. Bavullarımızda fazla beklemeden geliyor. Sarılıp öpüşüyoruz. Kazasız belasız  geziyi tamamlıyoruz. Ahmet Bey’in durumunu eşi yazmış, pıhtı atmış adamcağıza, neyse ki hastanede kontrol altındaymış. Nasıl bir badire atlatmışlar öyle, çok geçmiş olsun.

Neşe’nin arabası ile eve geliyoruz. Birkaç gün İstanbul’da Evşen’de kalacağım. Aydın’a çok teşekkürler. Çok hoş ve dolu dolu bir gezi oldu. Grup uyumluydu, seçilen mekanlar şahaneydi. İçimize sinsin.

Feryal Bekdik

Mayıs 2023 İstanbul

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

  1. Şahane bir gezi olmuş.👍🫶Ah bir de fotoğraflarını görebilsem.

    YanıtlaSil
  2. gercek ten guzel bir dalıs ve endonezya gezısı olmus. blog da resımlerı ve vıdeoları nasıl goruyoruz. keyifli gezmeler

    YanıtlaSil
  3. Feryalcim çok güzel olmuş. Yeniden gezdim, bilgilerim tazelendi teşekkürler 💜💜💜💜

    YanıtlaSil
  4. Yine çok keyifle okudum Feryal ablacım

    YanıtlaSil
  5. Ne guzel anlatmışsin canm agzına saglik.....

    YanıtlaSil
  6. Feryalcim, çok güzel notlar almışsın ve akıcı bir şekilde anlatmışsın, Bali'ye gitmiş olmama rağmen ,bu kadar ayrıntılı bilgiye sahip olamadım, sayende bilgi ve ufkumu genişlettim..Yaşam seyahat ve iyi dostlarla renkleniyor, unutulmaz anılar birikiyor, hele de bunlar yazıya dökülünce..Yüreğine, kalemine sağlık, geziye katılan tüm dostlarına da selam ve sevgiler..Halil İ.Dural

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AH LENİN AH

POLONYA GEZİ NOTLARI-1 (24-29NİSAN 2014)

MISIR HURGADHA SHARM DALIŞ HAZİRAN 2024