BALİ GEZİ NOTLARI
BALİ –
ENDONEZYA GEZİ NOTLARI (21 Nisan-30 Nisan 2023)
Exit Turizm’in sahibi arkadaşımız Aydın Kışınbay’dan geçen
yıldan bu yana iletiler geliyordu. Evşen “Şeker Bayramında Bali turu var ben
gidiyorum var mı gelen? “ dedi. Burçin, ben varım dedi. Benim de içim gitti ama
“Du bakali” dedim. Yazın Bodrum’da dalış
yaparken konu yeniden açıldı. Bu sefer “Ben de varım” dedim. Hakan’da heveslendi.
Neşe’ye de haydi gel dedik. Böylece beş kişi olduk. Bu arada gelmeye heves edip
cayanlar oldu, gelmem deyip de gelenler oldu.
Sonuçta Aydın’ın fanları ile birlikte 13 kişi İstanbul’dan, 9 kişi
Spadan’dan olmak üzere 22 kişilik bir grup Bali için hazırdık. Hem dalış hem de
kültür turu bir arada olunca gezinin çok renkli bir o kadarda yorucu geçeceği
muhakkak.
Çantalar hazırlandı, dalış bilgisayarlarının pilleri
kontrol edildi, eksik malzeme kalmasın diye birbirimize hatırlatmalar yapıldı.
Ben araba ile Ankara’dan yola çıktım. Dalıştan önce hem yol yorgunluğunu atmak, hem de eksik
neyin var mı kontrol etmek için iki gün İstanbul’da kalmayı planladım.
Dalış dönüşü de İzmir’e gidip, yazı İzmir’de geçirmeyi düşündüğüm için arabaya
ne bulduysam doldurdum.
İstanbul’da spor mağazasını gezerken oraların suyu sıcak
olur, 5mm elbiseyi giy çıkar boşuna eziyet olmasın diye Evşen ile pantolon
şeklinde dalış giysisi aldık. Üste giyilen bluzu daha önceleri almıştık.
Hayallerimizin gerçekleşmesine az kaldı.
21
Nisan 2023 Cuma
İstanbul Havalimanının karmaşasını bilmiyoruz. O nedenle
havaalanına vakitlice gitmek gerekiyor. Sabah Neşe arabasıyla bizi almaya
geliyor. Alana araba ile gidecek, gezi boyu otoparka park edip, park parasını
bölüşeceğiz. Üç dalış çantası, üç kabin boyu valiz, el çantaları ve üç yolcuyla
arabayı dolduruyoruz. Sabah 9:30 operasyon başladı diye gülüşüyoruz.
Alana geldiğimizde araba kuyruğundan gözümüz korkuyor.
Herkes mi yurt dışına gidiyor kardeşim? 40.000 araçlık kapalı otopark dolmuş,
mecburen açık otoparka park ediyoruz. Otoparktan binaya kadar zorlu bir yürüyüşten sonra nihayet
Singapore Havayolları’nın kontuarına varıyoruz. Bagaj ağırlıklarımız sınırda.
Neyse ilave bagaj ödemeden biniş kartlarını alıyoruz. Yurt dışı çıkış pulunu da
aldıktan sonra pasaporttan geçiyoruz. Gidiyoruz, gidiyoruz, yaşasın.
13:30 da uçağımız havalanıyor. Neşe ile benim aramdaki
koltuk şansımıza boş, yayıla yayıla yolculuk yapıyoruz. Dile kolay on buçuk
saat havada kalıyorsun. İki film, bol yeme içme ve uyumakla yol bitiyor. Seyrettiğim
filmlerden biri, Başrollerinde
George Clooney ve Julia Roberts’ın oynadığı “Cennete Bilet”, Bali’de
geçiyor. Bali’ye gitmeden filmini seyretmek çok hoş oluyor doğrusu. Singapore
ve Bali ile aramızda 5 saat var. Singapore saati ile sabah 5:00 da Singapore
Changi Havalimanı’na iniyoruz.
22
Nisan 2023 Cumartesi
Changi havalimanı çok büyük bir hava limanı dört adet
terminal var. Dördüncü terminal yapım aşamasında. Diğer üç terminal arasında hava treni ile
gidiliyor. Biz indiğimiz terminalden kalkan uçak ile Bali eyaletinin başkenti
Denpasar’a gideceğiz. İki saat sonra gene havadayız. Bu sefer yolculuk iki
buçuk saat sürüyor. Denpasar Ngurah Rahi Havalimanı’na iniyoruz. Havalimanının
ahşap süslemeleri çok güzel.
Önce kuyruğa girip, 35 USD ülkeye giriş vizesi ödüyoruz. Sonra
da pasaporttan geçerek ülkeye giriyoruz. Ülkede kredi kartı geçiyor ama gene de
yanımızda bulunsun diye alandaki döviz bürolarının birinde para bozduruyoruz.
100 USD karşılığı 1.380.000 IRD ( Endonezya Rupi) veriyorlar.
Alanda bizi iki minibüs bekliyor. Dalış çantalarını
yükleyip, bizleri arabalara buyur ediyorlar. Dalış için Tulamben’e gideceğiz. Arabalarda direksiyon sağda, trafik soldan
ilerliyor. Memleket tropikal iklimde, kliması doğru dürüst çalışmayan araba ile
3,5 saat yolculuk yapıyoruz. Yapabileceğimiz tek şey, camı açarak arabadaki
nemi kurutmak. Yorgunluk bir yandan, sıcak bir yandan, nem diğer yandan hepimiz
arabada sızmışız. Dalış Merkezine
geldiğimizde gözümüzü açıyoruz.
Bali Dive Resort, cennetten bir köşe, oteli çok
beğeniyoruz. Dalış için çantaları boşaltıp içindekileri sepete koyuyoruz. Dalış
rehberimiz ile tanışıyoruz. Adı Darma, Kulağındaki halkalar ilgimizi çekiyor.
Kulak memesinde delik açılmış, o delik gittikçe büyümüş ve içine halka girmiş.
Kulak memesindeki koca bir boşluk
gözümüze gözümüze giriyor. Bu Tayland’da başlayıp, daha sonra buraya sıçrayan
bir modaymış. Diğer rehberlerde de aynı modaya uymuş. Önce içimiz kalkıyor ama
daha sonra alışıyoruz. Neyse diğer eşyaları toplayıp, odalarımıza dağılıyoruz.
Elbise, maske ve patikleri yanımıza veriyorlar. Odada giyinip gelecekmişiz.
İki adet iki katlı blok ve orta da tek katlı odalar var.
Neşe ile bana üst katta ki geniş odalardan biri denk geliyor. Yataklar arasında
seperasyon ve odanın içinde oturma grubu var.
1+1 ev gibi oda. Balkonu geniş.
Otel deniz kenarında, yorgunluğumuzu alır diye, denize
girmeye karar veriyoruz. Bali volkanik bölge, plaj simsiyah volkanik taşlarla
kaplı, yürümesi zor, deniz dalgalı, giriş ayrı dert, çıkış ayrı dert. Su ise
hamam suyu gibi. “Deniz kenarında havuza mı girilir?” diyen ben, serinlemek
için havuza giriyorum.
Akşam, Endonezya usulü deniz ürünü ve sebzesi bol çorbadan
içip kendimi yatağa dar atıyorum. Resmen sızmışım. Sabah kuş sesleri ile
erkenden uyanıyorum. Kahvaltıdan sonra deniz kıyısında buluşulacak deniyor.
Eşyalarımız sepetler içinde kıyıya dizilmiş. BC,regülatör tüplere takılmış bizi
bekliyor. Burada düzen sabah iki dalış, öğlen yemek ve öğleden sonra bir dalış.
İlk dalış için deniz kenarına giderek BC mizi giyip, tüpü sırtlanıyoruz. Volkanik
taşlarda bata çıka denize giriyoruz. Allahtan ayaklarımızda patikler var. Dalga
da zor bela paletleri giyip kendimizi suya bırakıyoruz. Bizim grup, dört kişi.
Dört kişiye bir rehber var. Neşe, diğer grupta. Rehberimiz bizi sırayla suya
soktuktan sonra sol tarafa gitmek üzere
dalışa geçiyoruz. Dalış bölgesinin adı “House Reef”. İlk dalış olduğu için
fotoğraf makinelerini almıyoruz.
Denizin içine araba lastikleri dizmişler. Bir çeşit yapay
resif oluşmuş. Bu güne kadar hiç görmediğimiz nazar bocuğu şeklinde mavi beyaz
balık dikkatimizi çekiyor. Dalış rahat geçiyor. Çıkışta balıklar dalgaya
kapılmış salınıyorlar. Dalga o kadar güçlü ki denizin altında bile gel gitler
şiddetli. Dalganın şiddetinden midem bulanıyor. Çıkışta giriş kadar zorlu,
dalgada paletleri çıkarıp, sırtında tüp ile kıyıya yürümek ayrı bir mesele.
Kıyı dalışı nasıl olsa, tekneye binmek yok deyip ilaç almamıştım. Sen
misin almayan, dalış sonrası koştur koştur odaya gidip Dramamin yutuyorum.
Kıyıda iki yanında kanatları olan garip tekneler var, dalış
için pek kullanışlı gözükmüyorlar. Aslında balıkçı teknesiymişler. Gezi ya da
iki kişiljk dalıcı grubu için kullanılıyormuş. Neyse ki bize öyle bir şey
yaptırmadılar.
İkinci dalışı bu sefer resifin sağ tarafına doğru yapıyoruz.
Bebek mürenleri görüyoruz. Her şeyin olduğu gibi onlarında bebekleri çok tatlı,
aman anne müren etraftadır neme lazım çok sokulmaya gelmez. İnce uzun yaprak
gibi balıklar dikey şekilde dans ediyorlar, bizi fark edince yataya geçip
uzaklaşıyorlar. Hiç görmediğimiz şeyleri görüyoruz. Dalış bir saatten fazla
sürüyor.
Öğlen sadece meyve tabağı yiyorum. Öğleden sonra dalış için
dalış merkezinin önünde iki adet açık kamyonet ve bir minibüs bekliyor. Açık
kamyonetler çok keyifli. Minibüsün de kliması çalışıyor.
Sidem Macro Point denilen yere gidiyoruz. Gene kıyı dalışı
yapacağız. Bu sefer suya girmek o kadar eziyet gelmiyor. İnsanoğlu her koşula
ayak uyduruyor ve durumu normalleştiriyor. Bali ahalisi, dalış işini
benimsemiş, dalış öncesi tüpü kuşanmamıza, kıyıya çıkar çıkmaz tüpleri
çıkarmamıza yardımcı oluyorlar. Yaşlı başlı kadınlar, başlarının üzerinde tüp
taşıyorlar.
Suyun altı makro çekim için bir cennet. Ortalık deniz
tavşanlarından geçilmiyor. Tombul deniz yıldızları, sarı renkli kurbağa
balıkları, siyah beyaz banner balıkları da cabası. Dalış bir saate yakın sürüyor.
Akşam havuz başında tanışma faslı yapılıyor. Herkes kendini
tanıtıyor. Otelde üç havuz var, ikisi iki katlı odaların önünde, diğeri de
restoran tarafında. Otelin işletmesini biri kadın diğeri erkek iki kişi
yapıyor. İkisi de sarışı ve uzun boylu. Erkek olan Finlandiyalıymış, adı Milka,
kadın olan ise Nicole, o da İsveçliymiş. Çok tatlı bir çift.
Yemekten sonra bizim dalış rehberleri havuz başında konser
veriyorlar. Çok güzel gitar çalıyorlar. Ben de cajon çalıyorum az buçuk. Hava
güzel, ortam güzel, biz güzeliz.
24
Nisan 2023 Pazartesi
Sabah Burçin dalışa gelemiyor. Gece sivrisineklerden
uyuyamamış. Arabalara binerek Tulamben köyündeki dalış noktasına gidiyoruz. İlk
dalışı sağ tarafa Drop off denilen bölgeye doğru yapıyoruz. Reef çok zengin ve
renkli. Kaya kovuğunda iki adet müren ile göz göze geliyoruz. Yan yana durmuş
etrafı seyrediyorlar. Papağan balığı, Picasso balığı, kutu balığı, çatal
kuyruklar, aslan balığı, rengarenk mercanlar, ne ararsan var.
Dalış arasında rehber ile sohbet ediyoruz. Rehberimiz Darma
dört çocuklu fakir bir çiftçi ailesine mensup. İlk okuldan sonra ailesi çok
fakir olduğu için okuyamamış. İngilizceyi dalış için eğitim alırken öğrenmiş.
Yüz kelime ile derdini anlatıyor. Turizm, özellikle de dalış turizmi bölge
halkına yeni bir ekmek kapısı olmuş. Tulamben’e
gelmek eziyetli olduğu için genelde bu bölgeyi bizim gibi dalıcılar
tercih ediyormuş. Balililer yaşlarını hiç göstermiyor. Darma 31 yaşındaymış. Buradaki
kızlar eskiden aile evinine ilave edilen bir odaya razıyken şimdilerde ev
istiyorlarmış. Kız arkadaşı ile evlenmek için ev parası denkleştirmeye
çalışıyormuş. Bankadan kredi almış. Üç yıl içinde evini tamamlayıp, borcu
bitirirse evlenecekmiş. Gelirken seyrettiğim filmde gördüğüm erkeklerin taktığı
önü fiyonklu başlığı soruyorum. Başlığa “Uda” diyorlarmış. Tapınağa
gidildiğinde, düğün gibi özel günlerde erkelerin taktığı bir çeşit sarık.
İkinci dalışı, sol taraftaki Coral Reef’e yapıyoruz.
Anemonlar, trompet balıkları ve kaplumbağa ve beyaz deniz yılanı ikinci dalışın
sürprizleri.
Öğleden sonra Liberty Batığı’na gidiyoruz. Liberty, 1915 yılında
Amerika’da inşa edilmiş 120 metre boyunda buharlı kargo gemisi. İkinci Dünya
savaşı esnasında gemiye iki adet silah monte edilmiş.11 Ocak 1942’de Lombok’un
15 kilometre güney-batısında, ham kauçuk ve demiryolu malzemeleri taşırken,
Japon denizaltısı tarafından torpillenmiş. Gemi ABD muhripleri tarafından Bali
limanına çekilmek istense de, çok fazla su aldığı için Tulamben kıyılarına
bırakılmış. Japonlar 1942-1963 yılları arasında geminin ABD’ye verilmesini
engellemiş.
1963 yılında Agung dağı patlamış, Patlama gemiyi daha
derine doğru yuvarlamış, yuvarlamakla da kalmamış gemiyi iki parçaya ayırmış.
1978 yılından bu yana da dalıcılar için, en güzel batık dalışı bölgesi olmuş.
Derinlik 15 metreden başlıyor, 30 metreye kadar iniyor. Su, planktonlardan
dolayı bulanık, bu nedenle gemi tam bir
hayalet gemi. Gemiden geriye de hiçbir şey kalmamış. Deniz canlıları üzerini
kaplamış, geminin yeni sahipleri balıklar gezinip duruyor. Çıkarken
kaplumbağayı fark ediyorum. Epey bir seyrediyorum. Hiç istifini bozmadan
yemeğini yemeye devam ediyor.
Arabalara binerken Neşe, dalış bilgisayarını kaybettiğini
söylüyor. Tam suya girerken kaybolduğunu fark etmiş, rehber etrafa biraz
bakınmış ama dalgadan görememiş. Daha yeni almıştı. Dün bir, bugün iki demeye kalmadan bilgisayar gitti gider. Dalış
malzemeleri eskisi gibi değil, çok pahalandı. Bilgisayar olmuş 800 Euro. Bulunur
diyoruz, canın sağ olsun diyoruz ama, ne kadar üzüldüğünü de görüyoruz.
Gel Neşe, biz bu işin peşine düşelim diyorum. Ne yapacağız
ki diyor. Rehberlere haber salalım, bulana da 50 dolar ödül verelim diyorum.
Bizim rehber Darma ile Neşelerin rehber Yadnya’yı sigara içerken buluyor,
durumu anlatıyoruz. Ben 50 USD ödül diyorum, Neşe 100 USD diyor. Ağanın eli tutulmaz artık.
25
Nisan 2023 Salı
Burçin dalışa gelemiyor. Gece hastalanmış. Sabahleyin iki
dalış gene Sidem’de yapılacak. Dalıştan önce Darma ve Yadnya yanımıza
geliyorlar. Sabah erkenden Neşe’nin bilgisayarını bulmak için dalmışlar ama
görememişler. Neşe’nin yüzü düşüyor. Bayağıda ümitliydik.
İlk dalışta sırtına sanki beyaz metal düğmeler
yapıştırılmış gibi pulları olan balığın uzun uzun videosunu çekiyorum. Dalıştan
sonra, ikinci dalış için beklerken Aydın
Kışınbay animasyon grubu olarak kızlar dans gösterisi yapıyoruz. O ne uyum
öyle, hep birlikte bir sola bir sağa gidiyor sonrada dönüyoruz. Bizi görende
kırk yıldır birlikte dans ettiğimizi sanır.
İkinci dalış makro çeken arkadaşlara göre. Mini minnak
canlıların cenneti burası. Karidesler, deniz atları, deniz tavşanları, ne
ararsan var. Bir ara kuma gömülü dil balığı fark ediyorum. Üzerindeki kumları
havalandırınca meydana çıkıyor sonra gene gömülüyor.
Öğleden sonra Hakan ‘da dalmak istemiyor. Evşen ile ikimiz
kalıyoruz. Nazar boncuklu balığı başka hiçbir yerde göremedik. İlk gün otelin
önünde ki dalışta görmüştük. O zaman öğleden sonra otel önünden dalalım
diyoruz. Darma, Evşen, ben üçümüz dalıyoruz.
Lastik tekerleklerin olduğu yerde bizimki dolanıp duruyor. Çok da hareketli,
hayvanı yakalayacağız diye epey bir debeleniyoruz. Balığın peşinde koşarken
havam azalıyor, Evşen’den hava otlanıyorum. Otlana, dolana elli dakika geçmiş.
Tam çıkarken Evşen video ışıldağını düşürüyor, neyse Darma bulup getiriyor.
Akşamüstü bizim rehberler size müjdemiz var diye balkona
geliyorlar. Bilgisayarı buldular sanıyoruz. Yok bulmamışlar, akşam kalabalık
bir ekip olarak arayacaklarmış. 100 USD için teyit almaya gelmişler. Neyse
çocukları buyur ediyoruz. Kola, kuru yemiş ikram ediyoruz. Evşen’de geliyor.
Tam o sırada Yadnya’ya telefon geliyor. Bilgisayar bulunmuş, bulan çocuk
resepsiyondaymış, versinler parayı alsınlar bilgisayarı diyormuş. Çocuklarla
beraber Neşe çantasını kaptığı gibi resepsiyona koşturuyor, çok geçmeden
kolunda bilgisayar , yüzünde güller açarak geliyor. Çocuk bilgisayarı verirken
az kalsın yere düşürüyormuş. Paraya uzun uzun bakmış. Bu kadar büyük parayı
belki de hayatında ilk defa görmüş garibim.
26
Nisan 2023 Çarşamba
Sabah Burçin kalkamadı, üstelik Hakan’da hastalanmış. Kabahat
içtikleri buzlu birada mı, yoğun çalışmanın üzerine tatilde adrenalinleri mi
düştü bilmiyorum. Bugün Evşen ile birlikte biz bize dalacağız. Rehberin işi
kolay.
İlk dalış Kubu köyü yakınında ki Boga Batığı’na yapılacak.
Batık, suya girdiğimiz yerin solunda
kalıyor. Batığa doğru giderken birden
havalanıyorum. Ağırlık torbalarımdan biri düşmüş. Ben patlarken Evşen fark
ediyor. Ağırlığı gösteriyorum, o arada rehber ağırlık torbasını bulup,
yükselerek yanıma geliyor ve cebime koyuyor, tekrar aşağı iniyorum. Nefes
nefeseyim. Debelenirken havamın yarısını harcamışım. Sonunda batığa varıyoruz. Boga
gemisi Endonezya Hükümeti tarafından kullanılan bir devriye gemisiymiş. Gemi
2012 yılında, deniz yaşamı için yapay bir resif ve ilgi çekici yeni bir dalış
alanı yaratmak için kasıtlı olarak batırılmış. Boga Batığı şu anda sahilden
yaklaşık 60 metre açıkta, yaklaşık 45 metre uzunluğa sahip kumlu bir yamaçta
bulunuyor. Geminin başı 18 metre, kıçı 40 metre derinlikte. Liberty kadar büyük olmasa da, Boga'nın
keşfedilmeye değer kılan kendine has bir cazibesi var.
İki gemi enkazı arasında fark edeceğiniz en önemli
farklardan biri, Boga Batığının hâlâ büyük ölçüde bozulmamış olması. Pruvası
kıyıya dönük, pervanesi denize doğru. İlgi çekici özelliklerinden bazıları,
geminin üst güvertesinde yer alan ahşap direksiyon simidi, içerisinde yer alan
anforalar ve bir Volkswagen otomobil.
Otomobilin sadece dört tekeri ve şasisi kalmış olsa da ilgi çekiyor işte. Havam
azalıyor. Ağırlık düştüğünden beri nefesim düzelemedi. Dalışı bitiriyoruz.
Karaya çıktıktan sonrada bir müddet nefesim düzelmiyor. Sanki çelik kafes
giymişim gibi ciğerlerime hava dolmuyor. Aradan ne kadar geçiyor bilmiyorum, sanki
balon şişer gibi ciğerlerim açılıyor ve hava doluyor. Oh be dünya varmış.
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Dalış malzemelerini koyduğumuz yerin hemen yanında Pura
Segara (Deniz Tapınağı) var. Tapınağın önünde resim çektiriyoruz. Benim mayo
değiştirme bornozum epey işe yarıyor. Millet mayosunun üzerine benim bornozu
geçirip tapınak önünde resim çektiriyor. Tapınağın içine girmesek de etraftaki
ahalinin inancına saygı gösteriyoruz.
İkinci dalışı sağ tarafa giderek yapıyoruz. Burası yapay
resif. Denizin içine üç tane bisiklet bir tane de motosiklet koymuşlar. Bisikletlerden
birine biner gibi yapıyorum. Evşen kaçırır mı hemen resmimi çekiyor. Tapınak
şeklinde yapılar yapmışlar, balıklar ayin yapıyorlar. Çöpçü balıkları yerlerde
eşeleniyor. Bir diğer resifte triger balığına rast geliyorum. Dişlerine kadar videoya
alıyorum. Yapıştığı yüzeyle hem hal olmuş kaya balığı var. Onu da kayda
alıyorum.
Dalış dönüşü şoföre rica ediyoruz. Agung yanar dağının resimlerini çekiyoruz. Konik kapkara
renkli aktif yanardağ en son 1963 de püskürmüş ve bu patlamada 100.000 kişi
hayatını kaybetmiş. 2017 de de havaya kül püskürtmüş, 140.000 kişi tahliye
edilmiş, neyse ki ölen kalan olmamış. Agung Dağı, adanın en yüksek noktası ve Hindular tarafından Tanrıların
evi olduğuna inanılıyor. O nedenle Agung Hindular için kutsal ve saygı
göstermek gerekiyor. Geçen ay Endonezya hükümeti, Agung Dağı'nda belden aşağısı çıplak şekilde çektiği
fotoğrafı Instagram'da paylaşan Yuri isimli Rus
turisti sınır dışı etmiş.
Öğleden sonra Evşen dalmak
istemiyor. Masaj yaptıracakmış. Hakan ile Burçin hasta. Bu durumda ben, Darma
ile tek dalacağım. Özel dalış olacak. Ben rehber ve fotoğraf makinem. Öğleden
sonra başka bir yapay resife gidiyoruz. Fotoğraf ile uğraşmıyorum. Bol bol
video çekiyorum. Balık sürüleri, karşı karşıya gelip birbirine dayılanan
trompet balıkları, mürenler derken gerçekten VIP dalış oluyor.
Odaya çıktıktan yarım saat
sonra Darma eşyaların olduğu sepeti getiriyor. Hepsini yıkamış, getirip balkona
asıyor. Bali Dive Resort’da hizmette sınır tanımıyorlar. Her bloğun önünde iki
ayrı varil var, dalıştan sonra birine maske, bilgisayar, fotoğraf makinelerini,
diğerine de giysi, patik, eldivenleri daldırıp çıkarıyoruz. Diğer ekipmanları
da yıkayıp getirdiler. Geriye bir kuruması kaldı.
Akşam yemekten sonra
masaya üç adet pasta geliyor. Şeyda, Bahar ve Yasim’in doğum gününü kutluyoruz.
Nicole ile Milka’da geliyorlar. Beraber resimler çekiliyor, pastalar yeniyor.
Yemekten sonra rehberler
gitarları ile gelip bize veda konseri veriyorlar. En güzel de Eagles’ın Hotel California şarkısını, “Welcome to the Hotel California” diye başlayan
nakaratını değiştirerek “ Welcome to the Hotel Bali Dive” diye söylüyorlar.
Yarın erkenden yola
çıkacağız. Çantaları akşamdan hazırlıyoruz. İçimize bir hüzün çöküyor.
Alışmıştık valla buranın sıcağına, kıyıdan dalmaların eziyetine, personelin güler yüzüne, yemeklerine.
Sevmiştik Tulamben’i, Kuta’yı, açık arabalar ile gidiş gelişleri, kızarmış muzları.
Agung yanar dağı biz buradayken patlar mı patlamaz mı diye endişelenmeden
yanından geçiyor, yaşayıp gidiyorduk ne güzel.
27 Nisan 2023 Perşembe
Kahvaltıdan sonra, arabaya
biniyoruz. Otobüsümüz büyük ve konforlu. Bugün dalış yok, kültür turu
yapacağız. Bali köylerinden geçiyoruz. Rehberimiz Çitra Bali hakkında bilgiler
veriyor. Bali adasında tüm halk Hindu. Evlerin bahçelerinde çiçek ve tütsü
sunulan sunaklar var. Her evin kendine ait tapınaklarıymış bu sunaklar.
Evlerini de inançlarına göre konumlandırıyorlarmış. Binalar bir avlu etrafında
yapılıyormuş. Kuzey ve doğu yönleri kutsal mekanlar, mutfak evin güney
cephesinde oluyormuş. Yatak odası kuzeyde oluyormuş, yani kutsal yönde. Uyurken
de başlarının kuzey yönünde olması gerekiyormuş.
Her yönün ayrı rengi var.
Batı-sarı, doğu-beyaz, güney-kırmızı, kuzey-siyah. Ayrıca her yönünde kendi
tanrısı var. Shiva, yok edici tanrı ve merkezde bulunuyor. Brahma, güney
yönünde ve yaratıcı tanrı, Vişnu,kuzey yönünde ve umudun tanrısı, Varuna batı
yönünde okyanusların ve sualtının tanrısı, İndra doğu yönünde göklerin,
yağmurun, savaşın tanrısı. Reankarnasyona inanıyorlar. Tanrılarda reankarne
oluyorlar. Krişna, Vişnu’nun on avatarının sekizincisiymiş.
Ölülerini yakıyorlar ve
küllerini okyanusa döküyorlar. Hindu inancına göre topraktan geliyoruz, hava
ile nefes alıyoruz, ateşte yanıp suya karışıyormuşuz. Her evin kendi tapınağı
var. Ayrıca mahalli tapınakları ve 210 günde bir gittikleri büyük tapınak var. Kadınların
aybaşı gördükleri dönemde tapınağa girmeleri yasakmış.
Rehberimiz biz Balililer
için iki şey çok önemli diyor. Birincisi geleneklerimiz, ikincisi de inancımız.
İnancımıza göre iki şey birbirinden farklıdır diyor. Bu diyalektikte geçen
“Zıtların Birliği” prensibine uyuyor. Diğeri de her inanca saygılıyız, herkes
ile iyi geçinmeye çalışırız diyor. Bu da Mevlana’nın “Ne olursan ol gel”
düsturuna uygun. Zaten balililer de tüm dinler Bali’den çıkmıştır demiyorlar
mı?.
Kaplumbağa kutsal sayılıyor.
Dünyanın kaplumbağa sırtında olduğuna inanıyorlar. Kaplumbağa kıpırdamadan
durursa her şey yolunda, kaplumbağa sağa sola kıpırdandığında da deprem oluyor,
yanardağ patlıyor, dünya alt üst oluyor. Bu da bizim dünyanın sarı öküzün
boynuzları üzerinde olmasına inanmamız gibi. Metaforlarımız bile ne kadar
benziyor.
Otobüsümüz Tegallalang’da
ki, Luwak Kafenin önünde duruyor. Kopi Luwak dünyanın en az üretilen ve en
pahalı kahvesi. Misk kedisinin yediği ve
sonrasında dışkıladığı kahve çekirdeklerinden üretiliyormuş. Hayvan
dışkısındaki kahve çekirdekleri önce
toplanıyor, dezenfekte ediliyor, kavruluyor, sonrada paketleniyormuş
Kafenin girişinde iki tane
kafes var. İçinde misk kedileri yatmış uyuyor. Uzun kuyruğu olan boyca da uzun
kediler. Kadınlar odun ateşiyle yanan ocak üzerindeki saçta kahve
çekirdeklerini kavuruyorlar.
Masalara sunum bardakları
getiriyorlar. Mango kahvesi, vanilya kahvesi, avokado kahvesi diye çeşit çeşit
kahve. Beğendiğini sipariş ediyorsun. Yanda ki satış mağazasından da beğendiğini
satın alıp evine götürebilirsin. Luwak Kahvesi sunum bardaklarında yok, onu
ayrıca sipariş ediyorsun. Birkaç arkadaş sipariş veriyor, gelenlerden bir yudum
tadıyorum. Benim kahve ile aram yok. Tadı bizim bildiğimiz kahveden daha hafif
ama gene de bana göre değil.
Tadımdan sonra alış veriş
yapılıyor, kahveler ve küçük şişelerde satılan kokulardan alınıyor. Seyir
terasında resim çektiriliyor.
Kintamani bölgesine
gidiyoruz. Burada Batur yanardağı ve Batur krater gölünü göreceğiz. Batur
yanardağı 1.700 metre yüksekliğinde ara ara patlayan bir yanardağ. Kayda alınan
ilk patlama 1804 de, son patlama da 2.000 yılında olmuş. Bölge milli park ilan edilmiş. Girişin
yanında kapısında “Museum Gunungapi Batur
dan Pusat Pelatihan Geominerba” (Batur
Yanardağ Müzesi ve Geominerba eğitim merkezi) yazan modern bir bina göze çarpıyor.
Otobüs içeri giriyor. Yemek
yiyeceğimiz restoran önünde duruyor. Aklım müzede kalıyor, arkadaşlar yemek
yerken bir gidip bakmak istiyorum. Dergun abide, metalürji mühendisiyim, beni
de ilgilendiriyor deyince ikimiz bir koşu tutturup müzeye gidiyoruz.
Müzeye giriş ücretsiz,
girmeden ismimizi ve ülkemizi kaydediyorlar. Bina girişine bölgenin kocaman
maketini koymuşlar. Giriş katında volkanın patlaması sonucu oluşan kaya
örnekleri var. Andezit, obsidyen, tüm başkalaşım kayaçlarını görmek mümkün.
Katman katman oluşan kayaçlar sergileniyor. Bazılarına klinker yazılmış,
aslında klinker değil bir tür pozolon olan volkan cürufu. Hiç ham halde
görmemiştim, adeta sanat eseri.
Dergun abi bir üst kata
çıkmak istemiyor. Ben rampa vasıtasıyla üst kata çıkıyorum. Üst katta tabiat
tarihi ve kültür ile ilgili görseller var. Bali’ye özgü bitki örnekleri, tarım
toplumu oldukları için, tarım ile ilgili ev aletleri, toprak kaplar
sergileniyor. Sanskritçe tabletler var. Bir de Belandingan köy evi maketi var.
Müzeden çıktıktan sonra
rampalar vasıtasıyla aşağı iniyor, otoparka varıyorsunuz. Binanın kendisi kadar
rampalara para harcamışlar. Otoparkta köpek ordusu etrafımı sarıyor, koro
halinde havlayıp sonra dağılıyorlar.
Yemek yenen yere geliyor,
alelacele bir şeyler atıştırıyorum. Restoran, Batur gölü manzaralı. Balkondan
manzaraya bir göz atıp otobüse doğru yollanıyorum. Otobüse gidene kadar sağlı
sollu hediyelik eşya satıcıları etrafımı sarıyor. Nazikçe reddediyorum, evde
yer kalmadı, ne tişört, ne şal, ne de
hediyelik eşyayı gözüm göresi var.
Ubud’a gidiyoruz. Burada, bilgi,
müzik, sanat ,konuşma, öğrenme, edebiyat, sanat ve bilgelik tanrıçası
Saraswati'ye adanmış, Saraswati tapınağını göreceğiz.
Tapınağın önüne gelince
arkadaşlarımız şortlu oldukları için buralara özgü kimi desenli, kimi sarı
renkli örtülerden veriyorlar. Herkes şalları beline sarıyor. Erkek arkadaşların
etekli hali hepimizi güldürüyor. Ben
tapınak gezeceğiz diye şalvar giymiştim, o nedenle örtü almıyorum. Örtüler
sentetik, çok geçmeden millet pişmeye başlıyor.
Burası bir bahçe tapınağı.
İçerde bir büyük, bir de küçük iki tane gölet var. Küçük gölette kaplumbağa ve
iki yanında koruyucu ejderhaları görüyoruz. Sanatsal olarak çok etkileyici.
Bahçesi de çok bakımlı. Tapınağın cennet kapısı önünde topluca resim
çektiriyoruz. Cennet Kapısı, tüm tapınaklarda görülen üçgen bir taşın ortadan
kapı genişliği kadar boydan boya kesilmesi ile elde edilen sembolik bir geçiş.
Son durağımız Tegallalang’ın
en ucunda yer alan Abian Desa Pirinç
Terasları. Burası Ubud’un en çok ziyaret edilen, UNESCO Dünya Mirası listesine
alınmış, turistik yerlerinden biriymiş.
Pirinç teraslarının yanı
sıra, aşağıdaki vadiye doğru sallanan salıncaklar kurulmuş, artistik fotoğraf
çektirmek isteyenler için fotoğraf makineleri hazır, önden arkadan sallanırken
fotoğraf çekiliyor. Vadinin bir ucundan diğer ucuna iki tane tel gerilmiş,
insanlar telin birinden gidip diğerinden geliyorlar. Bu aktiviteye zipline
deniyor. (Zipline, yüksek bir noktadan, alçak bir noktaya
bağlanmış çelik halat vasıtası ile emniyet kemeri giyerek kendi ağırlığınızla
ve yerçekimi yardımıyla kayma aktivitesine denir. Tekerlekli bir makara çelik
halata bağlanarak hızlanma sağlanır)
Bizim grup “I Love Bali”
yazan panonun önünde resim çektirdikten sonra herkes bir tarafa dağılıyor.
Yarım saat süre veriliyor ama bizim hanım kızlar salıncağa, Burçin ile Hakan’da
zipline’a koşturunca, salıncakta da çok sıra olunca haliyle süre uzuyor. Biz de
Neşe ile etrafı seyrediyor, yeşilin tadını çıkarıyoruz. Otobüse dönünce,
verilen süreye uyan arkadaşlar biraz söylense de herkes mutlu mesut yerine
oturuyor.
Saat 18:00 de Kuta’da ki
otelimize varıyoruz. Günlerce küçük köylerin sakinliğine alışmışız, şehrin
gürültüsü bizi karşılıyor. Otelimiz Kuta Seaview, plaj ile arasında yol olan,
ünlü markaların bulunduğu cadde üzerinde sevimli bir butik otel.
Akşam yemeğini otelde
yiyoruz. Yorulmuşuz, yarında üç dalış yapacağız. Odaya yarım yamalak yerleşip
yatıyoruz.
28 Nisan 2023 Cuma
Bugün Nusa Penida adasında
dalış yapacağız. Buradaki dalış sistemine göre sabah erkenden teknelerle
giderek iki dalış yapıp, öğlen yemeği
yiyor, sonrada son dalışı yapıp saat
15:00 gibi kıyıya dönülüyormuş.
Sabah 6:30 da otelden
ayrılıyoruz. Kahvaltı saatinden önce yola çıktığımız için otelden kumanya
hazırlamışlar. 45 dakika yol gittikten sonra Sanur’da ki Blue Season dalış
merkezine varıyoruz. Eşyaları sepetlere koyuyor, kahvaltı yapıyoruz.
Su, buralarda soğukmuş. Bizim giysiler ince
gelebilirmiş, benim sepete kalın dalış
elbisesi koyuyorlar. Eşyalar önden gidiyor. Bizlerde minibüsler ile on beş
dakika kadar gittikten sonra deniz kıyısına varıyoruz. Aydın, bizi gruplara
ayırmış. Evşen gelmediği için ben, Neşe, Burçin, Hakan bir grup oluyoruz. Biz
nispeten küçük bir tekneye biniyoruz. Diğer arkadaşlar da 7 kişilik iki grup
halinde diğer iki tekneye biniyorlar.
Bizim grupta bizden başka,
dalış rehberi olarak Güney Afrika’lı Chris, rehber eğitimi gören Japon Mina ile
İngiltere’den Oscar, kaptan ve kaptanın yardımcısı var. Çift motorlu tekne
hareket ediyor. Deniz dalgalı, kırk beş dakika teknenin içinde hoplaya zıplaya
gidiyor, Nusa Penida adasına varıyoruz. İçimiz dışımıza çıktı, iyi ki ilaç
almışım.
İlk dalışı Manta Point de
yapıyoruz. Akıntı var ama rahatsız edici değil, akıntıda geri dönmeyeceğiz
nasıl olsa, sudan çıktığımız yerden tekne bizi alacak.
Dalış, tekneden sırt üstü
atlayarak başlıyor. Dalış başladığında Neşe bir türlü aşağıya inemiyor.
Ağırlığı yetmiyor galiba. Ağırlık ilave ediyorlar, yok gene olmuyor, morali
bozulup dalmaktan vazgeçiyor. O çıkınca Mina’da çıkıyor. Biz geri kalan altı
kişi dalışa geçiyoruz.
İner inmez manta ile karşı
karşıya geliyoruz. Tüm dalış boyunca sayısız manta görüyoruz. Hatta bir tanesi
ile öyle yüz göz oluyorum ki, göz göze geliyoruz, hayvan yolunu değiştiriyor.
Bu akıntıda resim çekmekle uğraşılmaz, bol bol video çekiyorum.
Dalış bittikten sonra
tekneye çıkmak bir mesele. Dalgalı denizde, merdivene tutunup paletleri çıkar,
sırtında tüp, ceplerde ağırlık merdivenlerden çık olacak iş değil ama oluyor.
İkinci dalış için tekne yer
değiştiriyor. Bir on beş dakika kadar gittikten sonra ikinci dalışı yapıyoruz.
Neşe teknede kalmaya karar veriyor, biz suyun altına iniyoruz ki amanın o ne?
Nasıl bir akıntı anlatamam. Sanki uçuyoruz. Açıyı değiştir olmuyor, mercanın
arkasına geç gene olmuyor. Tek çare arada bir mercana tutunup hız kesmek.
Allahtan vazo şeklindeki mercanlar sağlam çıkıyor da, hız kesmek için tutunduğumda
kopup elimde kalmıyor. Bir müddet sonra akıntı hafifliyor. Aslında akıntı çekim
için ideal. Basıyorsun video modunun düğmesine, şaryo üzerinde gider gibi çekim
yapıyorsun.
Artık ne çektim, ne gördüm
farkında değilim. Deniz şakayıkları akıntıdan bir tarafa yatmış, palyaço balıkları
ortaya çıkamıyor. Büyük balıklar bile akıntıya kapılıp bizle beraber
sürükleniyorlar. Rehber uçuyor, Burçin uçuyor, Hakan uçuyor, hepimiz uçuyoruz.
Biz 45 dakika uçuyoruz. Adrenalin had safhada. Dalış sonunda nerelere
sürüklendiysek, bir balon yetmiyor, iki balon açıyoruz. Neyse teknemiz Epsilon
2 sonunda gelip bizi topluyor.
Tekne bu sefer nispeten az
dalgalı bir kıyıya yanaşıyor. Kıyı boyu oteller var. Milletin Bali’de balayına
gittik, dediği oteller bunlar olsa gerek.
Öğle yemeğimizi yedikten sonra, biraz bekliyor, hop gene dalış. Toya
Pata’da ki dalışa Hakan, kulakları çok acıdığı için katılamıyor. Burçin ile
ikimiz, üç dalış rehberi ile VIP dalış yapıyoruz. Hep öyle olur. Hep son dalış
en güzel dalıştır. Akıntı hafif, kaplumbağalar, mürenler etrafımızda, rengarenk
mercanlar, rengarenk balıklar. Bitmesin n’olur, bu dalış bitmesin. Bitiyor
tabi. Her güzel şey gibi bunun da sonu geliyor. Tekneye çıkarken hepimizin yüzü
gülüyor. Mola mola (Güneş Balığı) görmeyi çok isterdik ama mevsimi değilmiş,
sağlık olsun.
Tekne gene kırk beş dakika
bizi hoplatıp zıplattıktan sonra kıyıya varıyor. Dalış merkezine döndüğümüzde
bizden önce kimsenin gelmediğini görüyoruz. Etrafı inceliyorum. Her yer
tertemiz, rehberlerin ekipmanları için özel askılar yapılmış. Ekipmanları
yıkamak için ayrı ayrı yalaklar yapılmış. Tesiste bir de kocaman yüzme havuzu
var. İşletmecisi de bir hanım. Kendisi ile tanışıyorum. Adı Maria, Alman
vatandaşıymış. Tertibin düzenin nedeni anlaşılıyor. Alman disiplini diye boşuna
denmiyor Bravo valla. Disiplin ekibe de sirayet etmiş, her işlerini ciddiye
alıyorlar. Her şey kuralına göre işliyor.
Ekipmanlar geldikten sonra,
yıkamak için izin istiyorum, tabi diyorlar. Verdikleri dalış elbisesi için ne
kadar kira ödeyeceğim diyorum, lafımı olur diyorlar. Tavırları çok hoşuma
gidiyor. Bravo Aydın’a çok iyi ekipler ile iş birliği yapıyor. Maria’ya gezi
notları yazdığımı söylüyorum. Bana da gönder diye kartını veriyor. Google ile
Türkçeden çeviririm nasıl olsa diyor.
Dalış merkezinden ayrılıyor,
otele geliyoruz. Akşam otelin önündeki caddede geziniyoruz. Otelin yakınında Uniqlo
diye Türkiye’ye gelmemiş Japon markası var, onun mağazasını geziyoruz. Otele
dönüp erkenden yatıyorum. Yarın gene kültür turu var.
29 Nisan 2023 Cumartesi
Kahvaltıdan sonra minibüse
biniyoruz. Bugünkü kültür turuna 14 kişi katılıyor. Rehberimiz Arya, çok güzel
Türkçe konuşuyor. Türkiye’den gelen turistlerden öğrenmiş. Türkiye’ye hiç
gitmemiş ama Türkiye hakkında çok şey
biliyor. Türkiye’den epey ünlü arkadaşı var. Mustafa Koç’u bile vakti zamanında
gezdirmiş.
Bize Endonezya ve hindu dini
hakkında genel bilgiler veriyor. Endonezya 1511 yılında Portekizlilerin
istilasına uğramış. Daha sonra İspanya, Hollanda ve İngilizler istilaya
katılmış. 18. Yüzyılın sonlarına doğru sömürgeciler aralarında anlaşarak
Endonezya’yı Hollandalılara bırakmış. 1900’lü yılların başlarında Ahmed Sukarno
önderliğinde bağımsızlık mücadelesi başlamış, İkinci Dünya Savaşında Japonya, Endonezya’yı işgal etmiş. 17
Ağustos 1945’te Japonların teslim olmalarıyla Endonezya’da Ahmed Sukarno
başkanlığında bir hükûmet kurularak bağımsızlık ilan edilmiş.
Endonezya’nın toplam nüfusu
271 milyon olup, halkın yüzde seksen yedisi müslüman, yüzde onu hinduymuş. Geri
kalanı da diğer dinlere inanıyorlarmış. Milattan sonra 1. yüzyılda adalara
gelen Hintliler hindu inanışını yaymışlar, daha sonra 12.yüzyılda müslümanlar
gelerek halkı müslümanlaştırmışlar, Bali adasında hindu inancı sert
uygulandığından, müslümanlar Bali’ye gelememişler. O nedenle Bali adasında
yüzde 90 hindu, yüzde on müslüman nüfus varmış.
Endonezya 17 binden fazla
adadan oluşuyormuş. Bu adaların en büyüğü Borneo adası olup, yüzölçümü
neredeyse Türkiye kadar 770.000 m2 nüfusu ise 19 milyonmuş. Halkın yüzde doksanı
Müslümanmış. Ada da tik ağacı, maun, abanoz ağaçları yetişiyormuş.
Orangutanları ile ünlüymüş.
İkinci büyük adası olan
Sumatra 473.000 km2 alana ve 60 milyon nüfusa sahipmiş. Kahvesi ünlüymüş, Adada
fil, kaplan, geyik yaşıyormuş. Bir de laf aramızda esrar üretimi varmış. 2004
yılında 8,4 şiddetinde deprem olmuş. Depremden yarım saat sonra gelen tsunami
ile 35.000 kişi hayatını kaybetmiş. Sumatra’nın kuzeyinde tarikat Müslümanlığı
varmış.
Üçüncü büyük adası ise
başkent Cakarta’nın da üzerinde olduğu Cava adasıymış. Yüzölçümü 128.000 m2
olmasına rağmen 130 milyon kişi yaşıyormuş.
Bizim Bali’ye gelirsek,
yüzölçümü 5.600 km2 olup nüfusu 4,5 milyon kadarmış. Eskiden tarım ile geçinen
ada şimdilerde turizm ile geçimini sağlar olmuş. Bali tapınakları nedeniyle,
bin tanrı adası diye adlandırılıyormuş.
Endonezya’da iklim, tropikal
iklim, her zaman nemli ve yağmurluymuş. Gene de iki mevsim var diyorlar. Nisan
ve Eylül arası nispeten kuru, Ekim ve
Mart ayları arası daha yağmurlu oluyormuş. Temmuz Ağustos ayları en sıcak
aylarmış.
Ana yemekleri pirinçmiş. Çay
Endonezyalıların hayatında çok önemliymiş. Peynir, salata yemek kültürlerinde
yokmuş.
Bali’de de hindu inanışının
gereği karmaya inanıyorlarmış. Ölülerini yakıyorlarmış Yakma nedenleri de,
hindu inanışına göre insan, hava, rüzgar, ateş, su ve toprak olmak üzere beş
elementten oluşuyormuş. Ölülerini odun ateşi ile yakıyorlarmış, çünkü duman
görmek istiyorlarmış. Duman rüzgar ile havaya karışıyormuş. Beden yandıktan
sonra kalan külü, yani kül de bir çeşit toprak olduğundan denize atıyorlarmış.
Böylece beş elementi tamamlamış oluyorlarmış. Kül suya kavuştuktan sonra reankarnasyon
başlıyormuş. Reankarnasyon için ölü bedenin yakılması şartmış. Gel gör ki yakma
işlemi çok pahalı bir işlemmiş. Rahipler davet edilecek para lazım, komşular
akrabalar yedirilip içirilecek para lazım. Tüm hazırlıklar için cenaze evde bir
hafta bekletiliyormuş. Bu süre içerisinde ceset bozulmasın diye tahnit
ediliyormuş. Çok fakir ya da kimliksiz cenazeler krematoryumda yakılıyormuş.
Eğer ailenin yeterli parası yoksa cenazeyi gömüyorlarmış. Onun için köyde
mezarlık varmış. İki yıl, üç yıl sonra aile parayı denkleştirdiğinde cenazeyi
mezardan çıkarıp sadece cenazenin kemikleri bile kalmış olsa bile yakma
işlemini yapıyorlarmış.
Hindu inanışına göre hayat
kolay değil diyor rehberimiz. İnanışa göre, her gün yeni bir şey öğrenmek
lazımmış. İnsanın altı düşmanı var diye devam ediyor, “Tembellik, öfke,
kıskançlık, kafa karışıklığı, sarhoşluk ve açgözlülük”. Reankarnasyona göre
cennete gitmek için iyi ve kötüyü ayırt etmek ve kendini geliştirmek gerekiyor.
Burada da kast sistemi
varmış. Dört ayrı kast grubu varmış. Birinci grup Brahmanlar yani rahip sınıf,
ikinci grup askerler, üçüncü grup vesaya yani tüccarlar, dördüncü grup ise
sutra yani çiftçiler.
Kişini hangi kasttan olduğu
isminin başına getirilerek söyleniyormuş. Kastlar arası evlilikler eskiden yokmuş,
ama günümüzde nispeten gevşemiş. Rehberimiz Arya çiftçi sınıfındanmış. Eşi ise
bir üst kasttan tüccar sınıfındanmış. İkisi aynı yerde çalışırken birbirlerini
sevmişler. Kızı istemeye gittiklerinde babası vermemiş. Onlarda ilişkilerini
gizlice sürdürmüşler. Gel gör ki hanımı hamile kalmış. Bunun üzerine kızı
tekrar istemeye gitmişler, baba gene reddedince; kaçarak evlenmişler.
Düğünlerine kızın ailesinden kimse gelmemiş. Çocuk doğduktan sonra yedinci gün
de ve 37. Günde yapılan ritüellere de katılmamışlar. Çocuk iki aylık olduğunda
el öpmeye gitmişler. Torunu görünce baba yumuşamış, ondan sonra görüşmeye
başlamışlar. Hanımı bir üst kasttan olmasına rağmen, bir alt kasttan evlendiği
için onun sınıfı da bir alt kasta düşmüş. Bugün üç çocuk sahibi mutlu bir aile
babası Arya. Hiç göstermiyor ama 57 yaşındaymış. Büyük oğlu 27, küçük oğlu 20
yaşındaymış, bir de 12 yaşında kızı varmış. Peki tersi olsaydı diyoruz. Erkek
üst kasttan kadın alt kasttan olunca işler daha kolaymış. Üst kastta para var,
refah var, kız babaları bayıla bayıla bir üst kasta kız veriyorlarmış. Kız da
evlilik sayesinde sınıf atlıyormuş.
Hindularda çocuk çok önemli.
Tarım toplumu oldukları için en az dört çocuk isteniyor. Erkek çocuk kıymetli,
hem kendisi hem de gelen gelin üretimde ucuz iş gücü sağlıyor. Kız ise koca
evine gittiği için kayıp emek.
Köylerde yaşam sağlıklıymış.
Köylerde süpermarket yokmuş, her sabah pazar kuruluyor ahali ne gerekiyorsa
pazardan taze taze alıyormuş. Köylerde
yaşayanlar sıtma ya da hummadan ölüyorlarmış, şehirlerde ise şeker ve
tansiyondan. Köylerde yemek el ile yeniyormuş. Kahvaltıda kızarmış muz, öğle
yemeklerinde pirinç çorbası tercih ediliyormuş. Yemekte konuşmuyorlarmış. Mısır
yaprağına sarılı sigara içiyorlarmış. Yılda üç kere pirinç hasadı yapılıyormuş.
Hasat orak ile yapılıyormuş.
Yürürken kadınlar önde , ya
da yan yana yürüyorlarmış. 1974 yılında tek evlilik resmileşmiş. Yabancıya mülk
satılması yasakmış, ancak kiralanabiliyormuş.
Tapınak kültürüne gelince,
bir kere her evin bir tapınağı varmış. Hindular Sabah 6:00 da güneşin doğuşu
esnasında ,öğlen 12:00 da ve akşam saat 18:00 da gün batımında olmak üzere günde üç kere ibadet
ediyorlarmış. Her köyde ayrı tapınak
varmış, bunlar bölgesel tapınak olarak adlandırılıyor. İşlevsel tapınaklar
varmış. Okul, hastane, otel gibi yerlerde olan tapınaklar bu sınıfa giriyormuş.
Bir de yılda bir kez dua edilen genel tapınak varmış. Dolunay zamanında da
tapınağa gidip dua ediliyormuş. Tarım toplumu oldukları için tüm işleri doğa
ile ilgili, duaları da ay, güneş, yağmur, fırtına üzerine.
Her yerde gördüğümüz içi
çiçekli çanakları soruyoruz. Bunlara çanan deniyormuş. Taze muz yaprağından
yapılan kare ya da yuvarlak çananlar içine kokulu çiçekler koyarak dilekte
bulunuyorlarmış. Kimi bereket getirsin diye dükkanının önüne koyuyormuş, kimi
işler iyi gitsin diye iş yerinin bir köşesine. Bu çananların 12 tanesi 10.000
Rupiye satılıyormuş. Çok para tabi. Onun için kadınlar evlerde kendileri
yapıyorlarmış.
Baliler, yaşam felsefesi
olarak Tri Hita Karana’ya inanıyorlarmış.
Buna göre yaşamlarında üç ilkeye göre
düzenliyorlarmış. Birincisi doğa ile insanın uyumu, ikincisi insanın insanla
uyumu, üçüncüsü de insanın tanrı ile olan uyumu.
Bali’de doğa çok önemli,
çevreyi koruyorlar. Bina yükseklikleri
15:00 metreyi geçemiyor. Korna çalmak yasak. Suç oranı çok düşük.
İnsanlar birbirlerine gülümsüyorlar. Sağ ellerini sol elleri ile birleştirerek
yüzlerine doğru tutarak selam
veriyorlar. Sağ el iyi, sol el kötü olarak addediliyor, iki el bir raya
geldiğinde iyi ile kötü birbirini dengeliyormuş.
Bali adasının valisi varmış. Her beş yılda bir
halkın oyları ile seçim yapılıyormuş. Ahalinin çoğunluğu hindu olduğu için vali
de doğal olarak hinduymuş.
İnek onlarda da kutsalmış,
ama Hindistan’da ki gibi öyle sokak ortalarında oturtacak kadar kutsal
sayılmıyormuş. Arya ben dana eti yiyorum, protein içi gerekli diyor, öyle fazla
duada etmiyormuş. Ben light hinduyum diyor.
Aslında çok tanrılı
değillermiş. Baliler Sang
Hyang Widhi Wasa diye adlandırdıkları ilahi bir varlığa inanıyorlarmış Biz nasıl Allahın doksan dokuz adı olduğuna
inanıyorsak ile anıyorsak onlarda her
bir ad için ayrı tanrıya inanıyorlarmış.
Rehberimiz tatlı tatlı
anlatırken, sıkıldığımızı düşünerek bize Murat Boz’dan bir şarkı söylüyor.
“Yaz gelir içimi sarar aynı
telaşlar
Kim bilir belki de bir aşk başlar
Dalgalanır deniz ne çıkar durur yavaşlar
Kim bilir belki de bir aşk başlar”
Gezimizin İlk durağı, Badung Abiansemal Bölgesi, Jalan Brahmana
Sangeh Köyü'nde bir maymun ormanı. Sangeh Maymun Ormanı yaklaşık 13 hektarlık
bir alan üzerinde Hindistan cevizi ağaçları ile dolu bir orman. Sangeh'in
kendisi Bali dilinde iki kelimeden geliyormuş. "Sang",
"insan" ve "Ngeh", "görmek" anlamına geliyormuş.
Yani Sangeh gören insanlar demekmiş. Bu isim eski Bali efsanesinden geliyormuş.
Hikayeye göre, Agung Dağı'nda ki tanrılardan birinin kızı Mengwi'ye taşınmak
istemiş. Gece yolculuğu yapılırken, prensese bir hindistancevizi ormanı eşlik
etmiş. Bu durumu birisi görmüş ve hindistancevizi
ormanı yürümeyi bırakmış. Bu bölgeye daha sonra Sangeh adı verilmiş.
Ormanın ortasında çok fazla
hindistan cevizi ağacı, tapınak ve gri maymunlar var.. İlk tapınak Bukit Sarı.
Balililer, bu tapınağın geceleri Mengwi'ye seyahat eden orman koruyucusu
tanrıçaya ait olduğuna inanıyormuş. İkinci küçük tapınağa Pura Melanting deniyormuş..
Hem tapınaklar hem de
ormandaki maymunlar, yerel halk tarafından kutsal sayılıyormuş. Balililer,
ormandaki maymunların ormanı koruyan tanrıçanın askerleri olduğuna
inanıyorlarmış .
Ormana girdiğimizde
maymunlar üzerinize atlıyor, resim çekmemiz için poz veriyorlar. Kim fındık
fıstık verirse onun boynuna atlıyorlar. Göz temasında bulunmuyoruz, korkup
saldırabilirlermiş. Çantalarımıza da sıkı sıkı tutuyoruz, kapıp
kaçabiliyorlarmış.
Sangeh Maymun Ormanı, bu gri
uzun kuyruklu makaklar için bir cennet. Orman koruma altına alınmış,
maymunların yanı sıra yaklaşık 22 farklı kuş türü ve çok çeşitli memeliler,
sürüngenler, amfibiler ve eklembacaklılara da ev sahipliği yapmakta.
Maymunlar koloni halinde
yaşıyorlar. Her kabilenin bir reisi var. Küçükler ağaç dallarında oynaşıp
birbirlerini aşağıya atıyorlar. İnsana alışkınlar,
Sangey Maymun ormanı, 40
metre yüksekliğe kadar büyüyebilen ilkel, dev hindistancevizi ağaçlarının yanı
sıra maun, guava ve sapodilla ağaçlarına ev sahipliği yapıyor. Ormandaki ağaçların
bazıları 3 asırdan fazlaymış.
Maymun Ormanından sonra, yarım
saat yol gittikten sonra öğle yemeğini Pacung Indah adlı, yeşillik
denizine bakan restoranda yiyoruz.
Restoran açık büfe ve yerel tatlar çok lezzetli.
Yemekten sonra Candikuning
tropik bölgesine gidiyoruz. Burada yerel meyve pazarı var. Geldiğimizden beri
bize izin veren yağmur bulutları burada kendini bırakıyor. Oteldeki kapı önüne
konan şemsiyeler boşuna değilmiş, kimimiz yağmurluğumuzu giyiyoruz, kimimiz
şemsiye açıyoruz.
Farklı tropikal meyvelerin
tadına bakıyoruz. Memlekete götürmek üzere satın alıyoruz. O kadar yolculuk
yaptıktan sonra memlekete geldiğimizde meyvelerin bozulmadan geldiğini
görüyoruz.
Sıra geliyor, Handara Cennet
Kapısı'na. Burası aslında Handara Golf Sahası ve Otel’inin giriş kapısı. Handara, oteli 1974
yılında yaptıran ve Bali’ye golfü sevdiren adamın (İbni Stowa), küçük kızının
adıymış. 2016 yılından bu yana instagram kullanıcıları sayesinde ünlenmiş. İnsanlar burada çeşitli pozlar
vererek sosyal medyada paylaşınca ikonik
bir yer olmuş. Bilet alarak kapı önüne geliniyor ve bilet sırasına göre kapının
önüne gidip poz veriyorsun. Bilet paraları yetimhaneye bağışlanıyormuş.
Elimizdeki bilet numarasına
göre önümüzde yirmi kişi var. Bu arada otele gelip giden arabalara yol vermek
için de çekimlere ara veriliyor. Bir saate yakın bekliyoruz. Beklerken çok
eğleniyoruz. Her poz verene yorum yapıyoruz. Bu arada uyanık bir vatandaş siyah
bir plakayı fotoğrafın objektifi önüne koyarak fotoğraf çekiyor. Sanki önünüzde
su varmış gibi fotoğrafa yansıyor.
Öyle anlaşılıyor ki insanlar
buraya gelmeden önce duruş çalışmışlar, özel giysiler ile gelmişler, artistik
pozlar veriyorlar. Amuda kalkan, zıplayan, kız arkadaşını havaya kaldıran, daha
neler neler.
Sıra bize geliyor.
Arkadaşlarımız bizden önce gördüklerini uygulamaya çalışıyorlar. Murat,
Şeyda’yı kucağına alıp kaldırıyor. Aydın tişörtünü çıkarıp göbek şov yapıyor. Mehtap
kısacık boyuyla elindeki eşarpla şekilden
şekile giriyor. Aaa Mehtap aynı Adile Naşit gibi diyorum. Gezinin devamımda
Mehtap’a hep Adiloş diyoruz.
Sıra bana gelince dimdik
duruyorum. Fotoğrafçı diğer poz diye bağırınca sol elimi havaya kaldırıyorum.
Hayatım boyunca bildiğim tek poz buymuş demek ki. Grup olarak toplu fotoğraf
çektirerek ritüeli tamamlıyoruz. Bu kadar eğlence yeter haydi otobüse.
Assolistler en son çıkarmış.
Şimdi sırada Bali'nin ikinci büyük
gölünün kıyısında yer alan Ulun Danu Bratan tapınağı var. Gezinin en can alıcı
kısmına geliyoruz.
Pura Ulun Danu Beratan veya
Pura Bratan, Bratan Gölü kıyısında tanrı Şiva’ya adanmış büyük bir tapınak.
Pura, Bali’de Hindu
tapınaklarına verilen isim, tapınaklar açık hava ibadet yerleri olarak
düzenleniyor. Üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm olan dış avluda insan-doğa ilişkisini anlatan görkemli bahçe
bulunuyor. Burada konserler verilip, festivaller de düzenleniyormuş.
Orta avlu, insanın insanla
ilişkisi için önemli. İnsanlar bir araya geliyorlar, gülümsüyorlar,
konuşuyorlar, günümüzde yoğun bir şekilde fotoğraf çekiyorlar yani
sosyalleşiyorlar.
Üçüncü, iç avlu ise insanın
tanrı ile olan ilişkisine hizmet ediyor. Burada türbeler ve dini törenlerin
yapıldığı yerler var. Hatta bir tanesinde ayin yapılışına denk
geliyoruz..
Bali’de tapınaklar tuğla
tabanlı ve çok sayıda pagoda tarzı, kare şeklinde sazdan yapılma çatılı yapılardan oluşuyor. Çatıların sayısı tanrının
statüsünü göre artıyor ve her zaman tek sayı olarak inşa ediliyor. Pura Ulun
Danu Beratan, Bali'deki dokuz 'Kahyangan Jagat' (Evren Cenneti) tapınağından
biriymiş.
1633 yılında inşa edilen
tapınak, Bali'nin merkezindeki ana sulama kaynağı olan Bratan Gölüne izafeten,
Bali su, göl ve nehir tanrıçası Dewi Danu'ya adanan adaklar ve törenler için
kullanılıyormuş. Kompleksteki 11 katlı pelinggih meru (Ana Kule) Shiva ve eşi
Parvathi'ye adanmış.
Arya tanrıların sembolü olan
renk ve özellikleri sayıyor, bazıları Çitra’nın anlattıkları ile uyuşmasa da
Arya’nın anlatımını da kayda alıyorum. Sarı renk, tanrı Mahadewa’ya
aitmiş, beyaz renk, rüzgarın tanrısı Şiva'ya, Siyah renk, koruyucu, suyun ve bereketin tanrısı Şiva'ya,kırmızı renk ise ateşin tanrısı Brahma'ya aitmiş. Su, ateş ve rüzgar üçlüsünden biri olmadı mı
dünya olmaz diyor. Sonuçta Brahma- Vişnu-Şiva üçlüsü en önde gelen
tanrılar.
Buda'nın heykeli de bu
tapınakta dış avluda yer almakta. Tapınağın yanında mavi kubbesi ile cami
gözümüze çarpıyor. Hidaya Ulu Cami ( Masjid Besar al Hidayah)
Arya, biz Hindular uyuma
önem veririz diyor. Tüm inançlara saygılıyız,
Hindu, Budist ve Müslüman tapınağının bir arada olması bizim ne kadar
uyumlu ve barışçıl olduğumuz göstermekte diyor. Oysa Cava adasında Hindular
tapınak yapmak istediğinde Müslümanlar
buna izin vermiyorlarmış.
Akşam otelden dışarı
çıkıyoruz. Hard Rock Cafe’de akşam yemeği yiyor, konser başlamadan ayrılıyoruz.
30 Nisan 2023 Pazar
Sabah kahvaltıyı yaptıktan
sonra eşyalarımızı topluyoruz, dalış çantalarını, valizleri otelin lobisini
bırakıp Kuta’yı keşfetmeye çıkıyoruz. Kuta sokaklarında hediyelik eşya satan
dükkanlarda oyalanıyoruz, sanat galerilerine giriyoruz. Evşen kendine çok güzel
bir tablo seçiyor. Ben Bali işi çok hoş bir küpe beğeniyorum.
Otele dönüyoruz. Ben Kuta
plajına gidiyorum. Deniz çok dalgalı,
bizim önümüzdeki kısımda insanlar dalga sörfü yapıyorlar, plajın solunda biraz
uzakta da denize girenler görünüyor, orada dalga daha az.
Yazışma grubunda Ahmet Bey
için ilaç talebi var, kan sulandırıcı falan istiyorlar. Kaç gündür eşiyle
birlikte ne dalışa ne de geziye katılmamışlardı. Spadan’dan geldikleri için yorgunlar
her halde diye düşünmüştük.
Otele döndüğümde Ayşe küpelerimi
çok beğeniyor, bu seferde onunla aynı mağazaya tekrar gidiyorum. Ayşe’de kendi
ve arkadaşları için çok hoş parçalar seçiyor. Ayşe doktor, Ahmet Bey için
hastaneye gittiğini Türkiye’ye kadar Ahmet Bey’i sağ salim götürecek ilaçları
temin ettiklerini söylüyor.
Otelin restoranında bir
şeyler atıştırdıktan sonra hareket saati geliyor. Havaalanına gidiyor ve
Denpasar- Singapore yolculuğu başlıyor. Singapore’de terminal T2’ye iniyoruz.
Biniş kartında Terminal T3 yazdığı için hava treniyle T3’e geçiyoruz. Panoya
baktığımızda uçuşumuzun Terminal T1 de olduğunu görüyoruz. Haydi bir defa daha
hava trenine binip terminal T1 e gidiyoruz. Bu akşam bütün terminallerini
dolaşıyoruz Changi havalimanının. Mağazalarda 24:00 da kapanınca oturup
beklemekten başka yapacak iş kalmıyor.
Sabaha karşı 2:05 de uçağa
binip İstanbul’a hareket ediyoruz. Çok yorgunuz, uyuyarak geliyoruz. Sabah
kahvaltısında acılı karides veriyorlar. Yemesine yiyoruz ama akşama kadar
ağzımıza karides gelip duruyor.
Nihayet İstanbul’a iniyoruz.
Bavullarımızda fazla beklemeden geliyor. Sarılıp öpüşüyoruz. Kazasız
belasız geziyi tamamlıyoruz. Ahmet
Bey’in durumunu eşi yazmış, pıhtı atmış adamcağıza, neyse ki hastanede kontrol
altındaymış. Nasıl bir badire atlatmışlar öyle, çok geçmiş olsun.
Neşe’nin arabası ile eve
geliyoruz. Birkaç gün İstanbul’da Evşen’de kalacağım. Aydın’a çok teşekkürler.
Çok hoş ve dolu dolu bir gezi oldu. Grup uyumluydu, seçilen mekanlar şahaneydi.
İçimize sinsin.
Feryal Bekdik
Mayıs 2023 İstanbul
Şahane bir gezi olmuş.👍🫶Ah bir de fotoğraflarını görebilsem.
YanıtlaSilgercek ten guzel bir dalıs ve endonezya gezısı olmus. blog da resımlerı ve vıdeoları nasıl goruyoruz. keyifli gezmeler
YanıtlaSilFeryalcim çok güzel olmuş. Yeniden gezdim, bilgilerim tazelendi teşekkürler 💜💜💜💜
YanıtlaSilYine çok keyifle okudum Feryal ablacım
YanıtlaSilNe guzel anlatmışsin canm agzına saglik.....
YanıtlaSilFeryalcim, çok güzel notlar almışsın ve akıcı bir şekilde anlatmışsın, Bali'ye gitmiş olmama rağmen ,bu kadar ayrıntılı bilgiye sahip olamadım, sayende bilgi ve ufkumu genişlettim..Yaşam seyahat ve iyi dostlarla renkleniyor, unutulmaz anılar birikiyor, hele de bunlar yazıya dökülünce..Yüreğine, kalemine sağlık, geziye katılan tüm dostlarına da selam ve sevgiler..Halil İ.Dural
YanıtlaSilHarika
YanıtlaSil