RODOS

 

RODOS GEZİ NOTLARI (2 Mayıs – 6 Mayıs 2022)



Üç yıl önce çocuklarım ile Rodos’ta buluşacaktık. Biz Rodos planları yaparken babam hastalandı ve kendisini hastaneye yatırdık, kısa süre içinde de kaybettik. Çocuklar cenazeden sonra Rodos tatilini yapıp yaşadıkları ülkeye döndüler, biz ise Haluk ile İzmir’de kaldık, feribot biletlerimizi ertelettik, otel rezervasyonlarımızı iptal ettik. Seneye gideriz dedik. Bir sonraki yıl pandemi patladı, gene gidemedik, yıl sonunda  Haluk’u da kaybettik. Böylece Rodos defteri açılmamak üzere kapanmış oldu.

Geçen yıl Sibel, Özlem ve Evşen  ile birlikte arabayla yapmış olduğumuz  Bulgaristan gezisinin tadı damağımızda kalmıştı. Bu yıl Evşen bayramı babası ile geçirmek istediği için; gene aynı grup bayramdan önce bir hafta arabayla Dubrovnik, Mostar, Saraybosna yapalım dedik. Biz güzel güzel seyahat rotasını çizerken Evşen’in babası hastalandı ve kısa sürede içinde onu da kaybettik.

Evşen babasını annesinin yanına defnetmek istedi, bana da bir süre benimle olmak istediğini, direk Bodrum’a gelmemi söyledi. Evşen’e de bana da neyin iyi geleceğini çok iyi biliyorum. Bizi gezme sağaltır. O hengamede Evşen’e “Pasaportunu yanına al” dedim. Ben öyle deyince o da çantasını hazırlarken öylesine pasaportunu çantanın içine atmış.

Evşen’in babasını Bodrum’dan uğurladık. Bildik gelenek, ilk yedi gün gelen giden ile vakit geçiyor. Ya sonra, herkes çekilince işte asıl yas o zaman başlıyor. Sibel ile Özlem seyahattelerdi. Cenazeye gelmek istediler. “Programınızı bozmayın, siz yedi günden sonra lazımsınız” dedim. Onlarda var olsunlar yönetimi bana bıraktılar ve yedinci gün geldiler. Kendi aramızda yedinci gün helvasını kardık, “Bayramda buralarda durmanın alemi yok, yakınlarda bir yerlere kaçalım” dedik. Kos’mu olsun, Simi mi olsun derken haydin Rodos’a gidelim dedik.

Rodos için Sibel organizasyona, Evşen fotoğraf makinesini hazırlamaya , ben de Rodos’ta ne var ne yok araştırmaya başladım. Yakın zamanda arkadaş olduğum eski Rodos Başkonsolosu hanımdan yardım istedim. Sağ olsun beni kırmadı, nereler gezilir, nerelerde ne yenilir kimlere onun selamı ile gidilir bir bir not ettirdi.

Marmaris’ten mi gidelim Fethiye’den mi gidelim diye oya kondu, Marmaris’ten yola çıkmaya karar verildi, Sibel, feribot biletlerini, kiralayacağımız arabayı, oteli ayarladı ve böylece Rodos seferimiz başladı.

2 Mayıs 2022 Pazartesi

Sabahleyin daha gün doğmadan hazırlanarak yola çıkıyoruz. Navigasyon Bodrum Marmaris arasını 2 saat 40 dakika gösteriyor. Feribot Marmaris limanından sabah  09:15 de kalkacak, feribota binmeden önce arabaya park yeri bulunacak, biletler alınacak, kahvaltı yapılacak, yurt dışı çıkış pulu alınacak, çok işimiz var çok.

Tam saatinde Marmaris’e varıyoruz. Limanın içinde otopark var, hemen arabayı park ediyoruz. Kızlar, pasaport ve aşı kartları ile  bilet almaya koşturuyorlar. Kahvaltımızı yapıyoruz. Kafeyi işleten hanım Rodos’luymuş. Adada 5.000 kadar Türk yaşıyormuş. Kafede bulduğumuz el haritasına gezeceğimiz yerleri işaretlettiriyoruz. O da şuraya gidin, burada bir şey yok buraya gitmeyin diye bizi yönlendiriyor. Mesela adanın güney batı ucundaki Prosonisi adasında Ağustos ayında sular çekiliyormuş. Adaya yürüyerek gidiliyormuş. O zaman gitmenin bir anlamı oluyormuş. Bu ayda gitmeye gerek yok diyor. Söylediklerini tek tek not ediyorum.

Feribota biniyor, bir saat on beş dakika sonra Rodos limanına giriyoruz. Gemide çok fazla yolcu yok. Gerek ekonomik durum, gerekse pandeminin tamamen ortadan kalkmaması nedeniyle yolcu sayısı azalmış. Pasaport işleminden sonra, liman çıkışında kiralık arabamızın hazır olduğunu görüyoruz. Formaliteler tamamlandıktan sonra arabayı alıp tura başlıyoruz. Bir hata yapmışız, araba düz vites, Özlem biraz yorulacak.

Deniz kıyısını takip ederek yola çıkıyoruz. Solumuzda eski şehrin surları, sağımızda deniz ilerliyoruz. Yunus heykellerini geçiyoruz. Mandraki Limanına doğru gidiyoruz.

Mendirek üzerindeki St Nicholas kalesinin yanında yel değirmenlerini görüyoruz. Yel değirmenleri, ortaçağda limana yanaşan ticari gemilerden gelen tahılları öğütmek için kullanılıyormuş. Tarihi boyunca Rodos tahıl ithal edip zeytin ve zeytinyağı ihraç etmiş. Bir zamanlar 18 kadar yel değirmeni varmış, ancak çoğu, zaman içinde kaybolmuş gitmiş. Günümüzde ayakta kalan üç tanesi yenilenmiş ve nostaljik yapılar arasında yerini almış.

Mendirek ile ana kara arasında limana giren gemileri selamlayan antik dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Rodos Heykelinin olduğu yerdeyiz. Günümüzde heykelin ayaklarının bastığı varsayılan yerlerde, sütunlar üzerinde birinde Elefos adlı erkek, diğerinde Elefina adlı dişi olmak üzere geyik heykelleri var. Geyik Rodos’lular için çok önemliymiş, yılan çıyan takımının popülasyonunu geyikler kontrol altında tutuyormuş.

MÖ 305 yılında İskender’in ardılları Antigonitler Rodos’u kuşatmışlar ve bir yıl süren kuşatma başarısızlığa uğramış ve barış sağlanmış. Bunun üzerine tanrılara şükran sunulmak üzere Lindos’lu heykeltıraş Khares tarafından Yunan Güneş Tanrısı Helios’un dev heykeli yapılmış. Heykelin yapımı on iki yıl sürmüş ve MÖ 282 yılında tamamlanmış. Tunçtan yapılmış bu dev heykel 32 metre boyuyla antik dünyanın en büyük heykellerinden biriymiş. Heykelin ayaklarının limanın iki farklı tarafında olduğu rivayet edilse de o zamanın teknolojisi ile bunun mümkün olmadığı günümüzde anlaşılmış. MÖ 226 da ki Rodos depremi ile yıkılan heykel uzun yıllar limanda yan yatmış halde durmuş. MS 654 yılında Sarezenler adayı yağmalarken, yağmadan heykelin kalıntıları da nasibini almış ve heykelin kalıntıları satılmış. Ha bu arada Fransız heykeltıraş Frédéric Auguste Bartholdi, New York’da ki Özgürlük Heykeli’ni Rodos Heykeli’nden esinlenerek yapmış.


Arabayı meydana  park ediyoruz. Evengelismos Kilisesi’nin çan kulesini, kulenin arkasındaki melek heykelinin fotoğrafını çektikten sonra Elli restorana giriyoruz. Elli restoran deniz kıyısında, makrome plaj şemsiyeleri olan çok şık bir yer. Çikolatalı pankek sipariş ediyoruz. Hem sunumu hem de tadı nefis.


 


 Bugün Pazartesi, müzeler kapalı, aslında ören yerleri de kapalı, günün yettiği yere kadar adanın batı tarafını gezelim diyoruz. Anayol boyunca oteller var. Adanın bu tarafı bizim Antalya’nın Belek bölgesi gibi.

Anayolu takip ederek giderken Ialysos’a gitmek üzere yoldan ayrılıyoruz. Burası Rodos’un ikinci büyük şehri, daha doğrusu kasabası. Pasta kreması ile kaplanmış gibi duran  çan kulesi dikkatimizi çekiyor. Kilise1756 yılında yapılmış, Yunan Ortadoks Kilisesi. Kilisedeki freksler çok güzel. Adak plakaları ve adak süpürgeleri var. Üzerine mavi dantel geçirilmiş süpürge için bunu yapan kim bilir ne adamıştı diye sormadan edemiyoruz.


 










Sokaklar bildiğimiz Ege sokakları gibi. Evlerin kapı önündeki sekiler, merdiven basamakları, akşamüstü çaylarını, komşu sohbetlerini aklımıza getiriyor. Osmanlıda evler kapalı kültürü yansıtır, sadece kafesli cumba ile sokak ile temas edilir. Oysa bu evler dışa dönük, kapı önlerinde sokak kültürünü dibine kadar yaşarsın.

Ialyssos’tan sonra, Rodos havalimanının yanından geçiyoruz. Gene ana yoldan ayrılarak Theologos’a uğruyoruz. Kasabanın sokaklarını arabayla turladıktan sonra Kelebekler Vadisi’ne gidiyoruz. Arabayı park ederek girişe doğru yokuş aşağı yürüyoruz.

Girişte vadiye tepeden bakan bir restoran var. Vadi, karaçamları, irili ufaklı dereleri, küçük şelaleleri, dere üstü ahşap köprüleri ile şirin mi şirin bir yeşil alan. Ancak kelebekler, Temmuz ortasından Eylül sonuna kadar olan sürede izlenebiliyormuş. Kelebekler yoksa vadiyi dolaşmanın bir anlamı yok diye düşünüyoruz ve geriye dönüyoruz.


Soroni kasabasından geçerek yola devam ediyoruz. Kameiros antik kentine gidiyoruz. Kameiros aslında haftanın her günü gezilirken, sadece bugün için kapalıyız diye kapıya not yazılmış. Şans işte.

Antik Kameiros, tarih öncesi zamanlarda Dorlar tarafından kurulmuş ve daha sonra Akhalar tarafından iskan edilmiş. Kasaba, biri MÖ 226'da, ikincisi MÖ 142'de olmak üzere iki kez depremle yıkılmış, ardından da terk edilmiş.

Antik Kameiros yukarıdan aşağıya üç bölgede inşa edilmiş. Tepenin üzerinde tanrıça Athena Kameiras'ın tapınağının bulunduğu Akropolis bulunuyor. MÖ 6. yy'da 400 ailenin ihtiyacını karşılayabilecek bir baraj yapılmış. Sakinler bu barajın etrafına iki odalı Dor sütunlu bir stoa (Sütunlu revaklar) inşa etmişler. Ana yerleşim Akropolis'in çevresine kurulmuş, paralel sokakları ve konutları varmış. Alt kat, Apollon'a adanmış bir Dor tapınağı ve siyasi konuların tartışıldığı yer olan Agora'dan oluşuyormuş.

Antik Kameiros ilk olarak 1850'lerde ve Akropolis'in bulunduğu yerden kazılmaya başlanmış. 1928 yılında Rodos hala İtalyan egemenliğindeyken, İtalyan Arkeoloji Okulu, kazı ve restorasyon çalışmalarını, On İki Adalar'daki İtalyan hakimiyetinin sona erdiği İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar sürdürmüş.

Akşam olmak üzere, bugünlük bu kadar yeter, adanın bu tarafında da görülecek yer kalmadı diyerek geriye dönüyor, Kalithea bölgesindeki Kresten Palace oteline giriş yapıyoruz.

Otel denize nazır, kocaman havuzu var . Odalara gitmek için labirent gibi yollardan geçiyoruz.

Hepimiz çok yorgunuz, sabahın kör karanlığından beri yollardayız. Akşam yemeğini otelde yiyoruz. Otelin oturma salonunda ki dört genç kızın bol bol kıyafet değiştirerek yaptığı dans gösterisini seyrediyor, odalarımıza çekiliyoruz.

 

03 Mayıs 2022 Salı

Bugün Rodos’un kale içindeki Eski Şehrini gezeceğiz. Arabayı sur dibinde ki Kiralık araç bürolarının olduğu yerde park ediyoruz.

Surların içindeki Eski Şehir’e Virgin (Meryem Ana) Kapısından giriyoruz. Bizi Burgh Meryem Ana Kilisesi’nin yıkıntıları karşılıyor. Burası  Yahudi Mahallesi'nde,14. Yüzyılda yapılmış, Hospitaller Şövalyeleri döneminden kalan en eski binalardan biriymiş. Hospitalier (Hastane) Şövalyeleri veya St. Jean Şövalyeleri olarak bilinen bu tarikat, 11. yüzyılda kurulmuş şövalye birliğiymiş. Sonradan ismi üs olarak seçtikleri Rodos Adası nedeniyle “Rodos Şövalyeleri” olarak değiştirilmiş.

Önceleri bir hayır kuruluşu olarak bilinen bu oluşum, İtalyan tacirler tarafından Müslümanlardan alınan özel izinle Kudüs’ten şehre gelecek yoksul ve hasta hacı adaylarına yardım etmek için kurulmuş. Katolik Kilisesi’ne bağlı olan bu yardım kuruluşu, günümüze kadar süregelmiş, tarihin bazı dönemlerinde bağımsız bir devlet olarak güçlü bir ordu ve donanmaya sahip olmuş. Merkezi İtalya’nın Roma kentinde bulunan tarikat (Malta Tarikatı) Avrupa, İslam ve Osmanlı tarihinde büyük izler bırakmış. Zaman geçtikçe güçlenen tarikat, 1309’da Rodos Adası’nı ele geçirmiş ve güçlü bir donanma kurmuş.

Kasabanın Meryem Ana Kilisesi, gotik tarzda yapılmış, II. Dünya Savaşı sırasında şehir bombalanınca bombardımandan kilisenin  apsislerinden sadece üçü ayakta kalmış. Rodos'taki en önemli Katolik Kilisesi olarak kabul edilen bu şahane yapı UNESCO Dünya Mirası listesinde olsa da artık kullanılacak halde değil. 

Günümüzde Rodos’un tarihi dört büyük dönem ile adlandırılıyor. Bunlar sırasıyla Antikite, Bizans, Saint Jean Şövalyeleri ve Osmanlı dönemi.

Rodos adasındaki ilk yerleşim MÖ 1550 yıllarında Arhangelos yakınlarında bulunmuş, Orta Miken Dönemi'nde (Geç Hellas II, yaklaşık MÖ 1500-1400) Miken halkı, Rodos ile birlikte tüm Ege Adalarını hatta Batı Anadolu'daki Miletos kentini de kontrolü altına almış. Milâttan önce X. yüzyılın sonlarında Miken (minos)  medeniyetinin çöküşünü takip eden “karanlık çağ”ın ardından Rodos’a Lindos, Ialyssos (Trianta) ve Kameiros) şehirlerini kuran ve bir yunan kavmi olan Dorlar yerleşmiş. Milâttan önce 407’de adanın stratejik öneme sahip kuzey ucunda bugünkü Rodos şehri kurulmuş.

Roma İmparatorluğunun 395 de ikiye bölünmesinden sonra Rodos’ta Bizans dönemi başlamış, II. Yüzyıldan itibaren Hırıstiyanlık yayılmaya başlamış. VII. yüzyıldan IX. yüzyılın başlarına kadarki dönemde Rodos adası Arap donanmalarının hedefi olmuş. Hatta  Abbâsî halifesi Hârûn Reşîd 807’de şehri ve adayı ele geçirerek yerle bir etmiş. Adayı tekrar ele geçiren  Bizanslılar Rodos’u tekrar imar etmeye çalışmışlar.

Daha sonra Rodos adası, 1309’da Saint Jean şövalyelerinin eline geçene kadar Bizanslılar, Cenevizliler ve Venedikliler arasında çekişmelere sahne olmuş. Şövalyeler dönemi adanın yeniden inşa, yayılma, siyasal ve kültürel anlamda gelişme dönemi olmuş. Saint Jean şövalyeleri, yıkılan Rodos şehrini tekrar inşa ederek etrafına ortaçağ Avrupası’nın en sağlam kalesini yapmışlar. Hıristiyan Avrupa’nın en zengin ve asil ailelerine mensup Saint Jean şövalyeleri Rodos’u üs yaparak Akdeniz’de Müslüman devletlere karşı korsanlık yapmışlar, Rodos’tan başka on bir adayı daha kontrollerine alıp güçlü kalelerle sağlamlaştırmışlar.

Kanûnî Sultan Süleyman 1522 yılında diğer adalarla birlikte Rodos’u fethetmiş. Anlaşma şartlarıyla Rodos’tan çıkan şövalyeler gemilerine binerek adadan ayrılmışlar. Böylece Osmanlı dönemi başlamış. Bu dönemde Hıristiyan nüfus dış mahallelere ve köylere yerleştirilmiş, adaya Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden Yahudiler mülteci olarak getirilmişler.

1670 yılında Girit savaşlarından hemen sonra Rodos adasını ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyehatname’sinde  şehir hakkında çok değerli ve ayrıntılı bilgiler vermiş. Surların kuvvetli tahkimatından söz etmiş ve burada otuz altı cami ve mescid (altı cami, otuz mescid) olduğunu yazmış. Özellikle Saint Jean şövalyelerinin gotik tarzda inşa edilmiş  Saint Giovanni katedralini anlatmış. Burası 1523’te Osmanlılar tarafından camiye dönüştürülmüş, Evliya Çelebi’ye göre Hz. Yahya  burada gömülüymüş. Günümüzde Mandreke Limanı’nda ki Evengelismos Kilisesi’nin olduğu yere denk geliyor.

Osmanlı döneminde özellikle XVII ve XVIII. yüzyıllarda Rodos adası bazı devlet adamları ve önemli kişiler için sürgün yeriymiş. Yönetim ile ters düşen yallah buraya.  

Rodos, 17 Mayıs 1912’de İtalyan-Türk savaşı esnasında diğer on bir ada ile birlikte İtalyanlar tarafından işgal edilmiş. İtalyanlar Rodos’ta Şövalyelerden kalma tarihî eserlerin restorasyonuna ve modern şehrin imarına çalışmış.  II.Dünya Savaşı esnasında1943’te Mussolini’nin düşmesiyle birlikte İtalyan işgali sona ermiş. Ermiş ermesine de bu seferde 1945 mayısına kadar  Almanlar  oniki ada’yı ele geçirmiş. Bu yıllarda adada bir zamanlar refah içerisinde hayat süren Rodos Yahudileri yok edilmiş.

Sokak boyu ilerliyoruz, üç deniz atının kucaklaştığı heykelin arkasında, büyük çınar ağacının altında siyah bir anıt dikkatimizi çekiyor. Anıtın her bir yüzeyinde farklı dillerde aynı şey yazılmış. “ Nazi Ölüm Kamplarında Katledilen Rodos’lu ve Kos’lu 1604 Şehit Musevinin Anısına Sonsuz Saygıyla -23 Temmuz 1944”.





Süleymaniye Camii’ne giderken yoldaki hediyelik eşya dükkanlarına uğruyoruz. Dükkanlardan birinde Süleymaniye Camii imamı oturuyor, Camiye gittiğimizde namaz vakti olmadığı için, imamda dükkanda oturup durduğu için camiyi göremeden, Rodos Kalesine gidiyoruz. Özlem bizden ayrılıyor, o müze, kale gezmeyi pek sevmiyor, biz geriye kalan üç kişi bilet gişesine yöneliyoruz.


Rodos Kalesi, Büyük Üstatlar Sarayı olarak da anılıyor. Kale ilk olarak 7. yüzyılda Bizanslılar zamanında hisar olarak inşa edilmiş. 1309'da Hospitaller Şövalyeleri, Rodos adasını ve diğer birkaç adayı istila ettikten sonra, kaleyi Şövalyeler  üst yönetim merkezi olarak kullanmışlar. Kanuni Sultan Süleyman , Rodos’u ele geçirip şövalyeler adadan kovulunca kale Osmanlılar tarafından  karargah ve hapishane olarak kullanılmış.

İtalyanlar döneminde ise,   İtalyan Kralı III. Victor Emmanuel'in ve sonrasında da Faşist  Benito Mussolini'nin tatil yeri olmuş. Kale günümüzde müze olarak kullanılıyor.

Kalenin içinde büyük bir avlu var. Seksene yakın oda olmasına rağmen yirmi tanesi gezilebiliyor. Salonların tabanlarında  Kos adası başta olmak üzere diğer adalardan getirilen mozaikler sergileniyor. Mozaikler 1933 depreminden sonra, Milanolu inşaat mühendisi Hermes Balducci’nin başkanlığında yapılan titiz bir çalışma sonrası buraya taşınmış. 

En çok Medusa ile Zeus’un her biri ayrı bir duygunun ilham perisi dokuz kızı ilgimizi çekiyor. Zeus’un müz olarak adlandıran  kızları (müzik kelimesi de müzden gelir), tarihi olayları konu alan şiirlere ilham verdiği düşünülen Cleio, Fenike alfabesini Yunanistan'a getirdiğine inanılan, müziğin ilham perisi, bir tür flüt olan aulosu da icat ettiğine inanılan Euterpe, komedi ve pastoral şiirin ilham perisi olan, elinde yaşlı adam maskesi tutan  Thalia, şarkı söylemenin ve tragedyanın ilham perisi, elinde trajik maskesiyle Melpomene, elinde liri ile dansın ve koronun ilham perisi olan Terpsikhore, romantik ve erotik şiirle özdeşleştirilen, kendisinin icat ettiğine inanılan kitharası (telli bir antik çalgı) ile Erato, epik şiir ve destanlara ilham veren iki kapaklı (diptik) pano ile Kalliope, elinde küresi ile astrolojinin ilham perisi Urania, dini şiir, ilahiler, dans ve hitabetin ilham perisi olan Polymnia, ince ince işlenmiş.


Lacoon ve Oğulları heykeli gözümüze çarpıyor. Heykelin aslı Vatikan Müzesi’nde, Rodos ile ne alaka derseniz; heykeli Rodoslu heykeltıraşlar yapmışlar.

Salonlardaki mozaikleri gez gez bitiremiyorsunuz. Burası muazzam bir mozaik müzesi olmuş. Bazı odaların tabanlarında İtalyan seramikleri var. İtalyanlar restore ederken de kendi tarzlarını uygulamışlar.


Kaleden çıkıp, Şövalyeler Caddesi (Ippoton)’nden aşağı doğru yürüyoruz. Caddede yürürken, ortaçağda zaman yolculuğu yapıyoruz. Caddede ki hanların üzerindeki amblemlerden hangi şövalyenin hangi ülkeden geldiğini anlayabiliyorsunuz. Hatta bir tanesinde Fransız bayrağı dalgalanıyor.

II. Bayezid ile taht mücadelesine girişen Cem sultan, ikinci girişiminde de başarısızlığa uğrayınca Rodos şövalyelerine sığınmış ve iki ay kadar  bu hanlardan birinde kalmış. Hanlar Osmanlı döneminde doğu tarzı ögelerle restore edilmiş, kiliseler camiye, hastanede askeri kampa dönüştürülmüş. İtalyanlar döneminde ortaçağdaki aslına uygun haline getirilmiş.

Caddenin sonuna geldiğimizde hem yoruluyor hem de acıkıyoruz. Zebrano kafeye giriyoruz. Burası çok hoş ve şık bir yer. Özlem’i de çağırıyoruz. Şarap eşliğinde karnımızı doyuruyoruz.

Kafeden çıkınca Özlem ile Sibel, Rodos Casino’da şanslarını denemek istiyorlar, biz de Arkeoloji müzesine uğruyoruz. Akşam saat 8:00 a kadar açık olduğunu öğrenince çok seviniyoruz. Rodos Arkeoloji müzesini görmeden olmazmış. Müzede Miken medeniyetinin tüm çanak çömleği bizi karşılıyor. Her bir odayı tek tek geziyoruz. Bahçede Osmanlı hatırası olarak bir adet çeşme ve üzerinde kubbesi var. Bizim çeşmenin yanında da duvar mozaikleri sergileniyor. Bahçe çok bakımlı. Son dakikaya kadar müzenin tadını çıkarıyoruz.





Müzeden sonra buluşma yerine doğru yürüyoruz. Değirmenlerin, limanın resmini çekerken gün kararıyor. Değirmenlerin üzerine projeksiyon ile  şövalyelerin beyaz üzeri kırmızı haçlı bayrağı ile Yunan bayrağını düşürüyorlar. St Nicholas kalesinin üzerinde ki deniz feneri yanıp yanıp sönüyor. Tam bir görsel şölen. Buluşma noktamız  Elli restoranın önündeki otoparka gidiyoruz Özlem ile Sibel casino da az da olsa bir şeyler kazanmışlar.


 

Akşam yemeği için Sibel’in bulduğu Koukos Restoran’a gidiyoruz. Burası aynı adlı butik otelin restoranı. Servisten de yemeklerden de çok memnun kalıyoruz. Restorandan sonra doğruca otele gidiyoruz. Çok yorgunuz, yarına kadar dinlenmemiz lazım daha çok gezecek yer var.

 

04 Nisan 2022 Çarşamba

Geldiğimizden beri Özlem, daha önce Girit’de yediği,  Bougatsa (Boğaça)yı arayıp duruyor. Sora sora Ömer’in Pastanesi’nde olduğunu öğreniyoruz. Araya sora, Ömer’in yerine vardığımızda dükkanın kapanmış olduğunu görüyoruz. Özlem iki gündür adeta boğaçaya aş eriyor, çarşı pazarda  bulurum ümidiyle kahvaltı yapmıyor. Hepimiz çok üzgünüz ama yapacak bir şey yok.

Daha fazla vakit kaybetmeden Lindos’a doğru gitmek üzere yola çıkıyoruz. Lindos, Rodos merkezine altmış kilometre uzaklıkta, fakat dolana dolana iki saatte anca gidiliyor. Lindos’a gidip plaj yoluna arabayı park ediyoruz. Ben Evşen ile Akropol’e tırmanacağım. Özlem ile Sibel’de kafe keyfi yapıp, manzaranın tadını çıkaracaklar.

Meydan da Konsolos arkadaşımın önerdiği Mavrikos restoranı görüyoruz. Aşçı Dimitri’ye konsolosun selamını söylüyoruz. Birlikte resim çektirip arkadaşıma yolluyoruz. İki saat sonrası için rezervasyon yapıp ayrılıyoruz.

Ara sokaklarda, hediyelik eşya satan dükkanların arasında dolaşıyor; Kutsal Bakire Kilisesi’nin önünde oyalanıyoruz. Akropol’e çıkan merdivenlere varıyoruz.  İsteyen eşekler ile tırmanabilir, biz yürümeyi tercih ediyoruz. Manzara muhteşem, tepeye yaklaştığımızda kuyruk olduğunu görüyoruz. Yol daralıyor, o nedenle tek sıra halinde bekliyoruz. Gişelere ulaşıp bileti aldıktan sonra ortaçağ surlarından geçerek akropole doğru yol alıyoruz. Kayalara oyulmuş gemi rölyefi kalıntısını görüyoruz. Önündeki platformda bir zamanlar zafer tanrıçası Nike’nin heykeli varmış. Heykel günümüzde Louvre müzesinde sergileniyor. Daha sonra önce birinci platforma sonrada ikinci platforma tırmanıyor, Athena Tapınağı’na varıyoruz. Athena Lindos’un koruyucu tanrıçası.  Athena Tapınağı kalıntılarının arasından aşağıdaki  manzara harika ama rüzgar müthiş. Video çekerken elimdeki telefon fırlayacak diye korkuyorum. Akropolün arka tarafında ki kayalar içinde oluşmuş kalp şeklindeki gölü görmek lazım.

Tarihçi Homer’e göre Lindos on ikinci yüzyılda Dorlar tarafından kurulmuş. Akropoldeki kazıları Danimarkalılar yürütmüş. Kopenhag Müzesinde gördüğüm Lindos etiketli eserlerin nasıl geldiğini de öğrenmiş oluyorum. Lindoslular çanak çömlekte, heykel tıraşlamada çok iyiymişler.

Akropol de restorasyon çalışmaları halen devam ediyor. Yalçın kayalar üzerindeki bu muhteşem yapıdan rüzgardan sersemlemiş olarak ayrılıyoruz. Tekrar geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz. Özlem ile Sibel’i meydanda bizi beklerken buluyoruz. Mavrikos’a giriyoruz. Çok acıkmışız çok.

Mavrikos’ta her şey harika, makarna gibi kalamardan ikinci tabağı istiyoruz, bebek karidesleri çıtır çıtır yiyip bitiriyoruz. Barbayannilerin ( Varvayani diye okunuyor)  biri gidip biri geliyor. Lokantanın sahibi Michael ile ahbap oluyoruz. Kendisi London School of Economic’den mezunmuş. Karnımız doymuş, çakırkeyif halde Lindos’tan ayrılıyoruz.

Dönüşte Seven Springs (Yedi Pınarlar) e uğruyoruz. Dere şırıltıları ve açık havada kendimize geliyoruz. Uzun bir doğa yürüyüşünden sonra arabaya dönüyoruz. Akşam yemeği yiyecek halde değiliz. Faliraki’de Moda Cafe’de oturuyoruz. Çay kahve içtikten sonra kafenin yanındaki eski usul eczanede oyalanıyoruz. Bizim Ankara’da ki Derman eczanesi tarzı bir yer. Otele dönerken Sibel’e mesaj geliyor. Hava muhalefeti nedeniyle, yarın feribot seferleri yapılmayacakmış, bizim tatil zorunlu olarak bir gün daha uzuyor. Otel ve araba rezervasyonunu bir gün daha uzatıyoruz. Odamıza dönüp biraz kitap okuyup yatıyoruz.

05 Nisan 2022 Perşembe

Sabahleyin turumuza Panagia Tsambika Manastırı’ndan başlıyoruz. Manastır, Kolymbia ve Archangelos kasabaları arasında, bizim olduğumuz Kalithea Bölgesinin yaklaşık 20 km güneyde yer alıyor. Eski Tsambika Manastırı, bir tepenin üzerine inşa edilmişken, günümüzde faaliyet gösteren yeni manastır, Archangelos'u Rodos Kasabası'na bağlayan yol üzerinde bulunuyor.

Manastırın kilisesi, Yunan adalarında görmeye alıştığımız türden çatısı oluklu kiremit ile kaplı şirin mi şirin bir kilise. Tapınağın ve avlunun zemini çakıl ve deniz kabuklarıyla kaplı. Bazı ikonlar 19. yüzyıldan kalmaymış.Manastır adını yerel lehçede kıvılcım anlamına gelen tsamba kelimesinden almış. Rivayete göre bir çoban, eski manastırın olduğu yerde bir ışık görmüş ve orada bir Meryem Ana ikonu bulmuş. Panagia Tsambika'nın ikonu, özellikle çocuksuz kadınlar için mucizeler yaratan ikon olarak kabul edilmiş, bu yüzden birçok kadın ikona Panagia’ya  bebek ikonları sunuyorlarmış. Bol miktarda bebekli plakalar asılı. Bu manastır adanın koruyucusu olarak kabul ediliyormuş.



Kiliseden çıktıktan sonra Sibel otel kartını bulamıyor. Telefonu çıkarırken düşürmüş olmalı. Arabayı arıyoruz. Avluda aranıyoruz. Tekrar kiliseye giriyoruz. Bizim telaşımızı gören bir beyefendi bunu mu arıyorsunuz diyerek elindeki kartı veriyor. Sibel çok seviniyor, tekerlekli sandalye üzerinde adak plakaları  satan hanıma gidip para veriyor.

Manastırdan sonra Arhengelos kasabasına uğruyoruz. Kasabalarda dolaşmak çok hoşumuza gidiyor. Unlu mamuller satan Φοypnoε   Backery tabelasını görüyoruz. Arabayı park edip dükkana giriyoruz. Hiç umudumuz yok ama boğaça var mı diye soruyoruz. Varmış, ama çayı yandaki kafeden alacakmışız. Sibel sevinç ile yandaki kafeye çayları almaya gidiyor, biz de boğaçaların fırında ılınmasını bekliyoruz. Bogaçalar geliyor, Sibel ortada yok. Bu kıza ne oldu diye gidiyorum ki Sibel’e birileri çarpmış, çaylar dökülmüş, Sibel’in eli yanmış, ortalık yangın yeri. Evşen ile Özlem eczaneye koşturuyorlar, Sibel’in eline merhem  sürüyoruz, biraz sakinleştikten sonra, yeniden çayları alıyoruz. Sonunda bin bir maceradan sonra boğaça yemeye oturuyoruz.

Boğaça aslında 1922 yılında mübadele ile İzmir’den Girit’e giden Apostil ustanın tanıttığı bir tatlı. Çıtır yufka arasında eritilmiş mizithra denen Yunan peynirinin konması ile yapılıyor. Bizim laz böreğine benziyor.

Arhangelos’ta sokaklarda kayboluyoruz. Saat 13:00 ile 16:00 arasında kiliseler kapalı olduğu için, kiliseyi gezemiyoruz. Çok güzel çan kulesi var. Çan kulesinin önünde boy boy resim çektiriyoruz. Sokaklarda, evlerinin  önüne oturmuş, yoldan gelip geçen ile sohbet eden, çay kahve içen kadınlara imreniyor, çocukluğumuza geri dönüyoruz. Kasabalı olmak böyle bir şey işte.


Geriye dönüp, araba ile Afantou kasabasını geziyoruz. Bu kadar kasaba yeter deyip, Faliraki yakınında ki Antony Quinn koyuna gidiyoruz. Arabayı park ediyoruz. Sibel ile Özlem arabada kalıyor. Bugün iş günü, arabadan biraz çalışacaklar. Biz Evşen ile tepeye çıkıyoruz. Antony Quinn koyu şu karşıdaki mi,yok orası Ladiko plajı-, yoksa aşağıdaki terk edilmiş plaj mı diye dağ tepe dolaşıp hangi koy olduğunu anlayamıyoruz. Sarp kayalardan aşağı bakarak koyu bulmaya çalışıyoruz.  Tekrar otoparka dönüyoruz. Bu kadar araba gelmiş, bu gelenler nereye gitmiş diye etrafa bakınırken ileride tepede ahşap panoları fark ediyorum. Yaklaşınca Kounna diye restoran tabelasını görüyorum. Restorana girdiğimde aşağıda muhteşem bir koy, kristal gibi su, kayaların üzerinde ki şezlonglarda güneşlenenler ve şık bir mekan ile karşılaşıyorum. Geriye dönüp bizimkilere “Hey millet cennete düştük” diye bağırıyorum.

Hep beraber içeri giriyoruz. Bize  arkalarda bir yer gösteriyorlar. O sırada öndeki seyir terasında dört adet koltuk boşalıyor, hızla gidip yer kapıyorum. Hep birlikte yerleşiyoruz. Önümüzde banko, aşağıda manzara, acaba Antonny Quinn bizim kadar keyifle oturmuşmudur burada?  Novaro’nun Topları filmi Rodos’ta çevrilmiş. Filmin çevrildiği esnada Antonny Quinn bu koyu çok beğenmiş ve satın almak istemiş. Yunanlılar ise “İstediğiniz zaman gelin, başımızın üzerinde yeriniz var ama satamayız” demişler. Antonny Quinn bu dünyadan göçeli çok oldu ama Rodos’ta Ladino Burnundaki bu koyda adı yaşıyor.

Kulaklığımı takıyorum Zorba müziğini açıyorum. Yiyoruz, daha çok  içiyoruz, Antonny Quinn’in ruhunu şad ediyoruz. Tüm bizi bırakıp gidenlere kadeh kaldırıyoruz. Denize girsem mi girmesem mi diye çok düşünüyorum. Kristal gibi su beni çağırıyor, üşütüp hasta olmak da var. Evşen “Başına iş çıkarma, bildiğin Ege denizi, girmediğin deniz mi?” diyor. Orada kaç saat kaldık bilmiyorum, nasıl olsa yarında Rodos’tayız.  manzarayı bırakıp gitmek hiç içimizden gelmiyor. Hayat bize güzel.







06 Mayıs 2022 Cuma

Sabah geç kalkıyoruz.  Odanın manzarası da güzel, biraz balkonda keyif yapıyoruz. Öğlene doğru otelden ayrılıyoruz. Son gün bir de Rodos Akropol’ünü görelim diyoruz. Adanın ilk geldiğimiz gün gitmiş olduğumuz tarafına doğru gidiyoruz. Üç kilometre sonra Apollon Tapınağı’nın kalıntılarını görüyoruz. Dor stilinde yapılmış tapınak restore ediliyor, her tarafı çelik iş iskelesi ile donatılmış. Kazı alanına girmek yasaklanmış. Emniyet bandını atlayarak içeri giriyorum. Bizim gibi gezgin olduğu her halinden belli beyefendiye, stadyum ile tiyatroyu soruyorum. Stadyum ile yanında ki tiyatro için yirmi dakika aşağıya doğru yürümek gerekiyormuş. Yasak bölgeye girmişim, daha fazla oyalanmadan geri dönüyorum. MÖ 3.yüzyılda Tanrı Helios şerefine yapılan spor karşılaşmalarına ev sahipliği yapan Helenistik Stadyum ile stadyumun yanında mermerden  inşa edilmiş antik çağın tiyatrosunu görmesem de olur.

Eski şehre geri dönüyoruz. Özlem ile Sibel birkaç parça alışveriş için sokaklarda dolaşırken biz de Evşen ile etrafı seyrediyoruz. Vakit yaklaşıyor, önce arabayı teslim ediyor, daha sonrada feribota doğru yürüyoruz. Bilet al, pasaporttan geç derken feribottayız. Deniz oldukça dalgalı, Marmaris’e kadar sallana sallana yol alıyoruz. Ben gemi sallanmaya başlayınca ilaç alıyorum, böylece Marmaris’e kadar uyuyorum.

Marmaris limanından arabamızı alıyoruz. Otopark parası istememelerine hayret ediyoruz. Yolumuz uzun, Azmakbaşı’nda durup Cennet Restoran’da akşam yemeği yiyoruz. Rodos’ta hesap öderken paramızın değer kaybetmesi nedeniyle gelen hesaplar hiç de ucuz değildi, ama kendi ülkemizde Rodos’tan fazla para ödemek de doğrusu can sıkıcı.




Bir gezinin daha sonuna geliyoruz. Gezi başta Evşen olmak üzere hepimize çok iyi geldi. Sibel soruyor? “Şimdi nereye gidelim?”  Sahi nereye gidelim?

Feryal Bekdik

Mayıs 2022 İstanbul

 

 






Yorumlar

  1. Tam bir rehber niteliğinde olmuş.Keyifle okudum.Feryal ablacım kalemine sağlık😉🌺

    YanıtlaSil
  2. Ellerine aklına sağlık arkadaşım. Çok güzel olmuş

    YanıtlaSil
  3. Of ne güzel yapmışsınız . Gerçekten tam bir Zorba havası yaşamişiniz. 😍 Öpt Şengül

    YanıtlaSil
  4. Feryalciğim, Rodos adasına İzmirli Türk Halk Bilimcilerle gitmiştik, güzel bir geziydi o da her zanki gibi. Senin güzel notlarını da okuyacağım, şimdi şöyle bir baktım. Güzel gezi yazıların için teşekkürler.

    YanıtlaSil

  5. Harika bir gezi yazısı!
    Hafız Ahmet Ağa ve Fethi Paşa kütüphanelerini de görseydiniz keşke!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AH LENİN AH

POLONYA GEZİ NOTLARI-1 (24-29NİSAN 2014)

MISIR HURGADHA SHARM DALIŞ HAZİRAN 2024