RODOS
RODOS
GEZİ NOTLARI (2 Mayıs – 6 Mayıs 2022)
Üç yıl önce çocuklarım ile
Rodos’ta buluşacaktık. Biz Rodos planları yaparken babam hastalandı ve
kendisini hastaneye yatırdık, kısa süre içinde de kaybettik. Çocuklar cenazeden
sonra Rodos tatilini yapıp yaşadıkları ülkeye döndüler, biz ise Haluk ile İzmir’de
kaldık, feribot biletlerimizi ertelettik, otel rezervasyonlarımızı iptal ettik.
Seneye gideriz dedik. Bir sonraki yıl pandemi patladı, gene gidemedik, yıl sonunda Haluk’u da kaybettik. Böylece Rodos defteri açılmamak üzere kapanmış oldu.
Geçen yıl Sibel, Özlem ve Evşen ile birlikte arabayla yapmış olduğumuz
Bulgaristan gezisinin tadı damağımızda kalmıştı. Bu yıl Evşen bayramı
babası ile geçirmek istediği için; gene aynı grup bayramdan önce bir hafta
arabayla Dubrovnik, Mostar, Saraybosna yapalım dedik. Biz güzel güzel seyahat
rotasını çizerken Evşen’in babası hastalandı ve kısa sürede içinde onu da
kaybettik.
Evşen babasını annesinin
yanına defnetmek istedi, bana da bir süre benimle olmak istediğini, direk
Bodrum’a gelmemi söyledi. Evşen’e de bana da neyin iyi geleceğini çok iyi
biliyorum. Bizi gezme sağaltır. O hengamede Evşen’e “Pasaportunu yanına al”
dedim. Ben öyle deyince o da çantasını hazırlarken öylesine pasaportunu çantanın içine atmış.
Evşen’in babasını Bodrum’dan
uğurladık. Bildik gelenek, ilk yedi gün gelen giden ile vakit geçiyor. Ya
sonra, herkes çekilince işte asıl yas o zaman başlıyor. Sibel ile Özlem
seyahattelerdi. Cenazeye gelmek istediler. “Programınızı bozmayın, siz yedi
günden sonra lazımsınız” dedim. Onlarda var olsunlar yönetimi bana bıraktılar
ve yedinci gün geldiler. Kendi aramızda yedinci gün helvasını kardık, “Bayramda
buralarda durmanın alemi yok, yakınlarda bir yerlere kaçalım” dedik. Kos’mu
olsun, Simi mi olsun derken haydin Rodos’a gidelim dedik.
Rodos için Sibel
organizasyona, Evşen fotoğraf makinesini hazırlamaya , ben de Rodos’ta ne var
ne yok araştırmaya başladım. Yakın zamanda arkadaş olduğum eski Rodos
Başkonsolosu hanımdan yardım istedim. Sağ olsun beni kırmadı, nereler gezilir,
nerelerde ne yenilir kimlere onun selamı ile gidilir bir bir not ettirdi.
Marmaris’ten mi gidelim
Fethiye’den mi gidelim diye oya kondu, Marmaris’ten yola çıkmaya karar verildi,
Sibel, feribot biletlerini, kiralayacağımız arabayı, oteli ayarladı ve böylece
Rodos seferimiz başladı.
2
Mayıs 2022 Pazartesi
Sabahleyin daha gün doğmadan
hazırlanarak yola çıkıyoruz. Navigasyon Bodrum Marmaris arasını 2 saat 40
dakika gösteriyor. Feribot Marmaris limanından sabah 09:15 de kalkacak, feribota binmeden önce
arabaya park yeri bulunacak, biletler alınacak, kahvaltı yapılacak, yurt dışı
çıkış pulu alınacak, çok işimiz var çok.
Tam saatinde Marmaris’e
varıyoruz. Limanın içinde otopark var, hemen arabayı park ediyoruz. Kızlar, pasaport ve aşı kartları ile bilet
almaya koşturuyorlar. Kahvaltımızı yapıyoruz. Kafeyi işleten hanım Rodos’luymuş.
Adada 5.000 kadar Türk yaşıyormuş. Kafede bulduğumuz el haritasına gezeceğimiz
yerleri işaretlettiriyoruz. O da şuraya gidin, burada bir şey yok buraya
gitmeyin diye bizi yönlendiriyor. Mesela adanın güney batı ucundaki Prosonisi
adasında Ağustos ayında sular çekiliyormuş. Adaya yürüyerek gidiliyormuş. O
zaman gitmenin bir anlamı oluyormuş. Bu ayda gitmeye gerek yok diyor.
Söylediklerini tek tek not ediyorum.
Feribota biniyor, bir saat on beş
dakika sonra Rodos limanına giriyoruz. Gemide çok fazla yolcu yok. Gerek
ekonomik durum, gerekse pandeminin tamamen ortadan kalkmaması nedeniyle yolcu
sayısı azalmış. Pasaport işleminden sonra, liman çıkışında kiralık arabamızın
hazır olduğunu görüyoruz. Formaliteler tamamlandıktan sonra arabayı alıp tura
başlıyoruz. Bir hata yapmışız, araba düz vites, Özlem biraz yorulacak.
Deniz kıyısını takip ederek
yola çıkıyoruz. Solumuzda eski şehrin surları, sağımızda deniz ilerliyoruz.
Yunus heykellerini geçiyoruz. Mandraki Limanına doğru gidiyoruz.
Mendirek üzerindeki St
Nicholas kalesinin yanında yel değirmenlerini görüyoruz. Yel değirmenleri, ortaçağda
limana yanaşan ticari gemilerden gelen tahılları öğütmek için kullanılıyormuş. Tarihi boyunca Rodos tahıl
ithal edip zeytin ve zeytinyağı ihraç etmiş. Bir zamanlar 18 kadar yel
değirmeni varmış, ancak çoğu, zaman içinde kaybolmuş gitmiş.
Günümüzde ayakta kalan üç tanesi yenilenmiş ve nostaljik yapılar arasında
yerini almış.
Mendirek ile ana kara arasında
limana giren gemileri selamlayan antik dünyanın yedi harikasından biri olarak
kabul edilen Rodos Heykelinin olduğu yerdeyiz. Günümüzde heykelin ayaklarının
bastığı varsayılan yerlerde, sütunlar üzerinde birinde Elefos adlı erkek,
diğerinde Elefina adlı dişi olmak üzere geyik heykelleri var. Geyik Rodos’lular
için çok önemliymiş, yılan çıyan takımının popülasyonunu geyikler kontrol
altında tutuyormuş.
MÖ 305 yılında İskender’in
ardılları Antigonitler Rodos’u kuşatmışlar ve bir yıl süren kuşatma
başarısızlığa uğramış ve barış sağlanmış. Bunun üzerine tanrılara şükran
sunulmak üzere Lindos’lu heykeltıraş Khares tarafından Yunan Güneş Tanrısı
Helios’un dev heykeli yapılmış. Heykelin yapımı on iki yıl sürmüş ve MÖ 282
yılında tamamlanmış. Tunçtan yapılmış bu dev heykel 32 metre boyuyla antik
dünyanın en büyük heykellerinden biriymiş. Heykelin ayaklarının limanın iki
farklı tarafında olduğu rivayet edilse de o zamanın teknolojisi ile bunun
mümkün olmadığı günümüzde anlaşılmış. MÖ 226 da ki Rodos depremi ile yıkılan heykel
uzun yıllar limanda yan yatmış halde durmuş. MS 654 yılında Sarezenler adayı
yağmalarken, yağmadan heykelin kalıntıları da nasibini almış ve heykelin
kalıntıları satılmış. Ha bu arada Fransız heykeltıraş Frédéric Auguste
Bartholdi, New York’da ki Özgürlük Heykeli’ni Rodos Heykeli’nden esinlenerek
yapmış.
Anayolu takip ederek giderken
Ialysos’a gitmek üzere yoldan ayrılıyoruz. Burası Rodos’un ikinci büyük şehri,
daha doğrusu kasabası. Pasta kreması ile kaplanmış gibi duran çan kulesi dikkatimizi çekiyor. Kilise1756
yılında yapılmış, Yunan Ortadoks Kilisesi. Kilisedeki freksler çok güzel. Adak
plakaları ve adak süpürgeleri var. Üzerine mavi dantel geçirilmiş süpürge için
bunu yapan kim bilir ne adamıştı diye sormadan edemiyoruz.
Sokaklar bildiğimiz Ege sokakları gibi. Evlerin kapı önündeki sekiler, merdiven basamakları, akşamüstü çaylarını, komşu sohbetlerini aklımıza getiriyor. Osmanlıda evler kapalı kültürü yansıtır, sadece kafesli cumba ile sokak ile temas edilir. Oysa bu evler dışa dönük, kapı önlerinde sokak kültürünü dibine kadar yaşarsın.
Ialyssos’tan sonra, Rodos
havalimanının yanından geçiyoruz. Gene ana yoldan ayrılarak Theologos’a
uğruyoruz. Kasabanın sokaklarını arabayla turladıktan sonra Kelebekler
Vadisi’ne gidiyoruz. Arabayı park ederek girişe doğru yokuş aşağı yürüyoruz.
Girişte vadiye tepeden bakan bir restoran var. Vadi, karaçamları, irili ufaklı dereleri, küçük şelaleleri, dere üstü ahşap köprüleri ile şirin mi şirin bir yeşil alan. Ancak kelebekler, Temmuz ortasından Eylül sonuna kadar olan sürede izlenebiliyormuş. Kelebekler yoksa vadiyi dolaşmanın bir anlamı yok diye düşünüyoruz ve geriye dönüyoruz.
Soroni kasabasından geçerek
yola devam ediyoruz. Kameiros antik kentine gidiyoruz. Kameiros aslında
haftanın her günü gezilirken, sadece bugün için kapalıyız diye kapıya not yazılmış.
Şans işte.
Antik Kameiros, tarih öncesi
zamanlarda Dorlar tarafından kurulmuş ve daha sonra Akhalar tarafından iskan
edilmiş. Kasaba, biri MÖ 226'da, ikincisi MÖ 142'de olmak üzere iki kez depremle
yıkılmış, ardından da terk edilmiş.
Antik Kameiros yukarıdan
aşağıya üç bölgede inşa edilmiş. Tepenin üzerinde tanrıça Athena Kameiras'ın
tapınağının bulunduğu Akropolis bulunuyor. MÖ 6. yy'da 400 ailenin ihtiyacını
karşılayabilecek bir baraj yapılmış. Sakinler bu barajın etrafına iki odalı Dor
sütunlu bir stoa (Sütunlu revaklar) inşa etmişler. Ana yerleşim Akropolis'in
çevresine kurulmuş, paralel sokakları ve konutları varmış. Alt kat, Apollon'a
adanmış bir Dor tapınağı ve siyasi konuların tartışıldığı yer olan Agora'dan
oluşuyormuş.
Antik Kameiros ilk olarak
1850'lerde ve Akropolis'in bulunduğu yerden kazılmaya başlanmış. 1928 yılında
Rodos hala İtalyan egemenliğindeyken, İtalyan Arkeoloji Okulu, kazı ve
restorasyon çalışmalarını, On İki Adalar'daki İtalyan hakimiyetinin sona erdiği
İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar sürdürmüş.
Akşam olmak üzere, bugünlük bu
kadar yeter, adanın bu tarafında da görülecek yer kalmadı diyerek geriye
dönüyor, Kalithea bölgesindeki Kresten Palace oteline giriş yapıyoruz.
Otel denize nazır, kocaman
havuzu var . Odalara gitmek için labirent gibi yollardan geçiyoruz.
Hepimiz çok yorgunuz, sabahın
kör karanlığından beri yollardayız. Akşam yemeğini otelde yiyoruz. Otelin
oturma salonunda ki dört genç kızın bol bol kıyafet değiştirerek yaptığı dans
gösterisini seyrediyor, odalarımıza çekiliyoruz.
03
Mayıs 2022 Salı
Bugün Rodos’un kale içindeki
Eski Şehrini gezeceğiz. Arabayı sur dibinde ki Kiralık araç bürolarının olduğu
yerde park ediyoruz.
Surların içindeki Eski Şehir’e Virgin (Meryem Ana) Kapısından giriyoruz. Bizi Burgh Meryem Ana Kilisesi’nin yıkıntıları karşılıyor. Burası Yahudi Mahallesi'nde,14. Yüzyılda yapılmış, Hospitaller Şövalyeleri döneminden kalan en eski binalardan biriymiş. Hospitalier (Hastane) Şövalyeleri veya St. Jean Şövalyeleri olarak bilinen bu tarikat, 11. yüzyılda kurulmuş şövalye birliğiymiş. Sonradan ismi üs olarak seçtikleri Rodos Adası nedeniyle “Rodos Şövalyeleri” olarak değiştirilmiş.
Önceleri bir hayır kuruluşu olarak bilinen bu oluşum, İtalyan tacirler tarafından Müslümanlardan alınan özel izinle Kudüs’ten şehre gelecek yoksul ve hasta hacı adaylarına yardım etmek için kurulmuş. Katolik Kilisesi’ne bağlı olan bu yardım kuruluşu, günümüze kadar süregelmiş, tarihin bazı dönemlerinde bağımsız bir devlet olarak güçlü bir ordu ve donanmaya sahip olmuş. Merkezi İtalya’nın Roma kentinde bulunan tarikat (Malta Tarikatı) Avrupa, İslam ve Osmanlı tarihinde büyük izler bırakmış. Zaman geçtikçe güçlenen tarikat, 1309’da Rodos Adası’nı ele geçirmiş ve güçlü bir donanma kurmuş.
Kasabanın Meryem Ana Kilisesi, gotik tarzda yapılmış, II. Dünya Savaşı sırasında şehir bombalanınca bombardımandan kilisenin apsislerinden sadece üçü ayakta kalmış. Rodos'taki en önemli Katolik Kilisesi olarak kabul edilen bu şahane yapı UNESCO Dünya Mirası listesinde olsa da artık kullanılacak halde değil.
Günümüzde Rodos’un tarihi dört
büyük dönem ile adlandırılıyor. Bunlar sırasıyla Antikite, Bizans, Saint Jean Şövalyeleri
ve Osmanlı dönemi.
Rodos adasındaki ilk yerleşim
MÖ 1550 yıllarında Arhangelos yakınlarında bulunmuş, Orta Miken Dönemi'nde (Geç
Hellas II, yaklaşık MÖ 1500-1400) Miken halkı, Rodos ile birlikte
tüm Ege Adalarını hatta Batı
Anadolu'daki Miletos kentini
de kontrolü altına almış. Milâttan
önce X. yüzyılın sonlarında Miken (minos)
medeniyetinin çöküşünü takip eden “karanlık çağ”ın ardından Rodos’a
Lindos, Ialyssos (Trianta) ve Kameiros) şehirlerini kuran ve bir yunan kavmi
olan Dorlar yerleşmiş. Milâttan önce 407’de adanın stratejik öneme sahip kuzey
ucunda bugünkü Rodos şehri kurulmuş.
Roma İmparatorluğunun 395 de ikiye bölünmesinden sonra Rodos’ta Bizans dönemi başlamış, II. Yüzyıldan itibaren Hırıstiyanlık yayılmaya başlamış. VII. yüzyıldan IX. yüzyılın başlarına kadarki dönemde Rodos adası Arap donanmalarının hedefi olmuş. Hatta Abbâsî halifesi Hârûn Reşîd 807’de şehri ve adayı ele geçirerek yerle bir etmiş. Adayı tekrar ele geçiren Bizanslılar Rodos’u tekrar imar etmeye çalışmışlar.
Daha sonra Rodos adası, 1309’da Saint Jean şövalyelerinin eline geçene kadar Bizanslılar, Cenevizliler ve Venedikliler arasında çekişmelere sahne olmuş. Şövalyeler dönemi adanın yeniden inşa, yayılma, siyasal ve kültürel anlamda gelişme dönemi olmuş. Saint Jean şövalyeleri, yıkılan Rodos şehrini tekrar inşa ederek etrafına ortaçağ Avrupası’nın en sağlam kalesini yapmışlar. Hıristiyan Avrupa’nın en zengin ve asil ailelerine mensup Saint Jean şövalyeleri Rodos’u üs yaparak Akdeniz’de Müslüman devletlere karşı korsanlık yapmışlar, Rodos’tan başka on bir adayı daha kontrollerine alıp güçlü kalelerle sağlamlaştırmışlar.
Kanûnî Sultan Süleyman 1522 yılında diğer adalarla birlikte Rodos’u fethetmiş. Anlaşma şartlarıyla Rodos’tan çıkan şövalyeler gemilerine binerek adadan ayrılmışlar. Böylece Osmanlı dönemi başlamış. Bu dönemde Hıristiyan nüfus dış mahallelere ve köylere yerleştirilmiş, adaya Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden Yahudiler mülteci olarak getirilmişler.
1670 yılında Girit savaşlarından hemen sonra Rodos adasını ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyehatname’sinde şehir hakkında çok değerli ve ayrıntılı bilgiler vermiş. Surların kuvvetli tahkimatından söz etmiş ve burada otuz altı cami ve mescid (altı cami, otuz mescid) olduğunu yazmış. Özellikle Saint Jean şövalyelerinin gotik tarzda inşa edilmiş Saint Giovanni katedralini anlatmış. Burası 1523’te Osmanlılar tarafından camiye dönüştürülmüş, Evliya Çelebi’ye göre Hz. Yahya burada gömülüymüş. Günümüzde Mandreke Limanı’nda ki Evengelismos Kilisesi’nin olduğu yere denk geliyor.
Osmanlı döneminde özellikle XVII ve XVIII. yüzyıllarda Rodos adası bazı devlet adamları ve önemli kişiler için sürgün yeriymiş. Yönetim ile ters düşen yallah buraya.
Rodos, 17 Mayıs 1912’de İtalyan-Türk savaşı esnasında diğer on bir ada ile birlikte İtalyanlar tarafından işgal edilmiş. İtalyanlar Rodos’ta Şövalyelerden kalma tarihî eserlerin restorasyonuna ve modern şehrin imarına çalışmış. II.Dünya Savaşı esnasında1943’te Mussolini’nin düşmesiyle birlikte İtalyan işgali sona ermiş. Ermiş ermesine de bu seferde 1945 mayısına kadar Almanlar oniki ada’yı ele geçirmiş. Bu yıllarda adada bir zamanlar refah içerisinde hayat süren Rodos Yahudileri yok edilmiş.
Sokak boyu ilerliyoruz, üç deniz atının kucaklaştığı heykelin arkasında, büyük çınar ağacının altında siyah bir anıt dikkatimizi çekiyor. Anıtın her bir yüzeyinde farklı dillerde aynı şey yazılmış. “ Nazi Ölüm Kamplarında Katledilen Rodos’lu ve Kos’lu 1604 Şehit Musevinin Anısına Sonsuz Saygıyla -23 Temmuz 1944”.
Rodos Kalesi, Büyük
Üstatlar Sarayı olarak da anılıyor. Kale ilk olarak 7. yüzyılda Bizanslılar zamanında
hisar olarak inşa edilmiş. 1309'da Hospitaller Şövalyeleri, Rodos
adasını ve diğer birkaç adayı istila ettikten sonra, kaleyi Şövalyeler üst yönetim merkezi olarak kullanmışlar.
Kanuni Sultan Süleyman , Rodos’u ele geçirip şövalyeler adadan kovulunca kale
Osmanlılar tarafından karargah ve
hapishane olarak kullanılmış.
İtalyanlar
döneminde ise, İtalyan Kralı III. Victor Emmanuel'in ve
sonrasında da Faşist Benito Mussolini'nin
tatil yeri olmuş. Kale günümüzde müze olarak kullanılıyor.
Kalenin içinde büyük bir
avlu var. Seksene yakın oda olmasına rağmen yirmi tanesi gezilebiliyor.
Salonların tabanlarında Kos adası başta
olmak üzere diğer adalardan getirilen mozaikler sergileniyor. Mozaikler 1933
depreminden sonra, Milanolu inşaat mühendisi Hermes Balducci’nin başkanlığında
yapılan titiz bir çalışma sonrası buraya taşınmış.
Salonlardaki
mozaikleri gez gez bitiremiyorsunuz. Burası muazzam bir mozaik müzesi olmuş.
Bazı odaların tabanlarında İtalyan seramikleri var. İtalyanlar restore ederken
de kendi tarzlarını uygulamışlar.
II.
Bayezid ile taht mücadelesine girişen Cem sultan, ikinci girişiminde de
başarısızlığa uğrayınca Rodos şövalyelerine sığınmış ve iki ay kadar bu hanlardan birinde kalmış. Hanlar Osmanlı
döneminde doğu tarzı ögelerle restore edilmiş, kiliseler camiye, hastanede
askeri kampa dönüştürülmüş. İtalyanlar döneminde ortaçağdaki aslına uygun
haline getirilmiş.
Caddenin
sonuna geldiğimizde hem yoruluyor hem de acıkıyoruz. Zebrano kafeye giriyoruz.
Burası çok hoş ve şık bir yer. Özlem’i de çağırıyoruz. Şarap eşliğinde
karnımızı doyuruyoruz.
Kafeden
çıkınca Özlem ile Sibel, Rodos Casino’da şanslarını denemek istiyorlar, biz de
Arkeoloji müzesine uğruyoruz. Akşam saat 8:00 a kadar açık olduğunu öğrenince
çok seviniyoruz. Rodos Arkeoloji müzesini görmeden olmazmış. Müzede Miken
medeniyetinin tüm çanak çömleği bizi karşılıyor. Her bir odayı tek tek
geziyoruz. Bahçede Osmanlı hatırası olarak bir adet çeşme ve üzerinde kubbesi
var. Bizim çeşmenin yanında da duvar mozaikleri sergileniyor. Bahçe çok
bakımlı. Son dakikaya kadar müzenin tadını çıkarıyoruz.
Müzeden sonra buluşma yerine doğru yürüyoruz. Değirmenlerin, limanın resmini çekerken gün kararıyor. Değirmenlerin üzerine projeksiyon ile şövalyelerin beyaz üzeri kırmızı haçlı bayrağı ile Yunan bayrağını düşürüyorlar. St Nicholas kalesinin üzerinde ki deniz feneri yanıp yanıp sönüyor. Tam bir görsel şölen. Buluşma noktamız Elli restoranın önündeki otoparka gidiyoruz Özlem ile Sibel casino da az da olsa bir şeyler kazanmışlar.
Akşam yemeği için Sibel’in bulduğu Koukos Restoran’a gidiyoruz. Burası aynı adlı butik otelin restoranı. Servisten de yemeklerden de çok memnun kalıyoruz. Restorandan sonra doğruca otele gidiyoruz. Çok yorgunuz, yarına kadar dinlenmemiz lazım daha çok gezecek yer var.
04 Nisan 2022 Çarşamba
Geldiğimizden
beri Özlem, daha önce Girit’de yediği,
Bougatsa (Boğaça)yı arayıp duruyor. Sora sora Ömer’in Pastanesi’nde
olduğunu öğreniyoruz. Araya sora, Ömer’in yerine vardığımızda dükkanın kapanmış
olduğunu görüyoruz. Özlem iki gündür adeta boğaçaya aş eriyor, çarşı
pazarda bulurum ümidiyle kahvaltı
yapmıyor. Hepimiz çok üzgünüz ama yapacak bir şey yok.
Daha
fazla vakit kaybetmeden Lindos’a doğru gitmek üzere yola çıkıyoruz. Lindos,
Rodos merkezine altmış kilometre uzaklıkta, fakat dolana dolana iki saatte anca
gidiliyor. Lindos’a gidip plaj yoluna arabayı park ediyoruz. Ben Evşen ile
Akropol’e tırmanacağım. Özlem ile Sibel’de kafe keyfi yapıp, manzaranın tadını
çıkaracaklar.
Meydan
da Konsolos arkadaşımın önerdiği Mavrikos restoranı görüyoruz. Aşçı Dimitri’ye konsolosun
selamını söylüyoruz. Birlikte resim çektirip arkadaşıma yolluyoruz. İki saat
sonrası için rezervasyon yapıp ayrılıyoruz.
Ara
sokaklarda, hediyelik eşya satan dükkanların arasında dolaşıyor; Kutsal Bakire
Kilisesi’nin önünde oyalanıyoruz. Akropol’e çıkan merdivenlere varıyoruz. İsteyen eşekler ile tırmanabilir, biz
yürümeyi tercih ediyoruz. Manzara muhteşem, tepeye yaklaştığımızda kuyruk
olduğunu görüyoruz. Yol daralıyor, o nedenle tek sıra halinde bekliyoruz.
Gişelere ulaşıp bileti aldıktan sonra ortaçağ surlarından geçerek akropole
doğru yol alıyoruz. Kayalara oyulmuş gemi rölyefi kalıntısını görüyoruz.
Önündeki platformda bir zamanlar zafer tanrıçası Nike’nin heykeli varmış.
Heykel günümüzde Louvre müzesinde sergileniyor. Daha sonra önce birinci
platforma sonrada ikinci platforma tırmanıyor, Athena Tapınağı’na varıyoruz.
Athena Lindos’un koruyucu tanrıçası. Athena
Tapınağı kalıntılarının arasından aşağıdaki manzara harika ama rüzgar müthiş. Video
çekerken elimdeki telefon fırlayacak diye korkuyorum. Akropolün arka tarafında
ki kayalar içinde oluşmuş kalp şeklindeki gölü görmek lazım.
Tarihçi
Homer’e göre Lindos on ikinci yüzyılda Dorlar tarafından kurulmuş. Akropoldeki
kazıları Danimarkalılar yürütmüş. Kopenhag Müzesinde gördüğüm Lindos etiketli
eserlerin nasıl geldiğini de öğrenmiş oluyorum. Lindoslular çanak çömlekte,
heykel tıraşlamada çok iyiymişler.
Akropol
de restorasyon çalışmaları halen devam ediyor. Yalçın kayalar üzerindeki bu
muhteşem yapıdan rüzgardan sersemlemiş olarak ayrılıyoruz. Tekrar geldiğimiz yoldan
geri dönüyoruz. Özlem ile Sibel’i meydanda bizi beklerken buluyoruz. Mavrikos’a
giriyoruz. Çok acıkmışız çok.
Mavrikos’ta
her şey harika, makarna gibi kalamardan ikinci tabağı istiyoruz, bebek
karidesleri çıtır çıtır yiyip bitiriyoruz. Barbayannilerin ( Varvayani diye
okunuyor) biri gidip biri geliyor.
Lokantanın sahibi Michael ile ahbap oluyoruz. Kendisi London School of
Economic’den mezunmuş. Karnımız doymuş, çakırkeyif halde Lindos’tan
ayrılıyoruz.
Dönüşte Seven Springs (Yedi Pınarlar) e uğruyoruz. Dere şırıltıları ve açık havada kendimize geliyoruz. Uzun bir doğa yürüyüşünden sonra arabaya dönüyoruz. Akşam yemeği yiyecek halde değiliz. Faliraki’de Moda Cafe’de oturuyoruz. Çay kahve içtikten sonra kafenin yanındaki eski usul eczanede oyalanıyoruz. Bizim Ankara’da ki Derman eczanesi tarzı bir yer. Otele dönerken Sibel’e mesaj geliyor. Hava muhalefeti nedeniyle, yarın feribot seferleri yapılmayacakmış, bizim tatil zorunlu olarak bir gün daha uzuyor. Otel ve araba rezervasyonunu bir gün daha uzatıyoruz. Odamıza dönüp biraz kitap okuyup yatıyoruz.
05 Nisan 2022 Perşembe
Sabahleyin
turumuza Panagia Tsambika Manastırı’ndan başlıyoruz. Manastır, Kolymbia ve
Archangelos kasabaları arasında, bizim olduğumuz Kalithea Bölgesinin yaklaşık
20 km güneyde yer alıyor. Eski Tsambika Manastırı, bir tepenin üzerine inşa
edilmişken, günümüzde faaliyet gösteren yeni manastır, Archangelos'u Rodos
Kasabası'na bağlayan yol üzerinde bulunuyor.
Manastırın kilisesi, Yunan adalarında görmeye alıştığımız türden çatısı oluklu kiremit ile kaplı şirin mi şirin bir kilise. Tapınağın ve avlunun zemini çakıl ve deniz kabuklarıyla kaplı. Bazı ikonlar 19. yüzyıldan kalmaymış.Manastır adını yerel lehçede kıvılcım anlamına gelen tsamba kelimesinden almış. Rivayete göre bir çoban, eski manastırın olduğu yerde bir ışık görmüş ve orada bir Meryem Ana ikonu bulmuş. Panagia Tsambika'nın ikonu, özellikle çocuksuz kadınlar için mucizeler yaratan ikon olarak kabul edilmiş, bu yüzden birçok kadın ikona Panagia’ya bebek ikonları sunuyorlarmış. Bol miktarda bebekli plakalar asılı. Bu manastır adanın koruyucusu olarak kabul ediliyormuş.
Manastırdan sonra Arhengelos kasabasına uğruyoruz. Kasabalarda dolaşmak çok hoşumuza gidiyor. Unlu mamuller satan Φοypnoε Backery tabelasını görüyoruz. Arabayı park edip dükkana giriyoruz. Hiç umudumuz yok ama boğaça var mı diye soruyoruz. Varmış, ama çayı yandaki kafeden alacakmışız. Sibel sevinç ile yandaki kafeye çayları almaya gidiyor, biz de boğaçaların fırında ılınmasını bekliyoruz. Bogaçalar geliyor, Sibel ortada yok. Bu kıza ne oldu diye gidiyorum ki Sibel’e birileri çarpmış, çaylar dökülmüş, Sibel’in eli yanmış, ortalık yangın yeri. Evşen ile Özlem eczaneye koşturuyorlar, Sibel’in eline merhem sürüyoruz, biraz sakinleştikten sonra, yeniden çayları alıyoruz. Sonunda bin bir maceradan sonra boğaça yemeye oturuyoruz.
Boğaça
aslında 1922 yılında mübadele ile İzmir’den Girit’e giden Apostil ustanın
tanıttığı bir tatlı. Çıtır yufka arasında eritilmiş mizithra denen Yunan peynirinin
konması ile yapılıyor. Bizim laz böreğine benziyor.
Arhangelos’ta sokaklarda kayboluyoruz. Saat 13:00 ile 16:00 arasında kiliseler kapalı olduğu için, kiliseyi gezemiyoruz. Çok güzel çan kulesi var. Çan kulesinin önünde boy boy resim çektiriyoruz. Sokaklarda, evlerinin önüne oturmuş, yoldan gelip geçen ile sohbet eden, çay kahve içen kadınlara imreniyor, çocukluğumuza geri dönüyoruz. Kasabalı olmak böyle bir şey işte.
Geriye dönüp, araba ile Afantou kasabasını geziyoruz. Bu kadar kasaba yeter deyip, Faliraki yakınında ki Antony Quinn koyuna gidiyoruz. Arabayı park ediyoruz. Sibel ile Özlem arabada kalıyor. Bugün iş günü, arabadan biraz çalışacaklar. Biz Evşen ile tepeye çıkıyoruz. Antony Quinn koyu şu karşıdaki mi,- yok orası Ladiko plajı-, yoksa aşağıdaki terk edilmiş plaj mı diye dağ tepe dolaşıp hangi koy olduğunu anlayamıyoruz. Sarp kayalardan aşağı bakarak koyu bulmaya çalışıyoruz. Tekrar otoparka dönüyoruz. Bu kadar araba gelmiş, bu gelenler nereye gitmiş diye etrafa bakınırken ileride tepede ahşap panoları fark ediyorum. Yaklaşınca Kounna diye restoran tabelasını görüyorum. Restorana girdiğimde aşağıda muhteşem bir koy, kristal gibi su, kayaların üzerinde ki şezlonglarda güneşlenenler ve şık bir mekan ile karşılaşıyorum. Geriye dönüp bizimkilere “Hey millet cennete düştük” diye bağırıyorum.
Hep
beraber içeri giriyoruz. Bize arkalarda
bir yer gösteriyorlar. O sırada öndeki seyir terasında dört adet koltuk
boşalıyor, hızla gidip yer kapıyorum. Hep birlikte yerleşiyoruz. Önümüzde
banko, aşağıda manzara, acaba Antonny Quinn bizim kadar keyifle oturmuşmudur
burada? Novaro’nun Topları filmi
Rodos’ta çevrilmiş. Filmin çevrildiği esnada Antonny Quinn bu koyu çok beğenmiş
ve satın almak istemiş. Yunanlılar ise “İstediğiniz zaman gelin, başımızın
üzerinde yeriniz var ama satamayız” demişler. Antonny Quinn bu dünyadan göçeli
çok oldu ama Rodos’ta Ladino Burnundaki bu koyda adı yaşıyor.
Kulaklığımı
takıyorum Zorba müziğini açıyorum. Yiyoruz, daha çok içiyoruz, Antonny Quinn’in ruhunu şad
ediyoruz. Tüm bizi bırakıp gidenlere kadeh kaldırıyoruz. Denize girsem mi
girmesem mi diye çok düşünüyorum. Kristal gibi su beni çağırıyor, üşütüp hasta
olmak da var. Evşen “Başına iş çıkarma, bildiğin Ege denizi, girmediğin deniz
mi?” diyor. Orada kaç saat kaldık bilmiyorum, nasıl olsa yarında Rodos’tayız. manzarayı bırakıp gitmek hiç içimizden
gelmiyor. Hayat bize güzel.
Sabah
geç kalkıyoruz. Odanın manzarası da
güzel, biraz balkonda keyif yapıyoruz. Öğlene doğru otelden ayrılıyoruz. Son
gün bir de Rodos Akropol’ünü görelim diyoruz. Adanın ilk geldiğimiz gün gitmiş
olduğumuz tarafına doğru gidiyoruz. Üç kilometre sonra Apollon Tapınağı’nın
kalıntılarını görüyoruz. Dor stilinde yapılmış tapınak restore ediliyor, her
tarafı çelik iş iskelesi ile donatılmış. Kazı alanına girmek yasaklanmış. Emniyet
bandını atlayarak içeri giriyorum. Bizim gibi gezgin olduğu her halinden belli
beyefendiye, stadyum ile tiyatroyu soruyorum. Stadyum ile yanında ki tiyatro
için yirmi dakika aşağıya doğru yürümek gerekiyormuş. Yasak bölgeye girmişim,
daha fazla oyalanmadan geri dönüyorum. MÖ 3.yüzyılda Tanrı Helios şerefine
yapılan spor karşılaşmalarına ev sahipliği yapan Helenistik Stadyum ile
stadyumun yanında mermerden inşa edilmiş
antik çağın tiyatrosunu görmesem de olur.
Eski
şehre geri dönüyoruz. Özlem ile Sibel birkaç parça alışveriş için sokaklarda
dolaşırken biz de Evşen ile etrafı seyrediyoruz. Vakit yaklaşıyor, önce arabayı
teslim ediyor, daha sonrada feribota doğru yürüyoruz. Bilet al, pasaporttan geç
derken feribottayız. Deniz oldukça dalgalı, Marmaris’e kadar sallana sallana
yol alıyoruz. Ben gemi sallanmaya başlayınca ilaç alıyorum, böylece Marmaris’e
kadar uyuyorum.
Marmaris
limanından arabamızı alıyoruz. Otopark parası istememelerine hayret ediyoruz.
Yolumuz uzun, Azmakbaşı’nda durup Cennet Restoran’da akşam yemeği yiyoruz.
Rodos’ta hesap öderken paramızın değer kaybetmesi nedeniyle gelen hesaplar hiç
de ucuz değildi, ama kendi ülkemizde Rodos’tan fazla para ödemek de doğrusu can sıkıcı.
Bir gezinin daha sonuna geliyoruz. Gezi başta Evşen olmak üzere hepimize çok iyi geldi. Sibel soruyor? “Şimdi nereye gidelim?” Sahi nereye gidelim?
Feryal Bekdik
Mayıs 2022 İstanbul
Tam bir rehber niteliğinde olmuş.Keyifle okudum.Feryal ablacım kalemine sağlık😉🌺
YanıtlaSilEllerine aklına sağlık arkadaşım. Çok güzel olmuş
YanıtlaSilOf ne güzel yapmışsınız . Gerçekten tam bir Zorba havası yaşamişiniz. 😍 Öpt Şengül
YanıtlaSilFeryalciğim, Rodos adasına İzmirli Türk Halk Bilimcilerle gitmiştik, güzel bir geziydi o da her zanki gibi. Senin güzel notlarını da okuyacağım, şimdi şöyle bir baktım. Güzel gezi yazıların için teşekkürler.
YanıtlaSil
YanıtlaSilHarika bir gezi yazısı!
Hafız Ahmet Ağa ve Fethi Paşa kütüphanelerini de görseydiniz keşke!