MÜZEDE BÜYÜLÜ ZAMANLAR

 

ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİNDE BÜYÜLÜ ZAMANLAR

Arkeolog arkadaşım Belma, telefon etti. “Anadolu Medeniyetleri Müzesinde konser var, gelir misin?” diye. Kendisi aynı zamanda müze de görevli, hem müzeyi gezeceğim, hem de uzmanıyla birlikte gezeceğim, bir de üzerine müze de konser dinleyeceğim. Buna ben hayır diyebilir miyim? Çok heyecanlandım, “Tabii ki gelirim” dedim.

Müzeyi daha önce birkaç kez gezmiştim. Gezdikten sonra anladım ki Belma ile gezmek bir ayrıcalık, onunla gezince daha önceki gezdiklerimi gezmemiş saydım.

 Konserin başlamasına epey vakit var, müzeyi gezmeye başlıyoruz. İnsanlık tarihinin başlangıcına gidiyoruz, İnsanoğlu ayağa kalktı, alet edevat kullandı, derken 11.000 yıl öncesinin Çatalhöyük’ündeyiz. Çatalhöyük’de bulunan Anadolu tanrılarının anası, Kibele ile birlikte fotoğraf çektiriyoruz. O esnada konser saati geliyor.

Devlet Opera ve Balesi, Müze Konserleri düzenliyormuş. Bugün, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ki Şan Konserindeyiz. Yaklaşık yüz kadar dinleyici var. Meğer bu konserlerin fanatik bir seyircisi varmış, benim yeni haberim oldu.

Konserin şefi ve anlatıcısı Murat Gedikli, soprano  Sema Özer, Reyhan Görbil, Gül Seçkin ve tenor Haser Tek solist, Ongun Kula’da piyanist olarak yerlerini alıyorlar. Sevilen ve dinleyicilerin hoşuna gidecek parçaları seçmişler. Ortam muhteşem, Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi yalnız Ankara’nın değil, Türkiye’nin yüz akı bir müzede konser dinlemenin adı bence “Büyülü Zamanlar”.

Konserde Plaisir d’Amour’da var, Azeri türküleri de var. Giresun’un Gelevara Deresi’de var, Evita müzikalinden Evita’nın şarkısı “Don’t cry for me Argentina’” da var. Her bir şarkının hikayesi anlatılarak konser sürüyor. Finali de koro halinde Meksika’nın Mariachi şarkısı “Cielito Lindo” ile yapıyorlar.

Devlet Opera ve Balesinin kalitesi ile Anadolu Medeniyetleri Müzesinin kalitesi birleşince böyle bir büyülü zamandan gelip geçiyorsun. Tavandan sarkıtılan bayrağımız ve Atatürk resmi ise daha da bir anlam kazanıyor.


Konserden sonra, Belma ile müzenin kafesinde oturuyoruz. “Sen bizim atölyelerimizi görmek istermisin?” diyor. Atölyelerin daha açılışı yapılmamış. Çocukları arkeolojiyi sevdirmek için atölyeler kurmuşlar. İsteyen seramik yapacak -bunun için seramik fırını bile koymuşlar- isteyen sikke basacak, isteyen de tablet yazacak. Bahçede küçük bir alanda da kazı yapıp buldukları parçaları restore edeceklermiş.

Atölyenin ortasında da heykellerin kopyasını yapmışlar, görme engelliler dokunarak heykelleri hissetsinler diye. Heykellerin altına da Braille Alfabesi ile açıklama koymuşlar. Kitaplık köşesi bile var. O kadar etkilendim ki gözlerim yaşardı. Düşünenlerin, yapanların ellerine yüreğine sağlık.

Belma, “Bizi düşündüren o büyük ruh” diyor. Kurtuluş Savaşının en civcivli günlerinde 1921 yılında bir yandan savaşılırken bir yandan da Atatürk bu müzeyi kurdurmuş. Kurşunlu Han ile Mahmut Paşa Bedesten’inin birleştirilmesi ile Ankara Kalesi’nin eteklerinde müze kurulduğunda, gerek yeri, gerek zamanı nedeniyle epey eleştirilmiş. Bugün gelinen noktaya baktığımızda, onun ileri görüşüne bir kez daha hayran oluyoruz.

 

Müze’nin geri kalanını gezmeye devam ediyoruz.  Severek alıp, takmaya fırsat bulamadığım Hitit güneşi motifli küpelerimi bugüne özel takmıştım. Meğer hepimizin Hitit güneşi olarak bildiğimiz güneş kursu, aslında HATTİ kursuymuş. Hattiler, teee milattan önce 2.500 yılında, Anadolu’da Hatti Prensliği olarak hüküm sürmüşler. Hititler, Hattiler’den neredeyse bin yıl sonra Anadolu’ya gelerek Hatti beyliklerini ele geçirmiş ve Hitit Krallığını kurmuşlar. Krallığın baş şehri de Hattuşaş’mış.

Belma her bir eserin hikayesini, nerede bulunduğunu anlatırken kendinden geçiyor, çocuğu gibi her bir eseri ayrı ayrı seviyor, onlarla konuşuyor. Mesleğine bu denli gönül veren birinin müzede görevli olması büyük şans. Tanıştığım diğer müze görevlileri de en az Belma kadar müzeye gönülden bağlılar. Müzemiz 1997 tarihinde İsviçre'nin Lozan kentinde 68 Müze arasında birinci seçilerek "Avrupa'da Yılın Müzesi" unvanını elde etmiş.

Müzede ki tabletlerden birinin hikayesi ilgimi çekiyor.1988 yılında, İngiltere’de ki müzayede firmalarından Chriestie’s firması, Erlenmeyer koleksiyonunun satılacağı bir müzayede düzenler. Müzayedeye ait katalog bizim Müzeler Genel Müdürlüğüne yollanır. Genel Müdürlük de, kataloğu, Anadolu kökenli eser olup olmadığının tespit edilmesi amacıyla Anadolu Medeniyetleri Müzesine gönderir. Katalog incelenirken, müzede çalışan Hititologlar, satışa çıkarılan çivi yazılı bir tablet parçasının, 1956 yılı Hattuşaş kazılarında bulunarak, Anadolu Medeniyetleri Koleksiyonuna getirilen bir tablet parçasının üst kısmı olduğunu tespit ederler ve durumu Genel Müdürlüğe bildirirler.

Bunun üzerine, o zaman İslam Eserleri Müzesi Müdürü olan Dr. Nazan Ölçer, bakanlık tarafından belirlenen bütçeyi aşmamak koşulu ile müzayedeye katılmak üzere görevlendirilir..
Nazan Hanım Londra’ya gider ve Türkiye’de bir bilim heyeti tarafından tarihi önemi belirlenen tableti almak üzere müzayedeye katılır. Ancak tablet katalogda belirlenen fiyatın çok üstüne çıkarak,34.600 sterline Bernard Quatrich firması tarafından satın alınır. Bakanlığın ayırdığı bütçe tabletin alımına yetmemiştir.

Bunun üzerine, Nazan Hanım, arkadaşı olan Çiğdem Simavi’yi devreye sokar. Çiğdem hanım bakanlığın ayırdığı bütçenin üzerindeki miktarı cebinden öder ve tablet alıcı firma ile anlaşma sağlanarak 41.000 sterline geri alınır. Eser Türkiye’ye getirilerek Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilir. Getirilen parça, müzedeki parçanın üzerine bire bir oturur. Tablet, II. Ramses’in karısı Naptera’nın Hitit Kraliçesi Puduhepa’ya yazdığı bir mektuptur. Yani iki kraliçenin arasında ki bir yazışmaya aittir.

İnsanın aklına ilk olarak eserin çalıntı olduğu ayan beyan ortadayken neden mahkemeye başvurulmadı da para ödenerek geriye alındı sorusu gelebilir. Eserin farkına  müzayedeye çıkıldıktan sonra varılmış. Mahkeme açmak daha masraflı ve sıkıntılı bir süreç. Bilimsel açıdan çok önemli bir parça olduğu için, bir defaya mahsus böyle bir ödeme yapılmış ve eser ülkemize geri getirilmiş.


Merdivenlerin başında 1952 Ankara’sını gösteren tablonun önünde duruyorum. Müzenin olduğu yer tabak gibi görünüyor.                                                                                                                                    



                                                                                                                                                                                                             

                                                                             

 Akşam oluyor, neredeyse müze kapanacak, Belma ile birlikte müzeden çıkıyor, arabaya doğru giderken, dönüp müzeye tekrar bakıyorum. Bugüne kadar yüzümüzü ağartan müzenin, bundan sonra da sonsuza kadar ağartmasını diliyorum.

Feryal Bekdik

22.02.2022

ANKARA

Yorumlar

  1. Anadolu Medeniyetleri Müzesi dünyanın en önemli müzelerinden biri.1997 de Avrupa'da Yılın Müzesi seçilmesinin nedeni bu. Ben bir kaç kere gittim. Müzenin programlarından haberim yoktu. Ankara'ya her yolu düşenin ve Ankara oturanların vakitlerini vermesi gereken bir yer.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AH LENİN AH

POLONYA GEZİ NOTLARI-1 (24-29NİSAN 2014)

MISIR HURGADHA SHARM DALIŞ HAZİRAN 2024