Taylanlar Ölmez
TAYLANLAR ÖLMEZ
ODTÜ Vişnelik’te Neşet Ertaş gecesi var diye telefon etti
arkadaşım. Dört kişilik masa ayırtmış. “Ben, kızım, yurt dışından bir arkadaşım
bir de sen” dedi. Ben de İzmir’den bir arkadaşımın kızı ile nişanlısı akşamüstü
çaya gelecekler, yemeğe kalmazlar ise gelirim dedim.
Gençler geldiler, çaylar içildi, muhabbet edildi, çok
oturmadılar, yemeğe kalmadan gittiler. Vişnelik’e gitmek üzere tam evden
çıkarken kredi kartımın olmadığını fark ettim. Biraz arandım tarandım,
bulamayınca da kartı iptal ettirmeye kalktım. Kartı iptal ettirmek için
uğraşırken de hayli vakit kaybettim. “Ben
gelmesem olur mu?” diye telefon ettim. Olmazmış, kızı benimle gelecekmiş,
geçerken onu da almam lazımmış. Ben gelmezsem kızı da gelemeyecekmiş. Çaresiz
yola çıkıp, arkadaşımın kızını da aldıktan sonra Vişnelik’in yolunu tuttum.
Vardığımızda konser çoktan başlamıştı. Yeme içme konser ile ilgilenirken, yurt
dışından gelen arkadaş ilgi alanıma girmedi.
Konser için ara verildiğinde Neşat Ertaş’tan bahsettik.
Ozanların, bizim duyamadığımız, hava da
uçan kelimeleri yakaladıklarını, bizim anlayacağımız şekilde dizdiklerini bir
yerde duymuştum. (Fırat Tanış’ın Gelin Canlar Bir Olalım Oyunu). Neşet Ertaş’ın
bu kelimeleri en iyi yakalayanlardan biri olduğu konusunda hepimiz hem fikir
olduk.
Arkadaşım, “Sen de tüm türküleri biliyorsun hani” diye yurt
dışından gelen arkadaşa laf attı. Yurt dışından gelen arkadaş ile bu arada
tanıştım. Ufak tefek, saçlarını dökmüş, cin bakışlı sempatik biri. Bizim arkadaş
ile yurt dışında tanışmış, türküleri de zaten çocukluğundan biliyormuş,
repertuvarını cezaevinde genişletmiş.
Yurt dışı, cezaevi, türküler…. Gece boyunca kah türkü
dinlendi, kah yağmur altında Ankara havaları oynandı. Bizim yurt dışından gelen
arkadaş Ankara havalarını oynarken çok mutlu görünüyordu. Otuz bir yıldır
gurbette yaşayan biri olarak ODTÜ Vişnelik’de türküler ile hasret gideriyordu
.Yağmur hızlandı. Türküler geçidi bitti.
Konuşacak çok şey vardı. Türkü aralarında bölük pörçük
anlatılanlar ilgimi çekmişti. Hikayenin tamamını merak ediyordum. Vişnelik’in
kapalı tarafına geçip içki faslına orada devam edildi. Arkadaş sen kimsin? Sen
nasıl bir ademsin öyle? Anlattıklarını ağzım açık dinledim.
İyisi mi ben arkadaşın hikayesini en baştan anlatayım. Arkadaşın
annesi on üç yaşında babası yaşında bir adamla evlendiriliyor. Anne bu çocuk
gelin olmayı içine hiç sindiremiyor. Yirmili yaşlara geldiğinde, iki çocuğunu
koca evine bırakıp, evli dört çocuklu bir adama kaçıyor. İkisinin evli çocuklu
olması bir yana, adam dede soyundan, kadın ise talip soyundan. Ait oldukları
kültüre göre dede talip evliliği hoş görülmediğinden düşkün ilan ediliyorlar.
Yani bir çeşit aforoza uğruyorlar.
İkisi birlikte köyü terk ediyorlar. Ankara’da gecekondu
semtlerinden birine yerleşip hayatlarına devam ediyorlar. Bu arada iki çocuk
daha dünyaya geliyor. Bizim ki bu iki çocuğun küçük olanı.
Aradan yıllar geçip, çocuklarda olunca, arkadaşın anne ve
babası dar’a duruyorlar. (Alevilikte
bir çeşit mahkeme). Kadının eski kocası ile adamın eski karısı kadın ile erkeği
affediyorlar ve çiftin birlikteliğine rıza gösteriyorlar. Böylelikle işin
birinci kısmı halloluyor. Babasının dedelikten feragat etmesiyle de evlilik
tanınmış oluyor. Ne aşk ama?
Arkadaş, lisedeyken, devrimci harekete ilgi duymaya başlıyor.
Liseli çocuğun ilgisi ne olur ki, afiş asar, derneğe gider, dilinin döndüğünce propaganda yapar. Bizimki lise birinci
sınıftayken göz altına alınıyor, sonrada ver elini Ulucanlar cezaevi. Sadece
onu alsalar neyse, babasını ağabeyini, yetmemiş bir de üvey ağabeyini içeri
alıyorlar.
Anneleri bu dönemde hapishane ziyaret günlerinde hangi
birine yetişeceğini şaşırmış vaziyette aksatmadan her hafta birini ziyarete
gidiyor. Evlere temizliğe giderek de geçimlerini sağlamaya çalışıyor. Babası
altı ay sonra, ağabeyleri de bir yıla kalmadan salıveriliyorlar. Onlar zaten bizim arkadaş dolayısı ile içeri
alınmışlardır. Hele üvey ağabey, bu işlerle ilgisi dahi olmayan lümpenin
tekidir. Bizimki içerde dört yıl kalır.
Hapishane günlerinde siyasi görüşlere göre komünler
oluşturulmuştur. Arkadaşın ait olduğu komünde , komün başkanı her ay için kişi
başı iki yüz elli lira para ister. O zaman için büyük para, bizimki nereden
versin? Bir anacığı var, o da hapisteki dört erkeğe yetişmeye çalışıyor, üç
kuruş paraya ellerin pisliğini
temizlemeye uğraşırken canı çıkıyor. Arkadaş “Yok ağabey ben veremem” diyor.
Komün başkanı bizimkini komünden atıyor iyi mi? Komün başkanının yıllar sonra
bugünkü iktidar partisinden milletvekili olduğunu söyleyeyim de, o zaman ki
tavrına çok da şaşırmayın.
Arkadaş bir başka fraksiyonun komününe gidiyor. Orada daha
çok ODTÜ’lü ağabeyler var. Bizimki, hapishane de ki ağabeylerin verdiği
İngilizce derslerine aksatmadan katılıyor, derdini anlatacak kadar İngilizceyi söküyor. Kitap okuyor, tartışmalara
katılıyor, kendini yetiştiriyor.
Hapisteyken on iki eylül oluyor, Necdet Adalı’nın, Erdal
Eren’in asılmaları onu çok etkiliyor. Onların son günlerini anlatırken gözleri
dolu dolu oldu, bizi de ağlattı.
Dört yılın sonunda bizimki cezaevinden çıkıyor, suç ne,
ceza ne kim biliyor ki. Çıkar çıkmaz yaşı geldiğinden hemen askere alınıyor,
iki yıl da sakıncalı er olarak askerlik yapıyor.
Askerlik bittiğinde Cumhuriyet gazetesine giriyor, üç yıl
kadar çalışıyor, bu arada cezaevine girdiğinde liseden kaydı silindiği için;
dışardan lise bitirme sınavlarına giriyor, ikinci ve üçüncü sınıf derslerini
kısa sürede veriyor ama edebiyattan çaktırıyorlar. Onca kitap okumuş, gazete de
haber yazacak kadar dile hakim adamı edebiyattan geçirmiyorlar.
Günler geçip giderken bizimki yurt dışına gitmeyi kafaya
koyuyor. Annesine konuyu açtığında annesinin gözleri nemleniyor. “ Var git
oğul” diyor. “Sen cezaevinden bile kendini rezil etmeden çıktın ya oralarda da
rezil olmazsın” diyor.
Bizimki bir yolunu bulup kapağı yurt dışına atıyor. Böylece
gurbet günleri başlıyor. Ne iş olsa yapıyor. Bu arada aklında hep üniversite de
okumak var. Gel gör ki lise diploması
bile yok. Yurt dışında konu eğitim olunca her türlü olanak mevcut. Arkadaşın
durumunda olanlar için “Genel Eğitim”
diye bir sistem kurmuşlar, o da cezaevinde öğrendiği İngilizce ile altı ayda
oradan mezun oluyor ve üniversiteye gitmek için engeli kalmıyor. Üniversite
için İngilizcesinin yeterli olmayacağının farkında, dil kursuna giderek
İngilizcesinin ilerletiyor, gerekli sınavlardan geçerek; üniversite eğitimine
başlıyor ve de elektronik mühendisi oluyor. Derken çalışmaya başlıyor.
Arkadaşın hayatına, hala “Sevgilim” dediği bir hanım kız
giriyor. Sağlık sektöründe çalışan bu Türk kızına bizimki, sırıl sıklam aşık
oluyor ve mutlu son. Onunla evleniyor. Bu arada işletme dalında da yüksek
lisans yapıyor.
Türkiye’ye geldiği tatillerin birinde belki bir gün ülkeye dönersem, lise diploman
bile yok diyerek mühendisliğimi tanımazlar diye o verilmeyen edebiyat dersini
vererek lise diplomasını da cebine koyuyor.
Arkadaşın bir oğlu oluyor, adını Taylan Deniz koyuyor.
Bizimki hanımına ,zaman zaman başından
geçenlerin çok az bir bölümünü anlatıyor. Anlattığı kadarı bile kadıncağızı dehşete düşürüyor. Eşi, o
kadar travmadan bizimkinin dağılmadan çıkmasına hayret ediyor ve kocasına olan hayranlığı
bir kat daha artıyor. Arkadaş başından geçenleri oğluna ise hiç anlatamıyor.
Bir gün oğlu elinde bir kitap ile geliyor. “Baba kitap
kapağında ki üç delikanlıdan birinin adını mı verdin bana?” diyor. Bahsettiği
kitap “Dar Ağacında Üç Fidan”. Sadece “Evet oğlum” diyor. O kadar. “Taylan’ı da
sonra anlatırım” diyor.
Taylan Deniz bugün yirmi üç yaşında. Babasının göz bebeği.
Resimlerini gösterdi. Nasıl gurur duyuyor oğluyla, ondan bahsederken nasıl içi
titriyor. Vişnelik’in duvarındaki öldürülen arkadaşlarımızın resimlerine
bakıyoruz. Fotoğraflardan birine elini koyuyor. “Oğlumun adını verdiğim Taylan
Özgür” diyor. Ben de her bir yitirdiğimiz ile ilgili hatırladıklarımı
anlatıyorum onlara. Arkadaş benden sekiz yaş küçük, diğer arkadaşım ise on beş
yaş. Ertuğrul, Semih, Yusuf Ziya, Behçet benim dönemimden tanıdığım gençler.
Gecenin sonunda, arkadaşa anlattıklarını yazmak istediğimi
söylüyorum. “Ohhooo ablacım, Erbil Tuşalp’in “Önce Çocuklar Öldü” kitabının yarısı benim üzerime”
diyor. “Olsun ,Erbil Tuşalp annenin söylediği sözü yazdı mı kitabında?”
diyorum. “Hangisi?” diyor. “Sen
cezaevinden bile kendini rezil etmeden çıktın ya oralarda da rezil olmazsın”
23 Eylül 2021
Ankara
Not: Bir Ölü Yatıyor İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda
Bugün Taylan
Özgür’ün ölüm yıldönümü.
Sağolun Feryal Ablacım
YanıtlaSil👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻
YanıtlaSil👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻
YanıtlaSilÇok güzel anlatmışsın Feryal ablam👏🏻👏🏻👏🏻
YanıtlaSilEline yuregine saglik arkadadim
YanıtlaSilEline yuregine saglik arkadadim
YanıtlaSilFeryalcim , kolay okunan edebiyat dilin, duyguları güzel yakalayışın, olayları hem tarihi hem de detaylarda dağılmadan anlatışın çok güzel.. konu zaten ibretlik ve yürek burkucu .. eline , yüreğine sağlık..devam..
YanıtlaSil