TEREKE

Doktorun vefatı kasabada çabuk duyuldu, cenaze evden çıkarıldıktan sonra, bilindik kimi kimsesi olmadığı için ev mühürlendi. Doktor toprağa verildikten sonra, ev sahibinin ön ayak olmasıyla konu komşu hep birlikte ölümünün yedisinde helva kavurup mahalleliye dağıttılar.

Doktor, doğu illerinden birinde küçük bir kasabada hükümet tabipliği yaparken kız kardeşe oranın ağa tabir edilen ahalisinden biri gönül düşürmüş, kız kardeş de buna kayıtsız kalmamış. Gel gör ki ağabeyin kız kardeşinin yaban ellerde gelin olarak kalmasına gönlü razı gelmemiş, tayinini batıya istemiş, böylece uzun yıllar önce kız kardeşiyle birlikte kasabaya gelmişler.

Kız kardeşi kasabaya geldikten sonra, sararıp solmaya başlamış, çok geçmeden de verem teşhisi ile hastaneye yatırılmış. Gel zaman git zaman hastalık gerilemiş, kız kardeş iyileşerek eve dönmüş, ağabey ile kasabada yaşamaya devam etmiş.

Yıllar yılları kovalarken, kız kardeş kasaba tarafından marazlı bellendiğinden evlilik şansını kaybetmiş. Ağabeyde kardeşiyle birlikte yaşayacak gelin adayı bulamadığındanmıdır , kardeşinin hastalığında payı olduğunu düşünerek ona kıyamadığındanmıdır bilinmez  o da bekar kalmış. Kasabanın yalancısıyım, biz o yıllarda daha kasabaya gelmemiştik.

Doktorun emekli olmasına yakın, kız kardeş bu dünyadan göçüp gitti. Kız kardeşinin ölümünden sonra doktor tam anlamıyla hayata küstü, emekli olup iyicene eve kapandı. Bu sonsuz yas döneminde kimseler ona laf geçiremedi, zamanla gelen gidende elini ayağını çekince doktor tam anlamıyla münzevi bir hayat sürmeye başladı. Alışverişini sabahın erken saatinde yapar, penceresinin perdelerini örtülü tutar, evin içinde ne yapar nasıl vakit geçirir, kimse bilmezdi.

Yoldan geçenler, yüksek sesle konuşuyorlarsa onun evinin önünden geçerken seslerini alçaltırlar, mahallenin çocukları onun kapısı önünde oynamazlar, konu komşu kapı önü muhabbetini bir iki ev ötede yaparlar, yasına saygı gösterirlerdi. Nadir olarak perdesini araladığında, bağa gözlüklü, yaşlı bir amca ile göz göze gelirdiniz. Aksi ve huysuz olduğunu söylerlerdi. Doktoru aksileştiren sevgisizlikti, doktoru huysuzlaştıran ona şefkat gösterecek kimsesinin olmamasıydı.

Kimseler kapısını çalmadı, ne bir akraba, ne okuldan bir arkadaş, ne eski bir tanıdık. Ev sahibinin, kirasını her ay düzenli yatırdığı için bir şikayeti yoktu. Etliye sütlüye karışmayan, kimseye zararı olmayan kendi halinde bir ademdi.

Sabahları alış veriş yaptığı bakkal, o gün doktoru göremeyince meraklandı. Ev sahibine sordu, ev sahibi de meraklandı. Eve girmeye cesaret edemediler, bakkalın çırağı bir koşu hükümete gitti, polis gelip kapıyı açtı, doktoru yatağında hareketsiz görünce hükümet tabibini çağırdılar, sonrada hastaneden gelen ambulans doktoru alıp gitti, o esnada da evin kapısı mühürlendi.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Mahallede tereke tespiti için hakim gelecek diye konuşulmaya başlandı. Çok geçmeden Hakim Bey, zabıt katibi, mal müdürü, bir polis eşliğinde eve geldi, kapının mühürü söküldü ve eve girildi. Ne oldu nasıl oldu kimse anlayamadı. Evin içine oluk oluk kadın sürüsü daldı. Kimi sandıklara koşuştu, kimi perdelere üşüştü.

Doktorun yıllar evvel göçüp giden kız kardeşine ait çeyiz sandıkları açıldı, sararmış çarşaflar, dantel örtüler, kanaviçe işlenmiş yastık yüzleri, fisto geçirilmiş örtüler, iğne oyaları kapanın elinde kaldı. Mutfaktaki tel dolap, kap kacak, bakır sahan, bakır helke, göz açıp kapanıncaya kadar evden çıktı gitti. Polis kar etmedi, takviye istendi, takviye gelene kadar, çekirge sürüsü misali evde ne var ne yok kadınlar tarafından kapıp kaçırıldı.

Nikos Kazancakis, Zorba’yı yazalı çok olmuştu, Zorba filme çekilmişti ama daha ülkemizde gösterime girmemişti. Kasabada Zorba filmi birebir yaşanıyor, devlete kalmasın diye doktorun nesi var nesi yoksa yağmalanıyordu. Takviye geldiğinde evde bir şey kalmamıştı. Hakim ile zabıt katibinin oturduğu sandalyeler, üzerinde daktilo olduğu için alınamayan ceviz masa ve masanın altında ki yer yer tüyleri dökülmüş halı terekeye yazıldı.

Terekeye yazılan eşyalar mal müdürlüğünün deposuna götürüldü. Mahalleli ceviz masa devlete kaldı diye yazıklandı, eprimiş halı bile belki antikaydı diye uzun süre konuşuldu. Biz de edebiyat dersinde Yunus Emre’yi işliyorduk.

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan.

 

Feryal Bekdik

Mayıs 2020

ANKARA

 

 

Yorumlar

  1. Su gibi okudum...kalemine sağlık..

    YanıtlaSil
  2. Yalın gerçek, anlamlı, değerli.

    YanıtlaSil
  3. Bir solukta okudum, kaleminize sağlık. sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Yazdiginiz bu hikaye, uzun bir filmin kisa ama bir o kadar da carpici bir sahnesi olabilir. Bana o duyguyu verdi. Ellerinize saglik! Yeni yazilarinizi bekliyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AH LENİN AH

POLONYA GEZİ NOTLARI-1 (24-29NİSAN 2014)

MISIR HURGADHA SHARM DALIŞ HAZİRAN 2024