BİLANÇO 2020
Bilanço 2020
Yeni yıl bittiğinde şirketler bilanço yapar, neyi var neyi
yok artı/eksi kağıda dökerler. Sonrada tüm yükü yeni bir döneme aktarmamak için
tek satır ile devir eder, yeni bir sayfa açarlar.
Yeni çağın adı, dijital çağmıdır, finans çağımıdır, adı her
ne ise, bu yeni sistemlerin sıfırlanma ihtiyacı vardır. Yılbaşı bu
sıfırlanmanın adıdır, yeni bir sayfanın açıldığının ilanıdır.
Yeni çağda insanlar, ister patron olsun, ister yönetici
olsun, ister emekçi olsun, isterse de işsiz güçsüz aylak takımından olsun bu
sıfırlanmanın bir parçasıdırlar. Bunu da yılbaşı adı altında kendi meşrebince
kutlayarak sistemin parçası olduklarını kutsarlar. Haklarıdır tabi.
Geçen yılın bilançosunu çıkardığımda eksi hanemin berbat olduğunu gördüm. Çok büyük bir acı yaşadım.
Resmen ikinci baharım sona erdi. Hayat arkadaşımın yanı sıra birçok sevdiğimiz,
değer verdiğimiz, sempati duyduğumuz insanları da kaybettik. Tüm dünyayı kasıp
kavuran “Corona” denilen bela bize de bulaştı. İğnenin deliğinden geçip bizi
evimizde, korunaklı sandığımız kalemizde buldu ve vurdu.
Acı ile insanın kafası başka türlü çalışıyor. Bunca seyredilen
bilim kurgu filmleri, okunan komplo teorisi kitaplar, harmanlanıyor ve kafanda
korkunç senaryolar oluşuyor.
“Bu adrese teslim bir virüs” diyorsun. Bill Gates efendi,
dünya nüfusunun %10 ile %20 azaltılması gerektiğini bas bas bağırıp duruyordu.
Avrupa da yaşlı nüfus artarken, yerine gelen genç nüfus yok denecek kadar azalıyordu.
İnsan ömrü uzuyordu ama bu uzama için insanlar her gün avuç dolusu ilaç içer
olmuşlardı. Bu yükü ne emeklilik sistemi, ne de sağlık sistemi kaldıramazdı.
Ne yaptı efendiler? Kendilerince sisteme yük olan,
kendilerine göre dezavantajlı gördükleri kesimi yok etmeye programlı Covid 19
tetikçisini saldılar ortaya. Koah hastası, şeker hastası, tansiyon hastası,
böbrek yetersizliği olan, kalp de problemi olan kim var kim yoksa önüne katıp süpürüp
sistemin dışına çıkarıyorlar.
Çocuklara dokunmuyor, gençlere de etkili olmuyor, çünkü
onlar sisteme lazım. Çalışacaklar, üretecekler, sisteme pirim sağlayacaklar.
Sağlam erişkinlere de şimdilik pas, sen biraz daha işime yararsın diyerek değip
geçiyor. Bu kadar seçici bir virüsü bu çağda üretmeyi başardılar ya. Ne diyeyim
Allahlarından bulsunlar.
Amerika’da yaşayan bir arkadaşım söyledi. Bill Gates
kendine 450 milyon dolarlık ev yaptırmış ve de geçenlerde taşınmış. Evin öyle
aman aman büyüklüğü yokmuş ama evin içine dünyada gelmiş geçmiş, bilinen bir
milyon altı yüz bin adet virüsü algılayan ve üç buçuk salisede ( saniye değil)
yok eden sistem kurulmuş.
Dünya Sultan Süleyman’a kalmamış, size mi kalacak dünyanın
yeni efendileri? Mars’da yaşama planları ertelenince kendilerine burada
korunaklı dünyalar kurup, geri kalanını yeniden düzenlemeye giriştiler.
Bizim zamanımızda “Vahşi Kapitalizm” derdik, sömürürdü,
süründürürdü ama kendine göre bir ahlakı, bir raconu vardı. Şimdilerde
kapitalizm “Ahlaksız Kapitalizm” oldu. Öldürüyor, soy temizliği yapıyor, gen
temizliği yapıyor. Kendine uygun sağlıklı, üretecek, güçlü kuvvetli insanları
elde tutup, her aya iki üç torba ilaç ile yaşamını sürdüren bir de üstüne
sistemden para alan insanları yok ediyor.
Bilançonun eksi hanesindeki büyük kaybım ve kayıplarımız
için aklımdan geçenleri yazdıktan sonra, diğer eksilerime geçeyim. Yıllarca
acaba alır mıyım alamaz mıyım diye vize kuyruklarında beklediğim, acaba şimdi kaç
aylık izin verecekler diye hesaplar yaptığım vize sorunum çözülmüş, Avrupa’ya
giriş için iki buçuk yıllık vize almıştım. Sevinmeye kalmadı. Gidemez oldum.
Çocuklarımı telefondan görmeye, seslerini telefondan duymaya çalışıyorum.
Büyüyorlar, büyürken yaşanacak o güzel anları kaçırıyorum. Bırak yurt dışını
yanı başımdaki çocuklarımı göremiyorum.
İlk eşimi kaybettiğimde evimiz, iş yerimiz dolup taşmıştı.
İnsanlar gelmişler, sarılmışlar, sırtımızı sıvazlamış, acımızı paylaşmışlardı.
Meğer ne büyük ayrıcalıkmış. Şimdi acıyla dört duvar ile baş etmeye
çalışıyorum. Sağ olsunlar dostlarım arkadaşlarım telefon ile arayıp duruyorlar.
Gözünü karartıp eve gelen birkaç arkadaşım da olmadı değil. Okul arkadaşım
Hakan, kadim dostum Hüseyin, arkadaşımın kızı ama benim can arkadaşım Gizem
bunlardan bir kaçı. Ama sarılamıyorsun, dokunamıyorsun. Dokunamamak, ne büyük
eksiklikmiş, şimdi anlıyorsun. Suratlarda koca bir maske, maskenin arkasından
gelen uğultulu ses, gözün kör olsun Corona.
Çok sevdiğim işimi yapabileceğim, bilgilerimi
aktarabileceğim şahane bir ekip ve şantiyeye kavuşmuştum. Hani nerde? Gidemiyorum
işte. Sabah günaydın demek, bağrışmak çağrışmak, sonrada bir şey olmamış gibi
akşam king oynamak, hepsi birer hayal oldu.
Hayatta ben üç şeyi sevdim, çalışmayı, gezmeyi ve de
arkadaşlarımı. Çalışayım, gezeyim, lak lak edeyim. Bu yıl, tüm sevdiklerimden
mahrum kaldığım bir yıl oldu. Geçen yılın eksi hanesine kara kapkara olarak
yazıldı.
Artılara
gelince, kaçak göcek geçen yılın Şubat ve de Ekim aylarında kısa sürelerle de olsa yurt dışındaki
çocuklarımla birlikte olma fırsatım oldu. Mart ayında Afganistan’a gittim.
Afganistan dönüşü Corona patladı. Hem de ne patlamak, dünyayı başımıza yıktı.
Çok bunaldık. Haluk ile birlikte Ekim sonunda Fethiye’ye
gittik. Dört gün dalış yaptık. Teknede kimseler yoktu. Otelden çıkıp Fethiye’nin altını üstüne getiremedik ama
suyun altının karış karış keyfini çıkardık. Dönüşte de Salda Gölü’ne
ayaklarımızı soktuk. İyi ki gitmişiz. İyi ki, iyi ki.
Geçen yılın hanesine yazılacak en büyük artı ailem, dostlarım,
arkadaşlarım ve de şahane komşularım oldu.
Şahane komşularım için ayrı bir satır açmam lazım.
Corona’ya karşı yer altı örgütü gibi çalışan komşuluk örgütümüz. Apartmanımızı
resmen Corona sardı. Haluk ve Nilüfer teyzeyi kaybettik. Diğerlerimiz ufak
tefek hasarlarla atlattık. Ama dayanışma muhteşemdi. Gerek hastalığım sırasında
gerekse Haluk’un gidişinden sonra kapıma yemekler bırakıldı. Karantina sürem
bittikten sonra da, hadi gel çay koyduk, hadi gel kek yaptık bahanesi ile zilimi
çaldılar, günün birkaç saatini Haluk’dan bahsederek, günlük dertlerden dem
vurarak bana yaşadığımı hissettirdiler. İyi ki varlar.
İnsana kardeş her zaman lazım, ama acılı ve sıkıntılı
günlerde daha bir lazım. Her sabah “Günaydın Ablam” diyen bir kardeşin olması
insana iyi geliyor. Komedi, trajedinin zaman geçmiş haliymiş, kardeşim en
trajik olayın içinden eleyip ayıklayıp komik bir yan buluyor. Onunla
konuşurken, ağlarken gülüyor, gülerken ağlıyorsun. İnsanı duygudan duyguya
geçiriyor.
Ya kuzenler. Telefon ile sürekli arayan Ayhan-Güzin, Nuran,
Sumru, Şaba. Güzin’in “kuzucuğum” diyen
huzur dolu sesi.
“Kümes”, ah bizim muhteşem dillere destan kümesimiz. Meğer acılara
karşı nöbet de beklermiş Kümes. Kanada’dan, İzmir’den İstanbul’dan sürekli ses
verdiler. Evşen, Haluk’un muhteşem kuması, her iş çıkışı Maslak’dan, Ataşehir’e
kadar telefonunu açık tuttu, akşam yemeğime sesiyle eşlik etti.
“Basketçi kızlar”, “Urlalı kızlar”, “Başkentli
İnşaatçılar”, “ODTÜ-THBT” Haluk’un iş arkadaşları, hepsi ama hepsi seslerini
duyurdular, acımı paylaştılar. Yurt dışında yaşayan tüm arkadaşlarım, ses
verdiler. Sabahtan akşam yatıncaya kadar telefonum hiç susmadı.
Okuldan beri arkadaşım, dostum olan Kadir, Ankara’da ki
elemanını neredeyse bana tahsis etti. Ne iş yapılacaksa, ne halledilecekse onun
sayesinde halloldu. Hem hasta, hem de acılıydım. Hiçbir şey ile uğraşacak halim
yoktu, her şeye onlar koşturdu. Ne diyeyim Kadir, ayağın taşa değmesin.
Oğlum, canım oğlum. Gelemedi, bileti sürekli ertelendi, Noel
de gelmek için yaptıkları son hamleyi de sistem sınırları kapatarak geri
püskürttü. Noel için ne hayallerimiz vardı. Aslan Haluk dedesi ile lego
yapacaktı. Haluk dedesi hastaneye giderken bile “Çabuk iyileş lego yapacağız”
demişti. Dedesi de “olur” diye mesaj atmıştı. Haluk’un yazdığı son mesajda bu
oldu. Aslan da Alice’de çok ağladılar çok.
Hayat, karşıma çocuklarımın dibine kadar dedeliğini
yaşadığı güzel bir adam çıkardı. On bir yıl, hayat arkadaşım, yoldaşım,
sırdaşım oldu. Ailemin arkadaşlarımın yakıştırdığı güzel bir beraberlik sona
erdi. Aynı acıyı ikinci defa yaşamak çok ağırıma gidiyor çok. Bazen isyan
ediyorum. “Bu Hayatta Kısa Çöpü Hep Ben mi Çekiyorum?” diye. Bazen de “Yaşadıklarına
Say” deyip kendimi avutuyorum.
Yonca daha çok küçük. Geçende evlerine gittim. Ne zaman
beni görse dedesini, dedesini görse beni soran çocuk, hiçbir şey sormadı. Nasıl
olsa antikorluyum diye, doya doya sarıldım, Haluk’un portakallı kurabiyesinin
kokusunu içime çektim.
Kızlar, Haluk’un kızları, benim güzel kızlarım. Babalarının
acısını benimle paylaşıyorlar. Kah ben onları, kah onlar beni teselli
ediyorlar. Acıyla dayanışarak baş etmeye çalışıyoruz işte.
Yeni bir yıla devir ederken, eksi hanemde baş etmeye
çalıştığım büyük bir acı, artı hanemde ise, ailem, çocuklarım, dünyanın dört
bir yanında arkadaşlarım, dostlarım ve şahane komşularım var.
Bir yanda acılar varken bir yanda da umut ve iyimserlik
var.
Not: Son günlerde dilime Attila İlhan’ın dizeleri takılıyor
“Çünkü ayrılıklarda
sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili”
“Ayrılık Sevdaya Dahil” tamam da, “Ölüm Neye Dahil?”
31 Aralık 2020
ANKARA
Feryal'cim okurken o kadar etkilendimki gözyaşım bogazimda dügüm oldu.İyi ki varsin, komşum...
YanıtlaSilFeryal ablacım her zaman yayındayız.Babişkomun da bizimle olduğuna eminim.Güzelliklerle dolu bir yıl olsun
YanıtlaSilAh canım benim yaaaa... Nasıl zorlamış hayat sizi bu hastalık döneminde...Sana kocaman bir yürek dilemekten başka bir şey gelmiyor elden ....Ne mutlu ki kocaman sevgiler olmuş hayatında.... Sevgi ve selam demek istedim
YanıtlaSilYazıların güzel, bir içim su gibi okunuyor. Seninle üzülüyor seninle gülüyoruz yazı boyunca. Kal sağlıcakla antikorlu arkadaşım.
YanıtlaSilHayat acı/tatlı günlerle ve hızla gelip geçiyor.. Yaşadığın büyük travmaları yazarak paylaşman çok iyi olmuş.. Güzel günler henüz yaşamadığımız günlerdir diyelim.. ya da "Umut Memedin ekmeği".. sağlık ve umutla güzel günlerde görüşelim kardeşim.. yazılarına devam.. su gibi okunuyor ve sindiriliyor, hayata anlam katıyor, ders veriyor.. sağlıcakla umutla kalalım..
YanıtlaSil