Güle Güle Anne Lise

 

Güle Güle Anne Lise



Oğlum liseyi bitirmek üzereydi, üniversiteye giriş sınavları baskısı sürerken bir yandan da yurt dışına gitme planları yapıyordu. Ben de Türkiye’de iyi bir üniversiteyi kazanırsa yurt dışına gitmenin anlamsızlığından dem vuruyor, ille de gitmek istiyorsa bir yıllık AFS gibi bir programla yurt dışına gitmesi için aklına girmeye çalışıyordum.

Beni kırmadı, AFS’nin sınavına girdi ve kazandı. Başvuru formları geldi. Sorulara kendimizce cevaplar verdik. İyi bir ailenin yanında bir yıl kalırsa, hem sınav stresinden uzaklaşır, hem yeni bir yabancı dil ve kültür kazanır, hem de kısa süre önce kaybettiği babasının içine gömdüğü acısını hafifletir diye düşünüyordum. Onun için de sorulara cevap verirken anne baba ve bol kardeşli, hatta köpekleri olan o masal kitaplarındaki aileyi arıyorduk. Kuzey ülkelerinden biri olsun istiyorduk. Gazeteler kuzey ülkelerindeki insanların mutlu olduklarını yazıp duruyorlardı, bizde bu mutluluktan pay almak istiyorduk.

Formları doldurulması bitti ve kurum bizim için bir aile seçti. Biz kuzey ülkelerinden biri demiştik, Fareo Adaları diye bir yerden bizim kriterlerimize uygun bir aile bulmuşlar. Bu adalar nerede? O zamanlar internet bu kadar yaygın değil, atlastan adaların yerini bulmaya çalışıyoruz. Oğlum ben gitmem , ne yapacağım orada diye tutturdu, çaresiz AFS’de ki yetkiliye kabul edemiyeceğimizi söyledik. Kurum da haklı olarak, Kuzey ülkesi demiştiniz, Fareo Adaları Danimarka’ya bağlı, kalabalık aile dediniz, anne baba ve üç kardeşi, hatta bir de köpeği olacak. Büyük şehir istemediniz, 17.000 nüfuslu Torshavn tam istediğiniz gibi bir şehir. Kızcağız dil döküyor ama, biz ikna olamadık ve telefonu kapattık. Bir süre sonra bizi tanımadığımız Esra adlı bir genç kız aradı. Bir yıl önce AFS ile Fareo adalarına gitmiş, yeni dönmüş. Esra öyle bir anlatıyor ki, gitmeyeni döverler. Esra, kendisi dönmüş ama aklı Fareo’da kalmış.

Kalktık İstanbul’a gittik. Esra ile buluştuk. Kızcağız bir torba dolusu resim ve broşür ile geldi. Barış için seçilen aileyi tanıyormuş. Orada yaşarken “Keşke bu aile benim ailem olsaydı”dermiş. Kardeşleri çok tatlı insanlarmış, baba inşaat mühendisiymiş ama Torshavn lisesinde müdürlük yapıyormuş. Anne hemşireymiş. Çok düzgün sevilen insanlarmış. Barış’ın muhakkak gitmesi lazımmış. Orada çekilmiş resimlerini gösterdi. Bak bu baban, bu da annen olacak dedi. Broşürleri verdi. Esra konuştukça Barış’da bende yumuşadık. Daha gitmeden Fareo’luları sevdik, içimiz rahatladı ve Barış gitmeye karar verdi.

İngiltere’nin kuzeyinde, Danimarka’ya bağlı  Fareo  Adaları hayatımıza böylece girdi. Barış’ı yolcu ettikten sonra babam “Ta Fareo’ya çocuk mu gönderilir, ne güzel okul kazandı, ne işi var Fareo’da?" diye söylendi durdu. Hatta bir ara rahatsızlandığında hastaneye götürdüğümüzde doktorlara “ODTÜ İnşaatı kazanmış çocuğu Fareo’ya gönderdi” diye beni şikayet etti. Doktorda “ Keşke benimde böyle annem olsaydı amca”, deyince söylenmekten vazgeçti.

Barış bir yıl sonra geri döndü. Giderken bir çocuk uğurlamıştım. Havaalanında kuzey ülkelerine gidecek çocukları aynı gün yolcu etmiştik. Hepsi heyecanlıydı. Havaalanında çocukça hareketler ediyor hatta kovalamaç oynuyorlardı. Dönüşte ise bir delikanlı geldi. Olgunlaşmış, koca adam olmuştu. Kendi geldi ama döndükten sonra epey bir süre aklı Fareo’da kaldı. Baba Mads’i çok sevmiş, anne danmış (Danimarkalı). Evde baba ile fareoca, anne ile danca konuşmayı öğrenmiş. Okulda İngilizcesini ilerletmiş. Ablası evli ve Kopenhag’da yaşıyormuş. Abisi de evliymiş küçük bir kızı varmış. Oğlum ile aynı yaşta olan Niklas ise kardeşi gibi olmuş. Onun heyecanla anlattıklarını dinlerken; “Uzak diyarlarda da olsa onun artık bir ailesi, kardeşleri var” diye seviniyordum.

Barış üniversiteye başladı. Fareo adalarında ilerlettiği İngilizcesi ile hazırlık sınıfını geçti. Böylece yıl kaybetmemiş oldu. Buna da en çok babam sevindi.

Barış, Fareo’lu ailesi ile  ilişkilerini hep sıcak tuttu. Aile, iki yıl sonra Türkiye’ye gelmek istedi. O zamanlar İstanbul-İzmir iki şehirli yaşıyordum. İstanbul’a geldiler. Anne ve baba ile tanışmış oldum. Birbirimizi çok sevdik. Anne-Lise bir ara oğlumu şikayet etti. Anladım ki o bana oğlumu şikayet etmiyordu. Kendi oğlunu şikayet ediyordu. Barış’ı Niklas’dan ayırmıyordu. Mads’den bahsederken, “babaları” diyordu.  Barış’ı oğulları olarak benimsemişlerdi. Giderken arkalarından “Benimde artık uzak diyarlarda bir kız kardeşim ve ağabeyim var” diye düşündüm.

İstanbul’dan İzmir'e geçmişlerdi. Kardeşim ilgilenmiş, annem ve babamla da tanışmışlar. Babam Barış’ın Fareo’lu ailesini çok sevmiş, dil sorununu kardeşimin mükemmel İngilizcesi ile aşmışlar. Babam Barış’a gösterdikleri ilgi, anne, özellikle baba şefkati gösterdikleri için defalarca teşekkür etmiş.

O günden  sonra babam bizleri her gördüğünde “Fareo’lulardan ne haber var?” diye sorar olmuştu. Artık dünyanın bir ucunda akrabalarımız vardı. Onların derdi derdimiz, sevinçleri sevincimiz olacaktı.

Bir sonraki yıl Niklas Ankara’ya geldi. Niklas’la çok iyi anlaştık. Benim de artık sarışın, uzun boylu kuzeyli bir oğlum vardı.

Barış, son sınıfa geçerken, staj için Doğu Almanya’ya gitti. Orada bir kız arkadaşı vardı. Hem onunla birlikte olmak, hem de Avrupa’da staj yapmak şahane olacaktı. Ama işler umduğu gibi gitmemiş, kız ile bozuşmuşlar. Bana bir mail yazmış. “Anne sen bilirsin bu işleri, benden büyüksün, o kadar kitap okudun, aşk acısına çare var mı?” diye. Oğlum resmen aşk acısı çekiyor, gel de anne ol dayan.

Ben de cevap yazdım. Bugün gibi hatırlıyorum yazdıklarımı.” Çaresiz hiçbir dert yoktur oğlum. Bir ölüme çare yoktur. Bu acının üstesinden gelmek için aşağıdakilerden birini uygulayabilirsin.

1-    Şu sıralar yeni birini tanımak, kendini tanıtmak için enerjin yok biliyorum. Eski kız arkadaşlarından birini arayabilirsin. Seni tanıyan ve tanıdığın biri ile teselli bulabilirsin (Bildiğim kadarı ile tüh şunu da kaçırdım diyeceğin ya da geri dönecek bir kız arkadaşın yok)

2-    İspanya’ya gitmekten bahsediyorsun. (Çivi çiviyi söker derler ama ara rejim ilişkilerinin İspanya’da bile bir faydası olmaz sana)

3-    İstanbul’a gel. Bir süre benimle kal. (Anne oğul gönül ilişkilerinde birbirlerine iyi gelmezler. Ne desem kızacaksın, benim de canımı sıkacaksın)

4-    İstersen anneanne ile dedenin yanına Çeşme’ye git. (Sevgi ve ilgileri ile seni öyle bir bunaltırlar ki aşk acısını mumla ararsın)

5-    Bak aklıma ne geldi? Daha önce Fareo sana iyi gelmişti. Acıların hafiflemiş, yeni bir insan olmuştun. Fareo’lu ailenin  yanına gitsene.”

Çok geçmeden cevap geldi. Cevabında,  “Anne inanamayacaksın ama, senin mailin ile Niklas’ın maili alt alta düştü, Niklas Kopenhag’daymış ,beni Fareo’ya davet ediyor” diyordu. Niklas, “Madem Almanya’dasın, gel Kopenhag’da buluşup, birlikte Fareo’ya geçelim”  diyormuş.

Barış yıllar sonra Fareo’lu ailesinin  yanına gitti. Ablasının eşi, kısa süre önce intihar etmiş, abla iki çocuk, bir de karnında bebeği ile dul kalmıştı. Ağabey’de   eşinden ayrılmış depresyondaydı.Küçük kızıyla daha çok Anne Lise ilgileniyordu. Niklas ise birkaç ay önce kalp spazmı geçirmiş, aileyi endişelendirmişti. Bunlar yetmezmiş gibi, bir de AFS oğlanı Barış aşk acısı ile eve dönmüştü. Tüm bu dertliler ordusu Anne Lise ile Mads’in başına toplaştı mı? Toplaştı. Ev kalabalık mı kalabalık. Niklas annesine “Biz Barış ile köye dedemlere gidelim” demiş. Anne Lise “Herkes otursun oturduğu yerde, giden başına dert alıp, derdiyle bana geliyor. Kimse gözümün önünden ayrılmasın” demiş. Anne Lise bir hafta boyunca hepsini eleyip belemiş, herkes evine dönerken yüzler gülüyormuş. Barış, “ Anne, “Annemde  nasıl bir enerji, sevgi var bir görsen, hepimize yetişti, hepimize iyi geldi, çok şanslıyım iki annemde müthiş” diyordu. Doğaldır ki tüm bu iyilik, güzellik Mads ve Anne Lise’in uyumlu ilişkisinden geliyordu.

Barış okulu bitirdikten sonra, İstanbul’a geldi, birlikte çalışmaya başladık. Bir gün Barış’a Mads’dan telefon geldi. Torshavn takımı ile Fenerbahçe maç yapacaklarmış. Takım Taksim’de bir otelde kalıyormuş. Antrenman sahası için Fenerbahçe fahiş bir fiyat istemiş, acaba antrenman sahası için yardımcı olabilirmiymişiz. Torshavn dediğin bildiğimiz kasaba takımı. Oyuncular, manav, kasap, belediyede memur. Hasbelkader İstanbul’a gelmişler. Kırk yılın başı Mads babanın bir ricası olmuş, bir çare bulacağız elbet.

Telefonu elime alıp, o zamanlar Beşiktaş Kulübünün yönetiminde olan arkadaşımı aradım. Durumu ona anlattım. Fenerbahçe’nin tavrına çok sinirlendi. “Kapat telefonu ben seni arayacağım” dedi. Çok geçmeden geri döndü ve Kasımpaşa Stadının iki antrenman için bize ücretsiz olarak verildiğini söyledi. Kasımpaşa stadı o zamanlar adı sanı duyulmamış bir stat, ele güne rezil olmayalım diye önceden Barış ile gittik baktık. Amanın stadı bir görmek lazım, stat yemyeşil bakımlı,her yer pırıl pırıl, tuvaletler, duşlar bal dök yala. Böyle bir stat birinci lig takımlarının çoğunda yok. Stat bizimkilerin kaldığı yere de yürüme mesafesinde.

Barış’ı birkaç günlüğüne işten güçten azat ettik. Takımın tercümanı ve rehberi olarak Fener TV’ye bile çıktı. Takım Kasımpaşa stadından çok memnun kaldı. Maç için kendilerine verilen kontenjan biletlerini bize verdiler. Biz de biletleri stat da ki çalışanlara, şantiyedeki arkadaşlarımıza dağıttık. Fenerbahçe stadında ki maçta üç beş kişi de olsa Torshavn takımının taraftarı vardı. Yenildik ama dostluk kazandı.

Mads teşekkür etmek için telefonla ta Fareo’dan aradı. Barış’ın Fareo’da epey süksesi olmuş. Bir telefonla hepimizi mutlu edecek çözümü sağladığı için Beşiktaş’lı arkadaşıma her zaman şükran duyarım.

Ertesi yıl Mads baba, her yıl farklı bir ülkeye yaptıkları lise son sınıf  gezisi için Thorshavn Lisesi öğrencilerini  İstanbul’a getirdi”  Biz de otel, gezi konusunda yardımcı olduk. Birkaç gün Mads ile birlikte olduk. Akşam yemeklerinde rakı balık yaptık. Mads gidiş geliş rakıya alıştı. Bu arada Barış’ın yeni kız arkadaşının dan ( Danimarkalı) olduğunu öğrenince çok sevindi. “Ben İnşaat Mühendisi Fareo’lu olarak dan bir kadın ile evlendim. Bakarsın sende İnşaat mühendisi Fareo’lu olarak dan bir kadın ile evlenirsin ne de olsa benim oğlumsun” dedi. Gülüştük.

Gel zaman git zaman Barış, dan Lea ile evlenmeye karar verdi. Gençler nikahın Kopenhag’da olmasını uygun görmüşler, nikah için gün almışlar. Barış şantiye de yanıma geldi, “Anne, Lea Kopenhag’da bu Cumartesi öğlen için gün almış, evleniyoruz” dedi. Aval aval yüzüne baktım.  “Ben davetlimiyim bu nikaha? “dedim. “Bir tanecik annemsin, gelsen iyi olur” dedi ve gitti.

Danimarka dediğin vizesiz adam almıyor. Barış’ın vizesi var, kız kardeşim ile eşinin ve oğullarının yeşil pasaportu var. Ben de o sıralar vize yok. Günlerden Pazartesi ve Cumartesi gününe nikah var.

Şaşkınlığımı üzerimden atar atmaz telefon trafiği başladı. İzmir’de ki turizmci arkadaşım en kısa vizeyi Fransa’dan alırız dedi. Dedi ama ben daha önce Fransız vizesi almışım ve de Fransa’ya giriş yapmamışım. Konsolosla konuştu, “Valla billa Fransa’ya gideceğim” dedik. Akşama evraklar ile pasaport İzmir’e kargolandı. Perşembe sabah pasaport vizeli olarak geldi ve ben Cuma sabahı Paris’e uçtum. Uçtum ama ne uçmak, havalimanında otururken kapı değişmiş, benim kafa bir dünya, durumu fark ettiğimde bir koşu yeni kapıya gittim. Gittim ki transfer otobüsü gözümün önünde hareket etti ve ben dahil on iki kişi kalakaldık. Tekrar gümrükten çık, pasaporta giriş damgası vurulmadığı için polis nezaretinde bir sonraki uçağa bilet al, tekrar polis nezaretinde pasaporta çıkış vurdurmadan geçip yeni uçağa bin. Of ne macera.

Paris’te bir gün geçirdim. Barış’ın babası yıllar önce Paris seyahatinden sonra vefat etmişti. Kendimi eşimle hep Paris’te vedalaşmış saymıştım. Oğlumun nikahından önce Paris’te olmak bana çok iyi geldi. Louvre’a gittim, sokakları dolaştım, akşam   Sacre Coeur’e bile çıktım.

Ertesi günü ilk uçakla Kopenhag’a uçup; öğlen ki nikaha yetiştim. Kardeşim de eşi ve oğluyla bir gün önce gelmiş. Nikah belediye binasında, duvarları ortaçağa ait resimlerle donanmış bir odada kıyıldı. Nikah şahidi de Fareo’lu kardeşi Niklas oldu. İyi mi?

Niklas’ı oğlum diye kucakladım. Honduraslı eşini “gelinin” diye tanıttı. Eşinin kızına da bu da “torunun” dedi. Niklas, benim sarışın kuzeyli oğlum, AFS ile Honduras’a gitmişti, daha sonraki yıllarda  Honduras’lı ailesini ziyaret ederken Karen’e aşık olmuş. Evlendikten sonra  Karen’in ilk eşinden olan kızıyla birlikte İsveç’e yerleşmişler. Niklas’ın eşine Danimarka oturum izni vermediği için ailecek İsveç’te Malmö’de yaşıyorlarmış. Niklas her sabah meşhur köprüyü geçerek Kopenhag’da işe gelip akşam evine dönüyormuş. Neyse ki geçen ay eşi ve kızı İsveç vatandaşı olmuşlar da Danimarka’da ki nikaha gelebilmişler.

Barış’ın nikahı Kopenhag’da olunca, başta annem ve babam olmak üzere tüm eş dost “Bir tanecik oğlun var bir düğün yapmayacakmısın?” demeye başladılar. Bu arada Lea hamile kaldı. Düğün yapalım mı yapmayalım mı tartışmalarından sonra gençler  razı oldu da İzmir ‘de düğün için kolları sıvadık.

Düğüne Fareo’lu aile tüm kadro geldi. Anne Lise, Mads başta olmak üzere, abla Annika ve boy boy üç çocuğu, Niklas, eşi ve kızı. Ağabey hariç tüm Fareo düğünümüze şeref verdi. Özellikle annemle babam Fareo’luları tekrar görmekten çok mutlu oldu.Babam hepsi ile tek tek konuştu, şakalaştı.  

Gelin ve damat Star Wars’ın müziği ile giriş yaptıktan sonra Niklas gitarı eline aldı, Annika’da mikrofonu. Danimarka’nın meşhur ve Lea’nın çok sevdiği sanatçı Kim Larsen’in bir şarkısı eşliğinde ilk danslarını yaptılar. Ne hoş bir görüntüydü. Kardeşi çalıyor, ablası şarkı söylüyor, Barış, dan eşiyle dans ediyordu. Anne Lise ve Mads’in duygulu hallerini görünce “Ben mi oğlan evlendiriyorum onlar mı?” diye düşündüm. Evet onlarda oğullarını evlendiriyorlardı.

Düğünden sonra ki gün otobüs tutuldu, tüm Fareo ve Danimarka’dan gelen misafirler, Efes-Meryemana, Şirince gezdirildi. Çöp şiş yenildi. Bizim düğün kongre turizmi gibi bir şey oldu. Fareo’lular düğünden sonraki bir hafta Çeşme’de kaldılar ve Türkiye’den çok memnun ayrıldılar.

Barış ile Lea’nın oğlu oldu, yabancılara kolayına oturum izni vermeyen Danimarka, yeni seçilen hükümetin kararı ile özellikle Danimarka vatandaşları ile evli olanların oturum izni almaları için gerekli şartları esnetti ve de Barış ile Lea Danimarka’ya gittiler.

Benim içinde hasret yılları başladı. Altı ayda bir Danimarka’ya gider oldum. Fareo ile iletişimimiz hep devam etti. Benim Kopenhag’a gidişlerimde, Anne Lise ile Mads’da bizi görmek için Fareo’dan kalkıp Kopenhag’a geldiler. Bazen evde Lea’nın hazırladığı sofrada bazen de Nyhavn’da şık bir restoran da birlikte yemek yiyip hasret giderdik. Artık akraba olmuştuk. Torunlarımız bile vardı.

Son görüşmemizde Fareo’dan, Kopenhag’da ki yeni yapılan ünlü opera binasında Carmen operasını seyretmeye gelmişlerdi. Öğleden sonra geldiler.Evde yemek yedik. Opera binası eve yürüme mesafesinde olduğu için uzun uzun konuşmaya fırsatımız oldu. “Her şey yoluna girdi  sonunda” dedi  Anne Lise. Niklas, ailesi ile birlikte Fareo’ya dönmüş, orada işe girmiş, ağabey yeniden evlenmiş, mutlu mesutmuş, Annika’da üç çocuğuyla birlikte Kopenhag’dan Fareo’ya taşınmış, bizimkilere yakın ev tutmuş, çalışıyormuş, çocuklarda anneanne dede sevgisiyle birlikte büyüyor, güzel güzel okullarına gidip geliyorlarmış. Eh Kopenhag’da ki oğlu da bir düzen kurmuş, iki çocuğu ile mutluymuş. Gelin olarak Lea’yı çok seviyormuş.

“Biz de dans kursuna gidiyoruz” dedi Mads. “Artık ben de emekli oldum bundan sonra gezme tozma düşüneceğiz”

Ah hayat hiç de adil değil. Ah bu hayat hiç oh demelere gelmiyor. Ah bu hayat oh dediğin an da güm diye kafana iniyor ve seni darmadağın ediyor.

Barış, Anne Lise’nin hasta olduğunu söylediğinde inanmak istemedim. Kopenhag’a gelip tedavi olmayı reddetmiş. “Orada beni kimse tanımaz, itip kakarlar. Ben Torshavn’da çalıştım, hastane çevresi beni iyi tanır, hemşire arkadaşlarım bana iyi bakarlar” demiş. Kendisi dan olmasına rağmen, vatan saydığı Fareo’dan ayrılmayan, sevdiği adam için Fareo’lu olan ve hastalığının tedavisinde Fareo’lu sağlıkçılara güvenen Anne Lise.

Barış dün mesaj attı. Telefon açıp söyleyemedi. Anne Lise’yi kaybetmişiz. Ah Anne Lise, o güzel bakışlı, iyi yürekli, iyi anne, iyi eş ve benim güzel kız kardeşim bizleri bırakıp gitmiş. Ah Anne Lise, ah diyeyim de başka bir şey demeyim. Güle güle Anne Lise.

Mads’a başsağlığı mesajı çektim. Anne Lise ile benim birlikte çekilmiş fotoğrafımı yollamış. Altına da “İki kız kardeş” diye yazmış.

 

ANKARA

23.08.2020

Yorumlar

  1. Ne harika anlatmışsın yine bütün olanbiteni Feryal’ciğim.Yaşanan mutlulukları yüzümde tebessüm okumaya doyamadım.Ama Anne Lise’nin kaybı da bir o kadar hüzün verdi.Harika anlatımlarına tüm enerjinle devamını diliyorum.
    Bu hikayeyi Urla Demircili köyünün sahilinde bir Menengeç ağacının gölgesinde okudum.Belki hatırlarsın.
    Sevgi ve sağlıkla kal.Gülden Burma.

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar içten anlatmışsınız ...Çok duygulandım..Nerede ise göz yaşlarımı tutamayacaktım....

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Feryal, bu muhteşem sade dille yazılmış kendi yaşanmış hatıranı okurken, hem kendi hatırama Malmö Landskronada İASTE kanalıyla staja gittiğim 1971 yazına gittim ve hemde Barışın ve Senin güzel gönüllerine denk Kuzeyli aileyle rastlantınıza sizle birlikte gittim. Hem sevindim ve hem de Anne Liseyi yitirdiğinze hüzünlendim. Ruhu Şad ve Mekanı Işıklar Olsun.
    Başka topluluklarda başka kültürlerde kurulan arkadaşlık ve dostluklar çok derin köklere sahip oluyor. Hepinize Sağlıklı ve Mutlu ve Şanslı uzun ömürler diliyorum, Sevgi ve Selamlar.

    YanıtlaSil
  4. Işıklar içinde uyusun. Kalemine sağlık kardeşim. 🙏

    YanıtlaSil
  5. Yüreğine sağlık.ışıklar içinde uyusun sevgili Anne Lise.

    YanıtlaSil
  6. Öncelikle Çok çok güzel bir anlatım..Eğitimli sağlıklı düşünmenin,beşeri ilişkiler çerçevesinde insan hayatına verdiği yön...Karşılıklı duyguların,DİN,IRK,MİLLİYET gözetmeden karşı tarafa pozitif yansıması..Sonu hüzünle birleşse de,daima var olması gereken umutların saygı,sevgi bileşeninde buluşması..Oğlunuz ve sizin İSTANBUL,İZMİR ANKARA üçgeninden,taa.. uzaklarda,ismi dahi ilk anda yadırganacak bir adalar gurubunda,sonu DOSTLUKLARA ve AİLE fertlerinin akrabalık düzeyine gelen,çok çok yakınlaşması,kaynaşması,mutluluğu..Bu yakınlaşmada sizin öz güveniniz ve fedakarlığınız yanında,FAREO LU Aileninde aynı İLKELİ duruşu çok takdir ve örnek alınacak bir durum..Sizlere sağlıklı,huzurlu nice mutluluklar DİLERKEN... Ebediyete intikal eden cefakar,vefakar,fedakar Anne LİSE nin de Mekanı cennet..Aziz Ruhu şad olsun..

    YanıtlaSil
  7. Ellerine sağlık. Yaşanmışlıklarla dolu yoğun bir içeriği var. Bir roman bile çıkarabilirsin bence. Güzelliklerle doluydu ama bir ölümle bitti. Ne mutlu ki geride güzel anılar bırakmış.
    Başınız sağ olsun.

    YanıtlaSil
  8. Sevgili Feryal, bu yazi ile tum parcalar birlesti ve resmin tamamini ve seni daha net gordum. Cok guzel bir hikaye. Basiniz sagolsun. Ne mutlu ki boyle bir sansiniz olmus ve kocaman bir aile olmussunuz.

    YanıtlaSil
  9. Sevgili ustam, yazılarını okurken bir yöntem buldum. İlk seninle başladı bunu yapmam ondan sana söylüyorum ilk olarak. Yüzün geliyor önüme, başlıyorum okuduğum yazıya mimiklerini yerleştirmeye, bir de ses koyunca ablam sen anlatır oluyorsun okuduklarımı. Gerçekten şaka değil. Hemen yanıbaşında oturduğumda konuşur gibi .. neredeyse filmlerin yansıması bu bende. Sesindeki acıyı, yüreğindeki hüznü ve güzel gözlerinden akan o bir kaç damla yaşı izliyorum mesela. Barış en az bizim kadar şanslı muhteşem yol arkadaşı olduğu için. Acın çok değerli ama güzel İNSAN yüreğin de öyle.. Sen iyikim olanlarımdansın ablam..Başın sağolsun..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AH LENİN AH

POLONYA GEZİ NOTLARI-1 (24-29NİSAN 2014)

MISIR HURGADHA SHARM DALIŞ HAZİRAN 2024