CEREN İLE ANKARA

 


CEREN İLE ANKARA (25-26 TEMMUZ 2025)

1986 yılında yaptığım trafik kazasında beyin kanaması geçirmiş,  on yedi gün Ege Üniversitesi Beyin Cerrahi bölümünde komada kalmış, doktorların gayreti  ve benim de yaşam azmimle geriye dönmüş, ayağa kalkmıştım. Daha sonra benimle ilgilenen doktorlarla dost olmuş, ilerleyen yıllarda dostluklarımız pekişmişti.

Kaza yaptığım tarihten bir yıl sonra benim ile ilgilenen doktorları aileleri ile birlikte yemeğe davet etmiştik. Ceren annesinin karnında yemeğe gelmişti. Birkaç ay sonra da dünyaya gelen Ceren’i hastanede kucağıma almış, o günden sonra da onun Feryal teyzesi olmuştum.  Dostluğumuzun devam ettiği, Ceren’in babasının da can dostu Yusuf Erşahin gibi kıymetli bir doktoru da, klimada oluşan bir mikrobun sebep olduğu saçma sapan bir nedenle geçtiğimiz yıllarda kaybetmiştik. Onu da bu vesileyle saygıyla anıyorum.

Ceren’in anne ve babası ile arkadaşlığımız devam ederken, Ceren büyüdü, Barış abisi ile aynı liseye gitti ve hukuk okudu, kendini çok iyi yetiştirdi. Birkaç dil bilen, yelken sporu yapan, kendi işini kuran akıllı fikirli bir Cumhuriyet kadını oldu. Ne zaman görüşsek, telefonda konuşsak; “Kızım, Ankara’ya günübirlik gelip Anıtkabir’i ziyaret etmekle Cumhuriyeti ve Ankara’yı anlayamazsın. Sen bana bir gel, Ankara’yı sana ben gezdireyim” deyip duruyordum.

Bir gün Ceren telefon etti. O cıvıl cıvıl sesiyle “Feryal teyzecim, Ankara’da arkadaşımın düğünü var, seninle birlikte olmak için iki gün önceden geleceğim” dedi. Dediği gün geldi ve Ceren ile Ankara maceramız böyle başladı.

25 Temmuz 2025 Cuma

Sabahleyin kahvaltımızı evde yaptıktan sonra, arabamızla yola çıkıyoruz. Hava çok sıcak, klimayı açıp hava dolaşımı olsun diye camı açmak isterken cam aşağıya iniyor ve orada kalıyor. Bu sıcak havada, cam açık gitmenin bir manası yok, kaldı ki arabayı cam açık park ederek sağa sola gidemeyiz. Geriye dönüp arabayı evin önünde apartman görevlisine teslim ediyor yolumuza taksi ile devam ediyoruz.

Ulus’ta ki Atatürk heykeli önünde iniyoruz. Burası Ankara’nın kalbi. İlk önce İş Bankası Müzesi’ne gidiyoruz. Müzede çok güzel karşılanıyoruz. Bütün görevliler güleç, kibar, nezaket sahibi. Hemen kısa bir bilgi veriyorlar. Bizi asansöre yönlendiriyorlar. En üst kattan gezmeye başlıyoruz.

Burada, eski genel müdürlük binasının dönüştürülmesiyle hem Türkiye'deki önemli ekonomik gelişmeleri hem de bankanın tarihçesini anlatan bir müze oluşturulmuş. Bina,1929 yılında İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından projelendirilmiş. Dış cephesinde yoğun olarak Osmanlı ve Selçuklu mimarilerinden figürler barındıran yapı her ne kadar genel itibarıyla Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'nın etkisiyle tasarlanmış olsa da katlar arası geçişlerde kullanılan yatay hatlar Neo-Rönesans Mimarisi'nden etkilenmiş. Ana giriş kapısının üstündeki cam vitray  ise Art Nouveau üslubunda. Vitrayda elinde gücün sembolü olan yılanlı asası ile Hermes tasvir edilmiş. Hermes, Yunan mitolojisinde para ve ticaretle ilişkilendirilen bir figür olsa da aynı zamanda da hırsızların tanrısı olarak adlandırılır. Buda ironik bir durum.

İnşası tamamlandıktan sonra 26 Ağustos 1929'dan itibaren Türkiye İş Bankası'nın üçüncü genel müdürlük binası olarak kullanılmaya başlanan bina, uzun yıllar boyunca bu amaca hizmet etmiş. Merkezin Kavaklıdere'ye taşınmasıyla birlikte "Heykel Şubesi" adıyla günlük bankacılık işlemleri devam ettirilmiş ve kurum bünyesindeki eğitimlerin yapıldığı bir birim haline gelmiş. Ulus Meydanı ve çevresindeki alanların düzenlenerek bir kültür merkezi haline dönüştürülmesi projesi kapsamında, banka yönetimi, tarihi binadaki şubenin kapatılarak buranın müzeye çevrilmesine yönelik karar almış. Yapılan düzenlemeler sonrasında, "Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi" adıyla 2 Mayıs 2019 tarihinde açılışı yapılmış. Müze; ismini Atatürk'ün askeri zaferlerin ancak iktisadi zaferlerle kalıcı olabileceği vizyonundan almış.

Müzeye en son altı ay önce gelmiştim. Müze yeniden düzenlenmiş, sanki bambaşka bir müzeye gelmiş gibi oluyorum. En üst katta her zaman olduğu gibi resim sergisi var. Sanatçı Can Bıçakç’nın “Atatürk Portreleri” sergisini geziyoruz. Bir alt kata iniyoruz. İş Bankası koleksiyonunda bulunan çeşitli sanatçıların resmettiği İstanbul temalı sergiyi geziyoruz. Onun bir alt katında da kütüphane var. İktisadi araştırmalar için bir hazine burası.

Serginin yeni düzeninde Moniac makinasını göremiyorum. Halbuki ekonomik göstergelerin analog olarak değişimini gösteren bilgisayarın ilk modellemesi diyebileceğimiz makine yok. Suyla çalışan bu makine benim favorimdi oysa.

Müze katında ise somut sergiden ziyade dijital sergi yapmışlar. Ceren’i 29 Ekim  1929 'da Atatürk’ün konuk edildiği  “Mavi Salon”a götürüyorum. Çok duygulanıyoruz. Müzeyi gezerken o yokluk yıllarında “Özel “ bir bankanın kuruluşunu, tarım, eğitim, sanayi hamlelerinin bankanın ilerleyişiyle paralel anlatılmasını gözlerimiz yaşararak izliyoruz.

Gezerken bir film gösterisine takılıyoruz. Atatürk, Kurtdereli Mehmet pehlivana kendisini takdir ettiğini belirten bir mektup yazıyor ve mektupla birlikte, kendi imzasıyla 1.000 TL’lik şahsi çekini yolluyor. Bu o zamanlar için çok büyük para, Kurtdereli’nin okuması yok. Mektubu getirene okutuyor. “Paşa bana mektup yazmış he mi?” diyerek çok duygulanıyor ve çeki alıyor.

Sahne değişiyor, Kurtdereli, içinde bulunduğumuz binanın giriş katına gelerek çeki bozduruyor. Tam parayı alacakken çeki geri istiyor. Bankodaki görevli “Aman efendim, usul böyle, siz çeki veriyor, parayı alıyorsunuz” diye izah etmeye çalışıyor. Kurtdereli parayı geri itiyor ve “ Ben kendime Paşanın imzasını sattı dedirtmem” diye çeki alıp çıkıp gidiyor.

Bir sonraki sahnede Atatürk arabayla İş Bankası’na geliyor. Arabada “Demek Kurtdereli öyle demiş ha” diyor. “Sonra ne olmuş?” diye soruyor. Yanındaki “Efendim parayı vermişler, çek de kendisinde kalmış” diyor. Atatürk de gülerek  “Vay Kurtdereli, çeki bırakmamış “ diye gülüyor.

Ceren ile biz bir duygulanıyoruz, bir ağlıyoruz. Binanın içindeyiz ve filmin etkisiyle o günleri yaşıyoruz sanki. Bir alt katta ki oda ve salonları gezerek, bodrum katındaki kasa odasına giriyoruz.

Binadan çıkığımızda duygu doluyuz. Haydi bakalım şimdi I.Meclis’e gidiyoruz. Gişede kimliğimi çıkaracağım. O da ne? Telefonum yok. Ceren ile hemen geriye dönüyoruz. Ulus’ta ki trafik ışıkları ne kadar uzun yanıyormuş, zaman nasıl göreceli bir kavram. Neyse bankanın kapısına varıyoruz. Kapıdaki görevli “Telefon için mi geldiniz?” diyor. İkinci katta bizi bekliyorlarmış. İkinci kata çıktığımızda bizi üzerinde “Girilmez” yazılan bir odaya alıyorlar. Müzenin her bir tarafı bu odadan kameralar ile izleniyormuş. Kameranın birinde kendimizi görüyoruz. Kurtdereli’yi seyrederken ağlıyoruz. Ben göz yaşlarımı silerken elimdeki telefonu yan tarafa bırakıyorum.

Neyse telefon krizimiz mutlu sonla bitiyor.  Müzenin titizliğine, elemanların işlerini hakkıyla yapmalarına hayran oluyoruz. Kendimizi çok iyi hissediyoruz.


Tekrar karşıya geçiyor, I Meclis binasına giriyoruz. Günümüzde Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak adlandırılan bina, 1924 yılına kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk binası olarak kullanılmış. 1961 yılında müzeye çevrilerek "Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi" adıyla ziyarete açılmış. Teşhir salonlarının ve koleksiyonun yenilenmesiyle 23 Nisan 1981 tarihinde Kurtuluş Savaşı Müzesi adıyla yeniden hizmete girmiş.

Bina, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kulüp binası olarak kullanılmak üzere tasarlanmış  ve inşasına 1915 yılında başlanmış. Birinci Ulusal Mimarlık Akımının önemli ve erken örneklerinden biri olan müze binası, mimar Salim Bey tarafından tasarlanmış. Yapının en dikkat çekici özelliği ise dış cephesinde Ankara taşı kullanılmış.

Girince ilk oda mescit. Yani ilk meclisin, ilk odası mescit. Düşmanın Ankara yakınlarına kadar geldiği günlerde bu odada kim bilir kimler ne dualar etmiştir. Yanında meclis başkanının odası var. Kapının iki yanında Topal Osman’ın adamlarının Karadeniz bölgesine has kıyafetleri içinde nöbet tuttuğunu hayal ediyoruz.  

Meclisin genel kurul salonuna giriyoruz. Tam ortasında başkanın ve divan üyelerinin kullandığı meclis kürsüsü ile onun hemen önünde zabıt katipleri kürsüsü yer alıyor. Kürsünün önündeki sıralarda dönemin bakanlar kurulu üyeleri otururken, sağ ve sol taraftakiler ise milletvekillerince kullanılmış. Salonun sağ ve sol köşelerinde iki adet balkon bulunuyor. Sağdaki balkon elçiler ve elçilik görevlilerine, soldaki balkon dinleyicilere ayrılmış. Her iki balkonun altında bulunan boş alanlar ise yerli ve yabancı basın mensuplarının ağırlandığı yerlermiş. Milletvekilleri ve hükûmet yetkililerince kullanılan oturma sıraları, Muallim Mektebi ve Ankara Sultanisi'nden getirilmiş. Oturma sıralarının yanı başında bulunan iki adet petrol lambası ve sac soba o dönemde meclis civarında bulunan kahvehanelerden; büro malzemeleri ise şehrin çeşitli noktalarındaki resmi dairelerden toplanmış. Genel kurul salonunun kürsüye çıkan merdivenlerinden Mustafa Kemal Paşa’nın koşarak çıkışını, “Efendiler” diye söyleve başlamasını hayal ediyoruz. Bir ulus resmen küllerinden doğmuş. Onun için meclisin olduğu meydan “ULUS” adını fazlasıyla hak ediyor.

Odalarda sergilenen silahları ve haberleşme cihazlarını gördükten sonra son salona giriyoruz. Bu salon, bakanlar kurulu ve meclis başkanlığı divanı tarafından kullanılmış. Günümüzde salonda Lozan Barış anlaşmasının imzalandığı masa sergileniyor. Bu masa, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış barış antlaşmasının imzalandığı masa.

Kasım 2008’de  resmi bir ziyaret için Türkiye'ye gelen İsviçre Konfederasyonu Başkanı Pascal Couchepin, Türkiye için çok anlamlı olan bu masayı o günün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e teslim etmiş. Ne büyük incelik.


Sırada II. Meclis var. Yokuş aşağı biraz yürüdükten sonra sağ tarafta ki II.Meclis binasına giriyoruz. Günümüzde Cumhuriyet Müzesi olarak adlandırılan  II. Türkiye Büyük Millet Meclisi binası 1923 yılında Mimar Vedat Tek tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası toplantı yeri olarak tasarlanmış bodrum üzerine iki kat olarak kesme taştan inşa edilmiş. Ancak o dönem I.TBMM binası yeterli gelmeyince meclis binası olarak düzenlenmiş ve 18 Ekim 1924 tarihinde hizmete açılmış.  Yapı, Selçuklu ve Osmanlı bezeme motiflerinin yer aldığı ahşap tavan süslemesi, kemerler, saçaklar ve çinileri ile dönemin mimari özelliklerini yansıtmakta. Binanın ön kısmı onarım ve yenilenmelerden sonra düzenlenerek 30 Ekim 1981 tarihinde müze olarak ziyarete açılmış.

Türk Siyasi tarihinde önemli yeri olan II. TBMM, 1924-1960 yıllarında Atatürk ilke ve devrimlerinin gerçekleştirilmesi, önemli yasaların çıkarılması, uluslararası anlaşmaların imzalanması ve çok partili sisteme geçiş gibi Türkiye siyasi tarihinin önemli olaylarına tanıklık etmiş.

Müze giriş kapısının karşısında yer alan  Genel Kurul Salonuna giriyoruz. Atatürk 15 Ekim - 20 Ekim 1927 tarihleri arasında 6 gün süre ile 36 saat 33 dakika boyunca süren “Büyük Nutuk”u bu salonda okumuş.

Üst kata çıkıyoruz. Ceren’e kadınların seçme ve seçilme hakkı kazanıldıktan sonra meclise giren ilk kadınların olduğu panoyu gösteriyorum. Hepsi okumuş, görmüş geçirmiş kadınlar. Kimi Amerikan koleji, kim Fransız Koleji mezunu. Öğretmen, avukat, çiftlik sahibi, hepsi meslek sahibi çağdaş ve aydın kadınlar.

Genel Kurul Salonunu üstten görüyoruz. Loca da  Atatürk’ün balmumu heykeli var. Başbakan ve cumhurbaşkanına ait odaları geziyoruz. Tekrar alt kata iniyoruz. Alt kattaki odalarda ise ilk üç Cumhurbaşkanı; Mustafa Kemal Atatürk, Mustafa İsmet İnönü ve Mahmut Celal Bayar’ın kişisel eşyaları sergileniyor. Celal Bayar’ın masa takviminin 10 Kasım sayfasına el yazısı ile yazdığı 9:05 yazısı içimizi acıtıyor. Gözümüzün önüne Celal Bayar’ın telefonu eline aldığı, İstanbul’dan gelen haber üzerine gayrı ihtiyari önündeki takvime saati yazdığı geliyor. Müzeler başlı başına tarihi serüven.






Müzeden çıktıktan sonra yolun karşısına geçiyor. Restore edilen Ankara Palas’a giriyoruz. Bina 1924-1927 yıllarında yapılmış. Ankara Palas ya da eski adıyla Ankara Vakıf Oteli, Türkiye’nin ilk yıllarında Ankara’da milletvekilleri için bir sosyal tesis ve resmi konuklar için konukevi olarak hizmet vermiş; Türk siyasi hayatının birçok önemli olayına tanıklık etmiş bir bina.

Binanın yapımı hayli maceralı olmuş.  İlk tasarımı Mimar Vedat Tek tarafından yapılmış. Bina ilk yapılırken, Sıhhiye Vekaleti (Sağlık Bakanlığı)  olarak tasarlanmış. Yapımı başladıktan sonra mimarlık ücretinin ödenmemesi nedeniyle Vedat Bey işi bırakmış. Bunun üzerine bina Vakıflar İdaresi’ne devredilmiş ve  Mimar Kemalettin Bey’in yeni tasarımına göre inşası tamamlanmış. Mimar Kemalettin Bey, yapının inşası sürerken şantiyede hayatını kaybetmiş. Bina 17 Nisan 1928 günü 120 yatak kapasitesi ile otel olarak hizmete açılmış. Binanın yapım süreci, 2023 yılında yayımlanan Ankara Palas’ın Merdivenleri adlı çizgi romana bile konu olmuş.

Bina, 1930’larda siyasetçilerin, gazetecilerin, sanatçıların buluşma noktası olduğu gibi yurtdışından gelen resmi heyet ve konukların da ağırlandığı mekanmış. Atatürk devrimleri ile Türk toplum hayatına getirilen bazı yeniliklerin ilk defa Ankara Palas’ta başlatıldığı söylenir. Özellikle kadınların erkeklerle eşit koşullarda sosyal hayata girmesine önayak olmak üzere düzenlenen sosyal etkinliklere ev sahipliği yapan Ankara Palas’ın en ünlü etkinliği  cumhuriyetin ilk yıllarında düzenlenen “Cumhuriyet Baloları”ymış.

Ankara Palas’ta ağırlanmış önemli konuklar arasında İran Şehinşahı Rıza Pehlevi, Afgan Kralı Emanullah Han, Irak Kralı Emir Faysal, Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos hatta ABD Başkanı Dwight Eisenhower bile varmış.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün malı olan bina, 1975’e kadar otel olarak işletilmiş 1976-1982 arasında Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından ofis ve sergi alanı olarak kullanılmış.1982 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından kapsamlı bir restorasyondan geçirilmiş ve 29 Ekim 1983 günü resmi törenle "Ankara Palas Devlet Konukevi" olarak hizmete açılmış. 21 Şubat 2024 tarihinde ise "Ankara Palas Müzesi" adıyla ziyarete açılmış.

Müzenin üst katları dolaşıma kapalı. Otel odalarını görmek mümkün değil. Balo salonu ve yemek salonunda camekan içinde tabak çanak, Devletimize verilen diplomatik hediyeler sergilenmekte. Balo salonu havasını yaşamak, o ihtişamlı günleri canlandırmak bu eşya kalabalığı arasında pek mümkün görünmüyor.

Sergilenen eşyalara göz attıktan sonra, müzenin kafesinde çay kahve molası veriyoruz. Bugün iyi günümüzdeyiz. Siparişimiz gecikiyor. Meğer mikro dalgaları arıza yapmış, ısmarladığımız börek ısıtılamadığı için gecikmiş.

Müze çıkışı taksiye binerek eve geri dönüyoruz. Apartman görevlisi arabanın camını bir şekilde kapatmış. Mekanizma çalışmıyor ama hiç değilse cam kapalı. Arabayı alarak Ceren’in uğraması gereken resmi daireler varmış oralara gidiyoruz. İşlerini hallettikten sonra, hazır yakınına gelmişken Atatürk Orman Çiftliği’ne gidelim diyoruz. Köftecilerin, kokorişçilerin olduğu bir meydana geliyoruz. Orman içinde çay kahve içeceğimiz güzel bir mekan arıyoruz ama yok. Meydanın haline bakıp Engin Ardıç’ın “Mustafa Kemal sizin gibi kıro değildi” sözü aklıma geliyor. Satış mağazasından çiftlik dondurması alıp, parkın içine giriyor, dondurmamızı yiyoruz. Civarda iki adet müze ve dijital hayvanat bahçesi tabelaları görünüyor. Çocukluğumuzda gittiğimiz hayvanat bahçesi dijitale dönmüş demek ki. Müzeler de bu saatte kapanmış olmalı.

Tekrar eve dönerek arabayı bırakıyor, Kuğulu Park’a gidiyoruz. Ceren buranın sadece adının Kuğulu Park olduğunu düşünüyormuş, parkta kuğuları görünce deli oluyor. Hele minik yavru kuğunun anne babası ile gezindiğini görünce sevinç çığlıkları atıp çocuk gibi seviniyor. Tunalı Hilmi caddesi boyunca yürüyoruz ve gezimizi bir başka Ankara klasiği ile sonlandırıyoruz.  Kebap 49’da akşam yemeğimizi yedikten sonra eve geldiğimizde bir buz torbası benim ayaklarımda, bir buz torbası onun ayaklarında ayaklarımızdan özür diliyoruz.

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Sabah Ankara Kale’sine gidecektik. Ceren kendini çok yorgun hissediyor. Kale başka sefere kalsın diyerek, Ankara simidi ile evde sabah kahvaltısı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra kendimize geliyoruz.

Arkadaşının nikahının yapılacağı otel Atatürk Orman Çiftliği’ne çok yakın. Bari dünkü göremediğimiz müzeleri görüp, çiftlik turumuzu tamamlayalım diyoruz. Önce Atatürk Evi Müzesi’ne gidiyoruz.

Burası, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, Selanik'te doğduğu evin bire bir kopyası olarak  inşa edilmiş bir müze. Atatürk’ün doğduğu ve çocukluk yıllarını geçirdiği  Selanik’te ki babaevi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra  Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla vatan toprakları dışında kalmıştı. Lozan müzakereleri esnasında Atatürk’ün Selanik’i ana vatan sınırları içerisine dahil etme arzusu gerçekleştirilememiş ve Atatürk’te bundan büyük üzüntü duymuştu. O nedenle Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü anısına, Ankara Ticaret Odası Yönetim Kurulunun 6 Kasım 1980 tarihli toplantı kararıyla Selanik’te ki evin bire bir aynısı yaptırılmış. Evin temeli, 1981 yılında, Atatürk'ün manevi doğum günü kabul edilen 19 Mayıs günü saat 17.00'de dönemin başbakanı Bülend Ulusu tarafından atılmış ve evin açılışı ise Atatürk'ün ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım 1981 tarihinde, Kenan Evren tarafından yapılmış.

Ev kopyalanırken gerçek ölçülerine birebir sadık kalınmış, orijinalde olduğu gibi üç katlı ve pembe renkte inşa edilmiş. Taş merdivenli kapıdan binaya girildiğinde birinci katta taşlık, kiler ve hizmetçi odası, ikinci katta sofa, mutfak, oturma ve misafir odası, üçüncü katta ise sofa, Atatürk odası ve müze odası bulunmakta. Müze odasında Atatürk’ün giysileri sergilenmekte.  

Selanik’te ki evi defalarca ziyaret etmiştim. İlk gittiğim yıllarda burada olduğu gibi içi döşeliydi. Daha sonraki gidişlerde odaları boşaltılmış, eşyalar yerine dijital sergi ile güya modernize edilmiş haldeydi.  O ilk döşeli halini de maket olarak sergilemekteydiler. Bu hali hiç hoşuma gitmemişti. Tek sevindiğim şey, Atatürk’ün balmumu heykelinin yerleştirilmiş olmasıydı. Çiftlikte ki müze evde karyolası, divanı, rahlesi, mangalı ile o ilk hali canlandırılmış. O nedenle müze ev çok hoşuma gidiyor.






Tekrar meydana dönerek dün ilgimizi çekip, ne olduğunu anlamadığımız üzerinde "Künefeci" yazan binaya giriyoruz. Burası, İstanbul-Haydarpaşa – Ankara demiryolu üzerinde yer alan TCDD'ye ait Gazi Tren İstasyonuymuş. Bina, mimar, Burhanettin Tamcı tarafından Birinci Ulusal Mimarlık Akımı tarzında tasarlanmış ve 1 Şubat 1926'da hizmete girmiş. İstasyon, Başkentray projesi kapsamında 11 Temmuz 2016'da kapatılmış ve yeniden inşa edilerek 12 Nisan 2018'de tekrar hizmete açılmış. Bir ada peronu ve bir kenar peronundan oluşan istasyonun, ada peronu B1 (Sincan – Kayaş) Banliyö Trenleri'ne  hizmet vermekteymiş. Tarihi istasyon binasının yer aldığı kenar peronu ise yolcu kullanımına kapalı ve künefeci olarak hizmet vermekte.



Tren İstasyonu’ndan sonra, Atatürk Orman Çiftliği Müzesi’ne gidiyoruz. Elektrikler kesik olduğu için alarm ötüyor onun için müzeye girilemiyormuş. Kapıda epey bir bekliyoruz. Elektrik geliyor ve alarm sustuktan sonra müzeyi açıyorlar.

Burası eskiden şarap fabrikasıymış. 2010 yılında şarap üretimi durdurularak burası müze olarak hizmet vermeye başlamış. Sergilenen parçalar arasında, Çiftlik’te kullanılan ilk dondurma yapım makinası, şişeleme makinaları, eski fıçılar, eski tarım aletleri, eski veteriner aletleri ve çeşitli ekipmanlar bulunuyor.

Hanri Benazus koleksiyonundan oluşturulan “Geçmişin İzleri: Anılar, Yaşamlar, Mekanlar” konulu fotoğraf sergisinde, Atatürk’ün her halini yansıtan fotoğrafları izliyoruz. Çeşitli şehirlerdeki Atatürk Evleri’ne ait yağlıboya resimleri de görmek mümkün. Müzede  MKE malı tabancaların yanı sıra Smith Wesson, Nagant gibi yabancı markaların olduğu silahlar sergileniyor. Duvarlarda Kırıkkale malı tüfekleri görebiliyorsun.

 Müzenin güvenlik görevlisi Emir Bey yanımızdan ayrılmıyor, müzedeki tek ziyaretçi bizleriz. Müze ile ilgili bildiklerini anlatmaya çalışıyor. Bir yandan da fotoğraf çekmek yasak demişler, yasağı delmeyelim diye bizi takip ediyor. O göstermese geçip gidecektik, çiftlikte üretilen balların konduğu bal köpüğü desenli cam kavanozları, şimdilerde üretilmeyen “Çiftlik Altını” adlı şarabın şişesini gösteriyor. Müzenin bir diğer bölümü konferans salonu olarak düzenlenmiş, çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapıyormuş.

 






Nikah saati yaklaşıyor, Ceren’i yakınımızdaki otele bırakıyorum. “Bak bu daha birinci tur, daha gezilecek çok yer var” diyorum.  “Ben Ankara’yı hiç böyle düşünmemiştim Feryal Teyze, Cumhuriyet ve Atatürk dolu iki gün geçirdim, tekrar geleceğim” diyor. Ankara sadece gezilen değil,  gezerken de Cumhuriyet Tarihini yaşatan bir şehir. Gezdirdiğim her misafir, ayrılırken aynı duygularla ayrılıyor.

 

FERYAL BEKDİK

TEMMUZ 2025 ANKARA

 

Yorumlar

  1. Ne hoş anlatmışsın yine Feryal ablacım🌸 sizinle gezdim bende💕

    YanıtlaSil
  2. Eline sağlık canım ben de sizinle gezdim duygulandım teşekkür ederim bu güzel anlatım için, Figen

    YanıtlaSil
  3. 6 yıl Ankara'da kaldim ama boşuna kalmışım.
    Harika üslubun, anlatma teknigin keyif verdi.
    Kim demiş inşaat mühendisleri duygusuz diye.Okusunlar seni...

    YanıtlaSil
  4. Canım kuzenim, güçlü kalemin ve müthiş gözlem yeteneğin böylesi güzel bir gezi olanağı sağladı bizlere…Resmen dolaştım ama bir de seninle gezmek isterim.Sevgiyle kucaklıyorum.

    YanıtlaSil
  5. Dilekçe bir yanda dursun diyor Ceren ve heyecanla bir çırpıda okuyuveriyor Feryal Teyzesinin gezi yazısını. O muhteşem iki günü tekrar yaşıyor Feryal Teyze'sinin güzel gözlerinden ve zarif kaleminden... Şimdi de hemen telefona sarılıyor çünkü bu heyecan ancak paylaşılırsa biraz yatışır.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AL SANA İRAN

KASTAMONU THBT AĞA GEZİSİ MAYIS 2025