CEREN İLE ANKARA
CEREN
İLE ANKARA (25-26 TEMMUZ 2025)
1986 yılında yaptığım
trafik kazasında beyin kanaması geçirmiş,
on yedi gün Ege Üniversitesi Beyin Cerrahi bölümünde komada kalmış,
doktorların gayreti ve benim de yaşam
azmimle geriye dönmüş, ayağa kalkmıştım. Daha sonra benimle ilgilenen
doktorlarla dost olmuş, ilerleyen yıllarda dostluklarımız pekişmişti.
Kaza yaptığım
tarihten bir yıl sonra benim ile ilgilenen doktorları aileleri ile birlikte
yemeğe davet etmiştik. Ceren annesinin karnında yemeğe gelmişti. Birkaç ay
sonra da dünyaya gelen Ceren’i hastanede kucağıma almış, o günden sonra da onun
Feryal teyzesi olmuştum. Dostluğumuzun
devam ettiği, Ceren’in babasının da can dostu Yusuf Erşahin gibi kıymetli bir
doktoru da, klimada oluşan bir mikrobun sebep olduğu saçma sapan bir nedenle
geçtiğimiz yıllarda kaybetmiştik. Onu da bu vesileyle saygıyla anıyorum.
Ceren’in anne
ve babası ile arkadaşlığımız devam ederken, Ceren büyüdü, Barış abisi ile aynı
liseye gitti ve hukuk okudu, kendini çok iyi yetiştirdi. Birkaç dil bilen,
yelken sporu yapan, kendi işini kuran akıllı fikirli bir Cumhuriyet kadını
oldu. Ne zaman görüşsek, telefonda konuşsak; “Kızım, Ankara’ya günübirlik gelip
Anıtkabir’i ziyaret etmekle Cumhuriyeti ve Ankara’yı anlayamazsın. Sen bana bir
gel, Ankara’yı sana ben gezdireyim” deyip duruyordum.
Bir gün Ceren
telefon etti. O cıvıl cıvıl sesiyle “Feryal teyzecim, Ankara’da arkadaşımın
düğünü var, seninle birlikte olmak için iki gün önceden geleceğim” dedi. Dediği
gün geldi ve Ceren ile Ankara maceramız böyle başladı.
25 Temmuz 2025 Cuma
Sabahleyin
kahvaltımızı evde yaptıktan sonra, arabamızla yola çıkıyoruz. Hava çok sıcak,
klimayı açıp hava dolaşımı olsun diye camı açmak isterken cam aşağıya iniyor ve
orada kalıyor. Bu sıcak havada, cam açık gitmenin bir manası yok, kaldı ki arabayı
cam açık park ederek sağa sola gidemeyiz. Geriye dönüp arabayı evin önünde
apartman görevlisine teslim ediyor yolumuza taksi ile devam ediyoruz.
Ulus’ta ki
Atatürk heykeli önünde iniyoruz. Burası Ankara’nın kalbi. İlk önce İş Bankası
Müzesi’ne gidiyoruz. Müzede çok güzel karşılanıyoruz. Bütün görevliler güleç,
kibar, nezaket sahibi. Hemen kısa bir bilgi veriyorlar. Bizi asansöre
yönlendiriyorlar. En üst kattan gezmeye başlıyoruz.
Burada, eski
genel müdürlük binasının dönüştürülmesiyle hem Türkiye'deki
önemli ekonomik gelişmeleri hem de bankanın tarihçesini anlatan
bir müze oluşturulmuş. Bina,1929 yılında İtalyan mimar Giulio
Mongeri tarafından projelendirilmiş. Dış cephesinde yoğun
olarak Osmanlı ve Selçuklu mimarilerinden figürler
barındıran yapı her ne kadar genel itibarıyla Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'nın
etkisiyle tasarlanmış olsa da katlar arası geçişlerde kullanılan yatay
hatlar Neo-Rönesans Mimarisi'nden
etkilenmiş. Ana giriş kapısının üstündeki cam vitray ise Art Nouveau üslubunda.
Vitrayda elinde gücün sembolü olan yılanlı asası ile Hermes tasvir
edilmiş. Hermes, Yunan mitolojisinde para ve ticaretle
ilişkilendirilen bir figür olsa da aynı zamanda da hırsızların tanrısı olarak
adlandırılır. Buda ironik bir durum.
İnşası
tamamlandıktan sonra 26 Ağustos 1929'dan itibaren Türkiye İş Bankası'nın üçüncü genel müdürlük
binası olarak kullanılmaya başlanan bina, uzun yıllar boyunca bu amaca hizmet
etmiş. Merkezin Kavaklıdere'ye taşınmasıyla birlikte
"Heykel Şubesi" adıyla günlük bankacılık işlemleri devam ettirilmiş
ve kurum bünyesindeki eğitimlerin yapıldığı bir birim haline gelmiş. Ulus
Meydanı ve çevresindeki alanların düzenlenerek bir kültür merkezi haline
dönüştürülmesi projesi kapsamında, banka yönetimi, tarihi binadaki şubenin
kapatılarak buranın müzeye çevrilmesine yönelik karar almış. Yapılan
düzenlemeler sonrasında, "Türkiye
İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi" adıyla 2 Mayıs 2019 tarihinde açılışı
yapılmış. Müze; ismini Atatürk'ün askeri zaferlerin ancak iktisadi zaferlerle
kalıcı olabileceği vizyonundan almış.
Müzeye en son
altı ay önce gelmiştim. Müze yeniden düzenlenmiş, sanki bambaşka bir müzeye
gelmiş gibi oluyorum. En üst katta her zaman olduğu gibi resim sergisi var. Sanatçı
Can Bıçakç’nın “Atatürk Portreleri” sergisini geziyoruz. Bir alt kata iniyoruz.
İş Bankası koleksiyonunda bulunan çeşitli sanatçıların resmettiği İstanbul
temalı sergiyi geziyoruz. Onun bir alt katında da kütüphane var. İktisadi
araştırmalar için bir hazine burası.
Serginin yeni
düzeninde Moniac makinasını göremiyorum. Halbuki ekonomik göstergelerin analog
olarak değişimini gösteren bilgisayarın ilk modellemesi diyebileceğimiz makine
yok. Suyla çalışan bu makine benim favorimdi oysa.
Müze katında
ise somut sergiden ziyade dijital sergi yapmışlar. Ceren’i 29 Ekim 1929 'da Atatürk’ün konuk edildiği “Mavi Salon”a götürüyorum. Çok duygulanıyoruz. Müzeyi
gezerken o yokluk yıllarında “Özel “ bir bankanın kuruluşunu, tarım, eğitim,
sanayi hamlelerinin bankanın ilerleyişiyle paralel anlatılmasını gözlerimiz
yaşararak izliyoruz.
Gezerken bir
film gösterisine takılıyoruz. Atatürk, Kurtdereli Mehmet pehlivana kendisini
takdir ettiğini belirten bir mektup yazıyor ve mektupla birlikte, kendi
imzasıyla 1.000 TL’lik şahsi çekini yolluyor. Bu o zamanlar için çok büyük
para, Kurtdereli’nin okuması yok. Mektubu getirene okutuyor. “Paşa bana
mektup yazmış he mi?” diyerek çok duygulanıyor ve çeki alıyor.
Sahne değişiyor,
Kurtdereli, içinde bulunduğumuz binanın giriş katına gelerek çeki bozduruyor.
Tam parayı alacakken çeki geri istiyor. Bankodaki görevli “Aman efendim, usul
böyle, siz çeki veriyor, parayı alıyorsunuz” diye izah etmeye çalışıyor. Kurtdereli
parayı geri itiyor ve “ Ben kendime Paşanın imzasını sattı dedirtmem” diye çeki
alıp çıkıp gidiyor.
Bir sonraki
sahnede Atatürk arabayla İş Bankası’na geliyor. Arabada “Demek Kurtdereli öyle
demiş ha” diyor. “Sonra ne olmuş?” diye soruyor. Yanındaki “Efendim parayı
vermişler, çek de kendisinde kalmış” diyor. Atatürk de gülerek “Vay Kurtdereli, çeki bırakmamış “ diye
gülüyor.
Ceren ile biz
bir duygulanıyoruz, bir ağlıyoruz. Binanın içindeyiz ve filmin etkisiyle o günleri
yaşıyoruz sanki. Bir alt katta ki oda ve salonları gezerek, bodrum katındaki
kasa odasına giriyoruz.
Binadan
çıkığımızda duygu doluyuz. Haydi bakalım şimdi I.Meclis’e gidiyoruz. Gişede
kimliğimi çıkaracağım. O da ne? Telefonum yok. Ceren ile hemen geriye
dönüyoruz. Ulus’ta ki trafik ışıkları ne kadar uzun yanıyormuş, zaman nasıl
göreceli bir kavram. Neyse bankanın kapısına varıyoruz. Kapıdaki görevli
“Telefon için mi geldiniz?” diyor. İkinci katta bizi bekliyorlarmış. İkinci
kata çıktığımızda bizi üzerinde “Girilmez” yazılan bir odaya alıyorlar. Müzenin
her bir tarafı bu odadan kameralar ile izleniyormuş. Kameranın birinde
kendimizi görüyoruz. Kurtdereli’yi seyrederken ağlıyoruz. Ben göz yaşlarımı
silerken elimdeki telefonu yan tarafa bırakıyorum.
Neyse telefon
krizimiz mutlu sonla bitiyor. Müzenin
titizliğine, elemanların işlerini hakkıyla yapmalarına hayran oluyoruz.
Kendimizi çok iyi hissediyoruz.
Tekrar karşıya geçiyor, I Meclis binasına giriyoruz. Günümüzde Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak adlandırılan bina, 1924 yılına kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk binası olarak kullanılmış. 1961 yılında müzeye çevrilerek "Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi" adıyla ziyarete açılmış. Teşhir salonlarının ve koleksiyonun yenilenmesiyle 23 Nisan 1981 tarihinde Kurtuluş Savaşı Müzesi adıyla yeniden hizmete girmiş.
Bina, İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin kulüp binası olarak kullanılmak üzere tasarlanmış ve
inşasına 1915 yılında başlanmış. Birinci Ulusal Mimarlık Akımının önemli
ve erken örneklerinden biri olan müze binası, mimar Salim Bey tarafından
tasarlanmış. Yapının en dikkat çekici özelliği ise dış cephesinde Ankara taşı kullanılmış.
Girince ilk oda
mescit. Yani ilk meclisin, ilk odası mescit. Düşmanın Ankara yakınlarına kadar
geldiği günlerde bu odada kim bilir kimler ne dualar etmiştir. Yanında meclis
başkanının odası var. Kapının iki yanında Topal Osman’ın adamlarının Karadeniz
bölgesine has kıyafetleri içinde nöbet tuttuğunu hayal ediyoruz.
Meclisin genel kurul salonuna giriyoruz. Tam ortasında
başkanın ve divan üyelerinin kullandığı meclis kürsüsü ile onun hemen önünde zabıt
katipleri kürsüsü yer alıyor. Kürsünün önündeki sıralarda dönemin bakanlar
kurulu üyeleri otururken, sağ ve sol taraftakiler ise milletvekillerince
kullanılmış. Salonun sağ ve sol köşelerinde iki adet balkon bulunuyor. Sağdaki
balkon elçiler ve elçilik görevlilerine, soldaki balkon dinleyicilere ayrılmış.
Her iki balkonun altında bulunan boş alanlar ise yerli ve yabancı basın mensuplarının
ağırlandığı yerlermiş. Milletvekilleri ve hükûmet yetkililerince kullanılan
oturma sıraları, Muallim Mektebi ve Ankara Sultanisi'nden
getirilmiş. Oturma sıralarının yanı başında bulunan iki adet petrol lambası ve
sac soba o dönemde meclis civarında bulunan kahvehanelerden; büro malzemeleri
ise şehrin çeşitli noktalarındaki resmi dairelerden toplanmış. Genel kurul
salonunun kürsüye çıkan merdivenlerinden Mustafa Kemal Paşa’nın koşarak
çıkışını, “Efendiler” diye söyleve başlamasını hayal ediyoruz. Bir ulus resmen
küllerinden doğmuş. Onun için meclisin olduğu meydan “ULUS” adını fazlasıyla hak
ediyor.
Odalarda sergilenen silahları ve haberleşme cihazlarını
gördükten sonra son salona giriyoruz. Bu salon, bakanlar kurulu ve meclis
başkanlığı divanı tarafından kullanılmış. Günümüzde salonda Lozan Barış
anlaşmasının imzalandığı masa sergileniyor. Bu masa, 24 Temmuz 1923 tarihinde
İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle
Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan,
Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki
Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış barış antlaşmasının imzalandığı masa.
Kasım 2008’de resmi
bir ziyaret için Türkiye'ye gelen İsviçre Konfederasyonu Başkanı Pascal Couchepin,
Türkiye için çok anlamlı olan bu masayı o günün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e
teslim etmiş. Ne büyük incelik.
Sırada II. Meclis var. Yokuş aşağı biraz yürüdükten sonra sağ tarafta ki II.Meclis binasına giriyoruz. Günümüzde Cumhuriyet Müzesi olarak adlandırılan II. Türkiye Büyük Millet Meclisi binası 1923 yılında Mimar Vedat Tek tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası toplantı yeri olarak tasarlanmış bodrum üzerine iki kat olarak kesme taştan inşa edilmiş. Ancak o dönem I.TBMM binası yeterli gelmeyince meclis binası olarak düzenlenmiş ve 18 Ekim 1924 tarihinde hizmete açılmış. Yapı, Selçuklu ve Osmanlı bezeme motiflerinin yer aldığı ahşap tavan süslemesi, kemerler, saçaklar ve çinileri ile dönemin mimari özelliklerini yansıtmakta. Binanın ön kısmı onarım ve yenilenmelerden sonra düzenlenerek 30 Ekim 1981 tarihinde müze olarak ziyarete açılmış.
Türk Siyasi tarihinde önemli yeri olan II. TBMM, 1924-1960
yıllarında Atatürk ilke ve devrimlerinin gerçekleştirilmesi, önemli yasaların
çıkarılması, uluslararası anlaşmaların imzalanması ve çok partili sisteme geçiş
gibi Türkiye siyasi tarihinin önemli olaylarına tanıklık etmiş.
Müze giriş kapısının karşısında yer alan Genel Kurul
Salonuna giriyoruz. Atatürk 15 Ekim - 20 Ekim 1927
tarihleri arasında 6 gün süre ile 36 saat 33 dakika boyunca süren “Büyük
Nutuk”u bu salonda okumuş.
Üst kata çıkıyoruz. Ceren’e kadınların seçme ve seçilme hakkı
kazanıldıktan sonra meclise giren ilk kadınların olduğu panoyu gösteriyorum.
Hepsi okumuş, görmüş geçirmiş kadınlar. Kimi Amerikan koleji, kim Fransız
Koleji mezunu. Öğretmen, avukat, çiftlik sahibi, hepsi meslek sahibi çağdaş ve
aydın kadınlar.
Genel Kurul Salonunu üstten görüyoruz. Loca da Atatürk’ün balmumu heykeli var. Başbakan ve cumhurbaşkanına ait odaları geziyoruz. Tekrar alt kata iniyoruz. Alt kattaki odalarda ise ilk üç Cumhurbaşkanı; Mustafa Kemal Atatürk, Mustafa İsmet İnönü ve Mahmut Celal Bayar’ın kişisel eşyaları sergileniyor. Celal Bayar’ın masa takviminin 10 Kasım sayfasına el yazısı ile yazdığı 9:05 yazısı içimizi acıtıyor. Gözümüzün önüne Celal Bayar’ın telefonu eline aldığı, İstanbul’dan gelen haber üzerine gayrı ihtiyari önündeki takvime saati yazdığı geliyor. Müzeler başlı başına tarihi serüven.
Müzeden çıktıktan sonra yolun karşısına geçiyor. Restore edilen Ankara Palas’a giriyoruz. Bina 1924-1927 yıllarında yapılmış. Ankara Palas ya da eski adıyla Ankara Vakıf Oteli, Türkiye’nin ilk yıllarında Ankara’da milletvekilleri için bir sosyal tesis ve resmi konuklar için konukevi olarak hizmet vermiş; Türk siyasi hayatının birçok önemli olayına tanıklık etmiş bir bina.
Binanın yapımı hayli
maceralı olmuş. İlk tasarımı Mimar Vedat Tek tarafından
yapılmış. Bina ilk yapılırken, Sıhhiye Vekaleti (Sağlık Bakanlığı) olarak tasarlanmış. Yapımı başladıktan sonra
mimarlık ücretinin ödenmemesi nedeniyle Vedat Bey işi bırakmış. Bunun
üzerine bina Vakıflar İdaresi’ne devredilmiş ve Mimar Kemalettin Bey’in yeni tasarımına göre
inşası tamamlanmış. Mimar Kemalettin Bey, yapının inşası sürerken
şantiyede hayatını kaybetmiş. Bina 17 Nisan 1928 günü 120 yatak kapasitesi ile otel
olarak hizmete açılmış. Binanın yapım süreci, 2023 yılında yayımlanan Ankara
Palas’ın Merdivenleri adlı çizgi romana bile konu olmuş.
Bina, 1930’larda
siyasetçilerin, gazetecilerin, sanatçıların buluşma noktası olduğu gibi
yurtdışından gelen resmi heyet ve konukların da ağırlandığı mekanmış. Atatürk devrimleri ile Türk toplum
hayatına getirilen bazı yeniliklerin ilk defa Ankara Palas’ta başlatıldığı
söylenir. Özellikle kadınların erkeklerle eşit koşullarda sosyal hayata
girmesine önayak olmak üzere düzenlenen sosyal etkinliklere ev sahipliği yapan
Ankara Palas’ın en ünlü etkinliği cumhuriyetin ilk yıllarında düzenlenen “Cumhuriyet
Baloları”ymış.
Ankara Palas’ta ağırlanmış
önemli konuklar arasında İran Şehinşahı Rıza Pehlevi, Afgan Kralı Emanullah Han,
Irak Kralı Emir Faysal, Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos hatta ABD
Başkanı Dwight Eisenhower bile varmış.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün malı olan
bina, 1975’e kadar otel olarak işletilmiş 1976-1982 arasında Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı tarafından ofis ve sergi alanı olarak kullanılmış.1982 yılında
Dışişleri Bakanlığı tarafından kapsamlı bir restorasyondan geçirilmiş ve 29
Ekim 1983 günü resmi törenle "Ankara Palas Devlet Konukevi" olarak hizmete
açılmış. 21 Şubat 2024
tarihinde ise "Ankara Palas Müzesi" adıyla ziyarete açılmış.
Müzenin üst katları dolaşıma
kapalı. Otel odalarını görmek mümkün değil. Balo salonu ve yemek salonunda
camekan içinde tabak çanak, Devletimize verilen diplomatik hediyeler
sergilenmekte. Balo salonu havasını yaşamak, o ihtişamlı günleri canlandırmak
bu eşya kalabalığı arasında pek mümkün görünmüyor.
Sergilenen eşyalara göz
attıktan sonra, müzenin kafesinde çay kahve molası veriyoruz. Bugün iyi
günümüzdeyiz. Siparişimiz gecikiyor. Meğer mikro dalgaları arıza yapmış,
ısmarladığımız börek ısıtılamadığı için gecikmiş.
Tekrar eve dönerek arabayı
bırakıyor, Kuğulu Park’a gidiyoruz. Ceren buranın sadece adının Kuğulu Park olduğunu
düşünüyormuş, parkta kuğuları görünce deli oluyor. Hele minik yavru kuğunun
anne babası ile gezindiğini görünce sevinç çığlıkları atıp çocuk gibi
seviniyor. Tunalı Hilmi caddesi boyunca yürüyoruz ve gezimizi bir başka Ankara
klasiği ile sonlandırıyoruz. Kebap 49’da
akşam yemeğimizi yedikten sonra eve geldiğimizde bir buz torbası benim
ayaklarımda, bir buz torbası onun ayaklarında ayaklarımızdan özür diliyoruz.
26 Temmuz 2025 Cumartesi
Sabah Ankara Kale’sine
gidecektik. Ceren kendini çok yorgun hissediyor. Kale başka sefere kalsın
diyerek, Ankara simidi ile evde sabah kahvaltısı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra kendimize
geliyoruz.
Arkadaşının nikahının
yapılacağı otel Atatürk Orman Çiftliği’ne çok yakın. Bari dünkü göremediğimiz
müzeleri görüp, çiftlik turumuzu tamamlayalım diyoruz. Önce Atatürk Evi Müzesi’ne
gidiyoruz.
Burası, Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, Selanik'te
doğduğu evin bire bir kopyası olarak inşa edilmiş bir müze. Atatürk’ün
doğduğu ve çocukluk yıllarını geçirdiği Selanik’te
ki babaevi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla vatan toprakları dışında
kalmıştı. Lozan müzakereleri esnasında Atatürk’ün Selanik’i ana vatan sınırları
içerisine dahil etme arzusu gerçekleştirilememiş ve Atatürk’te bundan büyük
üzüntü duymuştu. O nedenle Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü anısına, Ankara Ticaret Odası Yönetim Kurulunun 6
Kasım 1980 tarihli toplantı kararıyla Selanik’te ki evin bire bir aynısı yaptırılmış.
Evin temeli, 1981 yılında, Atatürk'ün manevi doğum günü kabul edilen 19 Mayıs
günü saat 17.00'de dönemin başbakanı Bülend Ulusu tarafından
atılmış ve evin açılışı ise Atatürk'ün ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım 1981
tarihinde, Kenan Evren tarafından yapılmış.
Ev kopyalanırken gerçek ölçülerine birebir sadık kalınmış, orijinalde olduğu gibi üç katlı ve pembe
renkte inşa edilmiş. Taş merdivenli kapıdan binaya girildiğinde birinci katta
taşlık, kiler ve hizmetçi odası, ikinci katta sofa, mutfak, oturma ve misafir
odası, üçüncü katta ise sofa, Atatürk odası ve müze odası bulunmakta. Müze
odasında Atatürk’ün giysileri sergilenmekte.
Selanik’te ki evi defalarca
ziyaret etmiştim. İlk gittiğim yıllarda burada olduğu gibi içi döşeliydi. Daha
sonraki gidişlerde odaları boşaltılmış, eşyalar yerine dijital sergi ile güya
modernize edilmiş haldeydi. O ilk döşeli
halini de maket olarak sergilemekteydiler. Bu hali hiç hoşuma gitmemişti. Tek
sevindiğim şey, Atatürk’ün balmumu heykelinin yerleştirilmiş olmasıydı.
Çiftlikte ki müze evde karyolası, divanı, rahlesi, mangalı ile o ilk hali
canlandırılmış. O nedenle müze ev çok hoşuma gidiyor.


Tekrar meydana dönerek dün ilgimizi çekip, ne olduğunu anlamadığımız üzerinde "Künefeci" yazan binaya giriyoruz. Burası, İstanbul-Haydarpaşa – Ankara demiryolu üzerinde yer alan TCDD'ye ait Gazi Tren İstasyonuymuş. Bina, mimar, Burhanettin Tamcı tarafından Birinci Ulusal Mimarlık Akımı tarzında tasarlanmış ve 1 Şubat 1926'da hizmete girmiş. İstasyon, Başkentray projesi kapsamında 11 Temmuz 2016'da kapatılmış ve yeniden inşa edilerek 12 Nisan 2018'de tekrar hizmete açılmış. Bir ada peronu ve bir kenar peronundan oluşan istasyonun, ada peronu B1 (Sincan – Kayaş) Banliyö Trenleri'ne hizmet vermekteymiş. Tarihi istasyon binasının yer aldığı kenar peronu ise yolcu kullanımına kapalı ve künefeci olarak hizmet vermekte.

Tren İstasyonu’ndan sonra, Atatürk Orman Çiftliği Müzesi’ne gidiyoruz. Elektrikler kesik olduğu için alarm ötüyor onun için müzeye girilemiyormuş. Kapıda epey bir bekliyoruz. Elektrik geliyor ve alarm sustuktan sonra müzeyi açıyorlar.
Burası eskiden şarap
fabrikasıymış. 2010 yılında şarap üretimi durdurularak burası müze olarak
hizmet vermeye başlamış. Sergilenen parçalar arasında, Çiftlik’te kullanılan
ilk dondurma yapım makinası, şişeleme makinaları, eski fıçılar, eski tarım
aletleri, eski veteriner aletleri ve çeşitli ekipmanlar bulunuyor.
Hanri Benazus koleksiyonundan oluşturulan
“Geçmişin İzleri: Anılar, Yaşamlar, Mekanlar” konulu fotoğraf sergisinde, Atatürk’ün
her halini yansıtan fotoğrafları izliyoruz. Çeşitli şehirlerdeki Atatürk Evleri’ne
ait yağlıboya resimleri de görmek mümkün. Müzede MKE malı tabancaların yanı sıra Smith Wesson,
Nagant gibi yabancı markaların olduğu silahlar sergileniyor. Duvarlarda
Kırıkkale malı tüfekleri görebiliyorsun.

Nikah saati yaklaşıyor, Ceren’i yakınımızdaki otele bırakıyorum. “Bak bu daha birinci tur, daha gezilecek çok yer var” diyorum. “Ben Ankara’yı hiç böyle düşünmemiştim Feryal Teyze, Cumhuriyet ve Atatürk dolu iki gün geçirdim, tekrar geleceğim” diyor. Ankara sadece gezilen değil, gezerken de Cumhuriyet Tarihini yaşatan bir şehir. Gezdirdiğim her misafir, ayrılırken aynı duygularla ayrılıyor.
FERYAL BEKDİK
TEMMUZ 2025 ANKARA
Ne hoş anlatmışsın yine Feryal ablacım🌸 sizinle gezdim bende💕
YanıtlaSilEline sağlık canım ben de sizinle gezdim duygulandım teşekkür ederim bu güzel anlatım için, Figen
YanıtlaSil6 yıl Ankara'da kaldim ama boşuna kalmışım.
YanıtlaSilHarika üslubun, anlatma teknigin keyif verdi.
Kim demiş inşaat mühendisleri duygusuz diye.Okusunlar seni...
Canım kuzenim, güçlü kalemin ve müthiş gözlem yeteneğin böylesi güzel bir gezi olanağı sağladı bizlere…Resmen dolaştım ama bir de seninle gezmek isterim.Sevgiyle kucaklıyorum.
YanıtlaSilDilekçe bir yanda dursun diyor Ceren ve heyecanla bir çırpıda okuyuveriyor Feryal Teyzesinin gezi yazısını. O muhteşem iki günü tekrar yaşıyor Feryal Teyze'sinin güzel gözlerinden ve zarif kaleminden... Şimdi de hemen telefona sarılıyor çünkü bu heyecan ancak paylaşılırsa biraz yatışır.
YanıtlaSil