Foça Günlükleri

 


FOÇA GÜNLÜKLERİ AĞUSTOS 2025

Arkadaşım Mine aradı. Foça’da ki yazlığına yurt dışında yaşayan kızları gelip gitmiş, yazlıkta yalnız olduğunu söyledi. Mine çok arkadaş canlısıdır. Her yıl birkaç gün arkadaşlarını sırayla ağırlar. Kendimden bilirim yazlıkta tek başına olmak tatsızdır, sıkıcıdır. Kafa dengi arkadaş ile ise o yazlık bir cennettir. Mine,  “Havalar çok sıcak gidiyor, hadi gel, hem denize girer, hem de sen çevre gezmeyi seversin, gel sana çok güzel bir program yaptım” dedi. Doğrusu hiç ikiletmedim, çantamı hazırlayıp Foça’nın yolunu tuttum.

27 Ağustos 2025 Çarşamba

Öğlene doğru yola çıkıyorum. Bir buçuk saat araba kullandıktan sonra Mine’nin oturduğu siteye ulaşıyorum. Mine’nin evi Eski Foça diye adlandırılan sahil kasabasında. Foça  -eski çağlarda ki söylenişi ile Phokaia- adını kasabayı çevreleyen adalarda yaşayan foklardan alıyormuş. Yani foklar şehri.

Kasabanın tarihçesi MÖ 6.Yüzyıl’da İyonlara kadar dayanıyor. Denizci bir millet Foça’lılar. Ticarette de çok başarılı olmuşlar, ilk sikke bastıran kentlerden biriymişler. Daha sonra Persler gelip burayı dümdüz etmiş. Büyük İskender Pers egemeliğini ortadan kaldırınca yeni bir dönem başlamış. İskender’in ölümünden sonra, Seleukoslar’ın, Bergama Krallığı’nın ve Romalıların egemenliğine girmiş. 1300’lü yıllarda Anadolu, Türklerin eline geçtiğinde, Foça’da diğer kentler gibi önem kazanmış ve önemli bir liman kenti olmuş.

Yapılan arkeolojik kazılar sonucunda antik döneme ait buluntular elde edilmiş. Şeytan Hamamı diye adlandırılan kaya mezarlar, Athena Tapınağı, Kybele Tapınağı ve amfi tiyatro bulunmuş.

Bu tarih kokan kasabada olmak, denize girmek ayrı bir keyif. Akşam sahilde dolaşmak, dondurma yemek, yol boyu eşe dosta rastlamak da çok hoş.

28 Ağustos 2025 Perşembe

Sabah erkenden denize girip, kahvaltımızı yaptıktan sonra, arkadaşımız Nergis’i de alarak, çevremizi tanıyalım gezisine çıkıyoruz. Nergis ile Foça’ya yerleştiğinden beri görüşememiştik.

İlk durağımız Foça ilçesine bağlı kırsal bir mahalle olan Kozbeyli köyü. Kozbeyli 1530 yılından beri aynı adı taşımaktaymış. Köyün Kuzubey adlı bir bey tarafından korsanlardan korunmak amacıyla, denizden görünmeyen bir tepeye kurulduğu söylenmekte. Buraya önce Türkler, daha sonra da Rumlar yerleşmiş. Aşağı mahallede Türkler, Yukarı mahallenin doğusuna da Rumlar yerleşmiş. 1924 mübadele anlaşmasına kadar iki millet bir arada kardeş kardeş yaşarken, mübadele sonrası Rumlar gitmiş, yerlerine de Limni’de, Selanik’ten gelen mübadiller yerleştirilmiş.

Arabamızı köy meydanında bırakarak, taş evlerin olduğu sokaklarda dolaşıyoruz. Yukarılara doğru çıkıyor, aşağıdaki manzarayı seyrediyoruz. Tepedeki caminin hizasındaki taş evin sahibi ile tanışıyoruz. Yüzyıllardır burada yaşamış bir ailenin ferdi ile konuşuyoruz. Yıllar evvel babası ve amcası İzmir’e gitmişler ve buralara bir daha da gelmemişler. Çocukların burada bir mülkleri olduğundan bile haberleri yokmuş.

Babasının ölmeden önce bizim Kozbeyli’de bir evimiz vardı demesinin de çok üzerinde durmamışlar. Son yıllarda merak edip gelmişler. Harap bir taş ev gerçekten var. Restore etmişler. Şato gibi bir bina, Yazları gelip kalıyorlarmış.  

Tek şerefeli caminin önünden geçiyoruz. Kitabesinde 1611 yılında inşasına başlandığı yazıyor. Aşağı doğru iniyoruz. Rum mahallesi olduğuna göre kilisede olmalı diye düşünüyoruz. Kilise yıkılmış taşları ilkokul yapımında kullanılmış.

Bir zamanlar köyün etrafı bağlarla kaplıymış ve bağbozumu şenlikleri yapılırmış, haliyle şarabı da ünlüymüş. Mübadeleden sonra bağlar sökülüp tütün ekilmiş. Tütüncülükte bittikten sonra Kozbeyli şimdilerde turizm ile ayağa kalkmaya çalışıyor.






Tekrar köyün kahvesi, köyün marketi ve de dibek kahvesi ile ünlü kafesiyle çevrelenmiş köy meydanına dönüyoruz. Kozbeyli, Kozbeyli dedikleri bumuymuş duygusuyla arabamıza biniyor, Yeni Foça’ya direksiyon kırıyoruz.

Yeni Foça’dan önce Gencelli sahil beldesinde geziniyoruz. Nergisler gençlik yıllarında yazları Gencelli’ye gelirlermiş. Geçmişi yad ederken, gidenlerimizi anarken, arabayı park ediyoruz. O esnada arabanın camı tıklatılıyor. Bir hanım lokma uzatıyor. Ölmüşlerinin ruhu için lokma döktürmüşler. Önce bir kase alıyoruz. O kadar güzel ki dayanamayıp iki kase daha alıyoruz. Tüm ölmüşlerin ruhu şad olsun.

Yeni Foça’da arabayı marinanın olduğu yere park ediyoruz. Çalışma hayatımın ilk yıllarında Yeni Foça sanayi bölgesiydi. Ağırlıklı olarak çelik fabrikaları vardı. O zamanki Çukurova Çelik’in sahibi olan Mehmet Bey, deniz kenarında bulunan birkaç taş evden en büyüğünü almış, restore edip buraya yerleşmeyi planlamıştı. Biz de o kadar parası var, boğazda yalı alıp otursa ya, buraya gelip ne yapacak diye hayret etmiştik. Daha sonra holding zora girmiş, fabrika ile birlikte bu koca evde elden çıkmıştı.

İlk işim o taş evi görmek oluyor. Yeni sahipleri evi restore etmişler ve otel olarak hizmete açmışlar. Çok da güzel olmuş. Sahil boyu yürüyoruz. Yeni Foça çok gelişmiş ve büyümüş. Eskisinden çok farklı, bambaşka bir sahil kasabası  gözlemliyoruz. Gezerken acıkmışız. Mine önceden yer ayırtmış. Buona Pizza’da karnımızı doyuruyor, yemekten sonra tekrar sahilde yürümeye devam ediyoruz. Dönüşte de  dondurma alıyoruz. Arabaya binmeden önce Marina’yı gezmeyi de ihmal etmiyoruz.  




 29 Ağustos 2025 Cuma

Bugün tekne gezisine gidiyoruz. Mine, Veysel Kaptan’ın teknesinden yer ayırtmış. Tekne öyle eller havaya yapılan gürültülü patırtılı teknelerden değil. Küçük ama insanın kendini, kendi teknesindeymiş gibi rahat hissettiği teknelerden. Bildiğimiz aile işletmesi.

Teknemiz Siren Kayalıklarından geçiyor. Burası hiçbir canlının yaşamadığı küçük adacıklar. Bir çeşit deniz üstü peri bacaları.  Kayalıklara adını veren  Sirenler, Yunan mitolojisinde kayalık ve boş adalarda yaşadıklarına inanılan, geniş  kanatları olan, güzel sesleri ile sürekli şarkılar söyleyen deniz tanrıçalarıymış.

Sirenlerden ilk kez Homer’in  Odysseia Destanı’nda bahsedilmiş. Buradan geçen denizciler sirenlerin söyledikleri şarkılardan, çaldıkları lir ve flütten yayılan seslerden büyülenerek gemilerini bilinçsizce kayalara doğru sürerlermiş. Gemileri parçalanır, denizcilerde sirenlere yem olurlarmış.

Bir başka rivayete göre de burada çokça bulunan foklar bu kayaların üzerinde güneşlenirlermiş.. Rüzgarın şiddetli estiği zamanlarda kayalardan garip uğultular işitilirmiş. Aylardır denizde olan gemiciler, fokları deniz kızı, rüzgarın kayalardaki yarattığı uğultuyu da onların şarkısı zannederlermiş. Rotayı kayalara doğru çevirince de kayaların su altında kalan kısmına çarparak batarlarmış. 

Nesilleri tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan Akdeniz fokları, Türkiye'nin ilk deniz koruma bölgesi olan burada güvenle yaşamaktaymışlar.



30 Ağustos 2025 Cumartesi

Bugün denize girdikten sonra ev keyfi yapalım istiyoruz. Akşama kadar, evde vakit geçiriyoruz. Akşam, Zafer Bayramı şerefine fener alayı varmış. Fener alayına katılmak üzere yürüyoruz. Yürüyüş vaktinden önce başlamış, Nergis’i arıyoruz. Gelmeyin, konser var, meydan çok kalabalık ben dönüyorum diyor. Nergis ile buluşup, Nergis’in deniz gören balkonunda keyif yapıyoruz.



31 Ağustos 2025 Pazar

Mine, sosyal konularda elini taşın altına koymaktan çekinmez. Bugün üyesi olduğu siyasi partinin belde delege seçimi  varmış. Sandık görevlisiymiş. Ben de İzmir’e dönmeye hazırlanırken, Nergis, bu gecede ben de kal, akşama çok seveceğin bir etkinlik var diyor.

Çantamı toplayıp, Nergis’e geçiyorum. Öğleden sonra, Nergis ile uzun zamandır rahatsız olan ortak arkadaşımızı ziyarete gidiyoruz. Arkadaşımız kale arkasındaki o çok sevdiği evinde bizi yatarak karşılıyor. O canlı, hayat dolu adamın böyle yatağa bağlanması, eşinin bakımına muhtaç olması ikimizin de içini acıtıyor. En kısa zamanda iyileşmesini ve yürüyebilmesini dileyerek evden ayrılıyoruz.

Foça meydanda kıyıda bir kalabalık var. Kıyıya demirlemiş, antik bir tekne gözüme çarpıyor. Geminin burnunda Uluburun II yazıyor. Aaaa bu bizim 360 Derece derneğinin aslına uygun olarak  inşa ettiği kayıktan hallice antik tekne. Kıyıdaki bankta Muallayı görüyorum, teknede de Sidar’ı. Yıllar olmuş görüşmeyeli. Ne hoş bir tesadüf oldu.

Uluburun replikası, Merkezi Urla’da olan 360 Derece TAD Deneysel Arkeoloji Uygulama Merkezi’nin,  360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği tarafından  1984’teki sualtı kazısından elde edilen bilgilerden ve ikonografilerden faydalanılarak, kavela-zıvana yöntemiyle İzmir-Urla’da inşa edildi. Tekne inşa edilirken gidip görmüştüm.

Uluburun 20.yüzyılın en önemli keşiflerinden. Şimdiye dek çıkarılmış olan dünyanın en eski gemisi. Geminin enkazı 1982 yılında, Antalya'nın Kaş ilçesinin 8.5 km güneydoğusunda, Uluburun önlerinde 45 m. derinlikte bulunmuş. Batığın kargosunda bulunan bakır, kalay, cam külçeleri ve diğer ürünlerden Afrikadan Sicilya'ya, Mezopotomya'dan kuzey Avrupa'ya değin dokuz ya da on farklı kültüre ait malzeme taşındığı sonucuna varılmış. Çıkarılan kabuk parçalarından geminin, geç Tunç Çağı’na ait olduğu anlaşılmış. Geminin yapıldığı sedir ağacının dendokronolojik tarihlemesine göre gemi, M.Ö 1.300’de batmış.

Nergis ile etkinliğin yapılacağı Reha Midilli Kültür Merkezi’ne gidiyoruz. Reha Midilli 1973-1980 yılları arasında Foça’da belediye başkanlığı yapmış, kentin muteber tüccarlarından. 2012 yılında vefat etmiş. Çocuğu olmadığı için varını yoğunu Foça’ya harcamış, Foçalıların gönlünde  hayır severliği ile  taht kurmuş. Okul, hastane, kültür merkezi, nereye baksanız onun ya da eşinin adını görmek mümkün.

Foça Barış Kadınları’nın düzenlediği etkinlik kokteyl ile başlıyor. Sonra salona geçip yerlerimizi alıyoruz. Uzun boylu bir bey, en önde yer bulamadığı için öfkeleniyor. “Zahmeti biz çekiyoruz, başkaları kaymağını yiyor” diye söyleniyor. Ben üçüncü sıradayım, yanımdaki boş yeri işaret ediyorum. İstemez gibisinden el hareketi ile arkaya doğru söylene söylene gidiyor.

 “Vicdanımızın Hatıra Defteri “ adlı belgesi izlemeye başlıyoruz. Film aslında 130 dakikaymış ama bize 50 dakikalık kısmı izletiliyor. Ege ve İstanbul ile ilgili bölümler seçilmiş. Genel yönetmeliğini Nebil Özgentürk, genel koordinatörlüğünü Umur Talu’nun yaptığı Tilbe Saran’ın seslendirdiği jenerik müziğini Kardeş Türküler’den Vedat Yıldırım’ın bestelediği belgeseli çok beğeniyorum.

Yunanistan’ın önemli yazarlarından Dido Sotiri’nin hikayesini kendinden dinlemek, “Kardeşim Zehra’yı öldürdükleri gibi önüme çıkan ilk Rum kızını öldüreceğim” diyen Üsteğmen Kemalettin’in   kardeşini arayan Rum kızı Agapi’ye yardım etmesinin   hikayesini duymak bizi duygudan duyguya sürüklüyor. Agapi’nin kardeşi ilerde Yunanistan’ın önemli yazarlarından İlias Venezis, oğlu da Yunanistan’ın bir dönem dışişleri bakanı olmuş.

Film bittikten sonra, Nebil Özgentürk ve Umur Talu sahneye çıkıyor, Belediye başkanı Saniye Bora Fıçı’ya teşekkür ediliyor, konuşmalar yapılıyor  soru cevap kısmına geçiliyor. Konuşma esnasında Nebil Özgentürk Ataol Behramoğlu’nun bir şiirini okuyor. Şiir bana çok tanıdık geliyor. Ataol Behramoğlu’da aramızdaymış. Çok heyecanlanıyorum. Seyircilere söz verildiğinde ben de söz istiyorum.

“ Benim gelinim Danimarkalı, gelinimin annesi de edebiyat profesörü. Emekli olmadan önce  Kopenhag Edebiyat Fakültesinde “Karşılaştırmalı Edebiyat” bölüm başkanlığı yaptı. O dönemde karşılaştırılan, Suriye Edebiyatıydı. Suriyeli edebiyatçıları Kopenhag’a davet ediyor, onlara seminer verdiriyor, kendisi de sık sık Şam’a gidiyordu.  Suriye’de savaş çıkınca, birazda bizim etkimizle  karşılaştırma için Türk Edebiyatı’nı seçti.

İlk davet edilen edebiyatçı ise Ataol Behramoğlu olmuş. Seminer sonunda yemek verilmiş. Oğlum ve gelinim de bir aylık oğullarını bebek arabasına koyarak yemeğe katılmışlar. Yemek sonunda Ataol Behramoğlu bebeğin yanına gelerek “Kimin Aslanı’ymış bu?” demiş. Oğlumda o Türk-Danimarka ortak yapımı adı da Aslan demiş. Ataol Behramoğlu’da biraz evvel Nebil Özgentürk okurken “Bana tanıdık geldi” dediğim şiiri okumuş. Oğlum” Anne, oğlumun kulağına kimse ezan okumadı ama Ataol Behramoğlu şiir okudu” demişti”

Herkes hikayemden çok etkileniyor. Yanıma gelerek duygularımı paylaşıyorlar. Ataol Behramoğlu’nun yanına gidiyorum. Hikayeyi hatırlıyor. Dünürümü soruyor, Aslan’ı soruyor. Çok hoş duygu dolu anlar yaşıyoruz. Hastalığı nedeniyle çok zayıflamış, halsiz düşmüş ama büyük usta gene de etkinliklere katılmaktan geri durmuyor.



Bu esnada salonda bir patırtı kopuyor. Ön sırada oturtulmadığı için sinirlenen adam elini sallaya sallaya bağırıp çağırmaya başlıyor. Efendim, neden Rumlardan, Ermenilerden bahsedilmiş de, doğuda olanlardan bahsedilmemiş. Sahnedekiler, filmin Ege temalı kısımlarını gösterdiklerini tamamında doğuda ki hikayelerinde olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Ama adamın derdi başka. Önde oturtulmamanın acısını sahnedekilere parmak sallayarak çıkarmaya çalışıyor. Hakaret etmeye başlıyor, Nebil Özgentürk ve Umur Talu da  sertleşiyorlar. Hava gerginleşiyor.  Adamı alıp birileri dışarı çıkarıyor. Güzelim etkinlik berbat oldu.Foça Barış Kadınları’nın çabaları gülsün. Bir avuç kadın, bebekler için, çocuklar için tüm insanlık için, barış diye çırpınıyorlar. Bir densiz, güzelim gecenin içine ediyor. Herkesin morali çok bozuluyor.

Dışarda kitap imzalarken bile insanlar yatışamamışlar, imza havasına girememişlerdi.  Nergis’e  içerde olay çıkaran adamı kastederek “Kimdi o?” diye soruyorum. DEM Parti yöneticilerindenmiş. Aman be  “Kürtten evliya, sokma avluya derler” deyiveriyorum.

 Neyse yazımı yukarıda konusu geçen büyük usta Ataol Behramoğlu’nun şiiri ile bitireyim.

Bebeklerin Ulusu Yok

İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu

Bebeklerin ulusu yok

Başlarını tutuşları aynı

Bakarken gözlerinde aynı merak

Ağlarken aynı seslerin tonu

 

Bebekler çiçeği insanlığımızın

Güllerin en hası, en goncası

Sarışın bir ışık parçası kimi

Kimi kapkara üzüm tanesi

 

Babalar çıkarmayın onları akıldan

Analar koruyun bebeklerinizi

Susturun susturun söyletmeyin

Savaştan yıkımdan söz ederse biri

 

Bırakalım sevdayla büyüsünler

Serpilip gelişsinler fidan gibi

Senin benim hiç kimsenin değil

Bütün bir yeryüzünündür onlar

Bütün insanlığın gözbebeği

 

İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu

Bebeklerin ulusu yok

Bebekler, çiçeği insanlığımızın

Ve geleceğimizin biricik umudu...

Feryal Bekdik- İzmir

Yorumlar

  1. Birlikte geçirdiğimiz güzel zamanları yine o akıcı kaleminle yazmışsın.Foca hakkında benim.bile bilmediğim bilgileri ve detayları bulmuşsun.Sen hep yaz Feryal'cim.Verdigin bilgiler ve detaylar çok degerli, okuması ayrı zevk.

    YanıtlaSil
  2. Kalemine sağlık Feryal ablacım.Keyifle okudum🌸

    YanıtlaSil
  3. Hüseyin CİMŞİT. Samsun'a da bekliyoruz kardeşim. Kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Güzel yazını okudum,kalemine sağlık, yüreği güzel ,oda arkadaşım,selamlar.

    YanıtlaSil
  5. Feryalciğim kalemine gönlüne sağlık…Belma

    YanıtlaSil
  6. Canım Feryalim yazılarını hep anneciğimle okurdum. Zamanında babacığımla çok gittikleri bir yerdi. Ama birde senin kaleminle yaşasaydı, ne güzel ifade etmiş her zamanki tadında deseydik!tiryakilerinden Perviz

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AL SANA İRAN

KASTAMONU THBT AĞA GEZİSİ MAYIS 2025

CEREN İLE ANKARA