ANKARA HAMAMÖNÜ VE HAMAMARKASI
ANKARA ÖNÜM ARKAM SAĞIM SOLUM SOBE (02.07.205)
ODTÜ İnşaat Bölümünden sınıf arkadaşlarım ile her ay
buluşmayı adet haline getirdik. Yeni yerler, değişik kültürler üzerine konuşmak
çok hoşumuza gidiyor. Filiz, “Arkadaşlar, Ankara’da ST Petersburg Meydanı var biliyormusunuz?”
deyince “Allah Allah öyle bir meydan mı varmış?” dedik. Hiçbirimiz duymamışız. Arkadaşımız, katıldığı bir Ankara gezisinde
gittiğini ve Rusların Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’da cepheden gelen
yaralıların tedavi edildiği bir hastane kurduğunu ve onun anısına bu meydanın
günümüze kadar geldiğini söyledi.
Leyla’ya söylediğimde, “Gidelim, zaten Hamamönü civarını
gezmek istiyorduk, bahaneyle meydanı da görürüz” dedi. Yanıma yoldaş bulunca
hemen program yaptım. Bölgedeki gidilecek yerleri çıkardım ve Leyla ile yola
revan olduk.
Öğlen tam 12:00 de Opera durağında buluşuyoruz. Daha sonra
353 nolu otobüse binerek altı durak sayıyoruz. Öğlen saati olduğu için
otobüsler tenha. Zekai Burak Hastane durağında iniyoruz. Karacabey hamamına
doğru yürüyoruz.
Karacabey Hamamı, Hamamönü ve Hamamarkası diye bölgenin
adlandırılmasına referans olan hamam. Talat paşa Bulvarı’nın bir tarafı
Hamamönü, diğer tarafı Hamamarkası. Biz gezimize hamamın kendisi ile
başlıyoruz.
Karacabey Külliyesi eski Ankara şehrinin kenarında,
Hacettepe yakınında 1440 yılında tamamlanmış, cami, türbe ve hamamdan oluşan
bir yerleşkeymiş. Hamamda bu külliyenin bir parçasıymış. Tarihi hamam,
II.Murat’ın Kadı Askeri olan Celallettin Karacabey İbn-i Abdullah tarafından
yaptırılmış.
Hamam 7/24 açık ve kadınlar ve erkekler kısmına iki ayrı
kapıdan giriliyor. Biz yan taraftaki kadınlar kısmından giriyoruz. Günlük yıkanmanın
dışında, gelin hamamı, kına gecesi gibi aktivitelerde yapılıyormuş. Üst katın
korkuluklarına yıkanmış peştamallar asılmış. Valla bir gün gelip kese köpük
yaptırmalı. Giriş 400 TL, kese köpük 200 TL aklımızda bulunsun. İçerde soğukluk
kısmında resim çekmemize de izin veriyorlar.
Hamamdan çıktıktan sonra Hamamarkası sokağını takip ederek Ankara Mevlevihanesi’ne gidiyoruz. Tekkenin kapısı kapalı, kapıyı çalınca bir görevli hanım, tadilat nedeniyle kapalı olduklarını söylüyor. Hiç olmazsa bahçeden, binanın dışını görmek istiyoruz. İçeriye buyur ediliyoruz.
Ankara Mevlevihanesi'nin tarihi, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar
uzanmaktaymış. 14. yüzyılda Mevlana Celaleddin Rumi'nin ölümünden
sonra, onun öğretilerini sürdüren Mevlevi tarikatı, birçok şehirde tekke ve dergahlar
kurmuş. Ankara Mevlevihanesi de bu geleneğin bir parçası olarak 17.yüzyılda inşa
edilmiş.
Mevlevihanesi'nin mimarisi,
geleneksel Osmanlı mimarisinin etkileyici bir örneğiymiş. Bahçesinde Mevlevi şeyhlerinin ve
dervişlerinin türbeleri var. Mezarlık bölümü, tarikata hizmet etmiş önemli
kişiliklerin kabristanını içeriyormuş. Mezarlardan birinde “Çiçekçioğlu Camii’ni
Yaptıran zatın kabri” diye yazıyor. Bahçe tam bir kedi cenneti. Minnoş minnoş
güneşleniyorlar.
Çiçeklioğlu camiinin önünden geçiyoruz. Sokaklardaki binaların hemen hepsi restore edilmiş. Ahşap kapılarının, kapı tokmaklarının resmini çekiyoruz. Leyla’ya üstteki tokmaklar erkekler, altta ki tokmaklar kadınlar için diye izahat verirken, camdan evin sakini,” Evet doğru söylüyorsunuz” diye laf atıyor. Etraftaki binalar çoğunlukla milliyetçi vakıfların, derneklerin tabelasını taşıyor, birkaç da iş yeri tabelası var. Ev olarak kullananlara pek rahat vermiyorlarmış. Evin sahibi bu konuda çok dertli.
Son cemaat yeri geniş ahşap saçaklı ve tavanlı cami ilgimi çekiyor. Ahşap saçak, altı ahşap direğe taşıtılmış. Direklerin tepesinde zengin profilli ahşap yastıklar var. Telli Hacı Halis Camii1769 yılına tarihleniyor. İçerisi nasıl sade, nasıl güzel. İşte camii dediğin böyle olmalı. Şatafattan, insanın dikkatine dağıtacak süsten uzak sade ve sevimli bir cami.
Bir diğer sokakta Kuran’ın surelerinden esinlenilerek yapılmış duvar panoları var. Neredeyse panoların boyutları kadar açıklama panoları yazılmış.
Restore edilen binalardan biri de Altındağ
Belediyesi Nikah Salonu olarak kullanılıyor. Yakınındaki konakta da “Kına
Konağı” diye tabela var.
Gezimize ilham veren St Petersburg Maydanı’nı etrafta kime sorsak, kimse bilmiyor. Hamamarkası sokak ile İnci Sokağı’nın kesiştiği yerde bomboş bir alan görüyoruz. Alanın köşesinde yamuk bir taş var. Üzerinde Türkçe ve Rusça St Petersburg Meydanı yazmasa buranın o meydan olduğunu kimse anlamaz.
Sovyetler Birliği,1920 yılında Kurtuluş
Savaşı döneminde Ankara’ya elçi göndermiş. Elçi Aralov, görevi süresince Hamamarkası’nda bir eve yerleşmiş ve burayı
aynı zamanda sefarethane olarak
kullanmış. Hatta çevresindeki binalar da
kamulaştırılarak elçiliğe geniş bir alan kazandırılmış. Ruslar burada bir hastane yapmışlar ve
cepheden gelen yaralı askerlerimiz tedavi etmişler.
Elçilik
binası, çevresindeki 21 ev, bir cami ve bir dükkân ile birlikte 15 Ağustos 1922
gecesi yanmış. Yapılan incelemede, yangının, yere benzin dökülmek suretiyle
çıkarıldığı anlaşılmış. Anlaşılan birileri, o yıllardaki Sovyetler ile olan yakınlaşmamızdan
pek hoşlanmamışlar.
Ardından, Sovyet elçiliği, şimdi St
Petersburg adı verilen meydanın arkasındaki eski Ankara Belediye Başkanlarından
Mavazade (Mavioğlu) Tevfik Bey’in konağına yerleşmiş ve bugün, Atatürk Bulvarı
üzerindeki elçilik binasına yerleştiği 1927 yılına kadar burada çalışmış. Bu
bina şimdi, Türk-Rus Dostluk Evi olarak müze ev olarak kullanılmaktaymış.
2014 yılında dostluğun anısına Altındağ belediyesi tarafından meydan
düzenlenmiş ve hatta 2016 yılında öldürülen Rus büyükelçisi Andrey Karlov
açılışta bir konuşma yapmış ve “Artık
Türkiye’nin kalbi olan Ankara’da, Rusya’nın kültür kalbi olan St Petersburg’un
bir parçası olacak.” demiş. Devri daim olsun.
Tekrar Karacabey Hamamı’nın önündeki
Talat Paşa Bulvarı’nın çıkıyor ve karşıya geçiyoruz. Hamamönü tarafını gezmeye
başlıyoruz. Karşıya geçtiğimizde bir meydan görüyoruz. Meydanda İstiklal
Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’un heykeli ve Saat Kulesi var.
Hamamönü Saat Kulesi, 1900'lü yılların başında inşa edilmiş.
Kulenin yapım amacı, o dönemde gelişmekte olan Ankara'da halkın zamanı takip
etmesine yardımcı olmakmış. Dönemin belediye başkanı veya ileri gelenlerinden
biri tarafından yaptırıldığı düşünülmekteyse de, kule hakkında kesin bir bilgi
bulunmamaktaymış.
Hamamönü Saat Kulesi, tipik bir Osmanlı saat kulesi mimarisine
sahip. Taş ve tuğla kullanılarak inşa edilen kule, kare planlı bir tabana sahip
ve yukarıya doğru daralan bir yapıda Kulenin üzerinde, dört tarafında da saat
bulunan bir bölüm var. Saatin kendisi mekanik bir yapıya sahipmiş. Düzenli
olarak bakımı yapıldığı söylense de saat bir saat ileriyi gösteriyor.
Yorulmuşuz, meydandaki kafelerden birine oturarak dondurma yiyoruz. Moladan sonra, Sarıkadı Sokağı boyunca yürüyoruz. Sokak da kafeleri hediyelik eşya satan dükkanlar var. Tarihi evlerin hepsi burada da restore edilmiş. Altındağ Belediyesi, binalardan bazılarının içini “El Ürünleri Pazarı” olarak kadınların takı, yelek, el örgü çanta vs sattıkları mekanlara dönüştürmüş.
“Yeşilçam Turkuaz Bahçe” diye bir kafe restoran ilgimizi
çekiyor. Kapısında Adile Naşit’in elinde kahveci tepsisiyle çay taşıdığı Hafize
Ana tiplemesi ile Sadri Alışık’ın Turist Ömer’i bizi karşılıyor. İçerisi
Yeşilçam Müzesi gibi. Tuvalet kapılarına herifler ve avratlar diye yazarak
cinsiyet belirtmişler. Herifler yazan kapıda
ünlü bir şarkıcımızın erkek hali, diğerinde de kadın halinin fotoğrafı var.
Ayşen Gruda’nın posterinin üzerinde kim bilir hangi filmde
kullandığı bir replik yazılmış. ”İdealim yok, televizyonun taksiti bitsin,
inşallah onu da alacağız”. Mekanı görme uğruna hiç acıkmamışken, çayla gözleme
söylüyoruz.
Müze-Kütüphane restore edilen iki katlı evlerden birinde.
Kütüphanede Ersoy'un eserleri ve onun hakkında yazılmış kitapların da
aralarında olduğu 7.000'e yakın kitap ve 100 süreli yayın bulunmaktaymış. Arşiv,
Ankara ve çevresinin tanınmış yazarlarına ithaf edilmiş. Koleksiyonda Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale Savaşları ve Türk Kurtuluş Savaşı'nı anlatan kitaplar, da yer almakta.
Müzenin
giriş katında edebiyatla ilgili süreli yayınların yanı sıra ödüllü edebiyat
eserleri ve yazar imzalı kitaplar da sergilenmekte. Burada Mehmet Âkif Ersoy'un hayatına ve
eserlerine ayrılan, şahsi eşyalarının da sergilendiği özel bir bölüm yer
almakta. Üst katta Vedat Türk Ali, Ahmet Ümit, Buket Uzuner gözümüze
çarpanlar. Bir diğer odada ise İşbankasının yayınladığı Hasan Ali Yücel
Çevirileri tam set olarak yer almakta.
Sarıkadı Sokaktan, paralelindeki Mehmet Akif Ersoy sokağına geçiyoruz. Tacettin Sultan Camii ve Dergahı’na giriyoruz. Önce bahçedeki Mehmet Akif Ersoy Kültür Evi’ne giriyoruz. Burası Mehmet Akif Ersoy’un, İstiklal Marşı’nı yazdığı evmiş. Şairin iki arkadaşı ile sedirde oturmuş balmumu heykeli var.
Bodrum
katta ki odaları gezerken, hoparlörden hafif bir sesle “Çanakkale Şehitleri” şiiri okunuyor. Anne
babası ile müzeyi gezmeye gelmiş yedi sekiz yaşında kız çocuğu şiiri ezberinden
okuyarak hoparlördeki sese eşlik ediyor. Kız çocuğunu gözlerimiz yaşararak
dinliyoruz. Ann ve babasına övgüler yağdırıyoruz.
Kapıdan
çıkarken bizi şairin “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın”
sözü ve Türk Bayraklı resmi uğurluyor. Ruhu şad olsun.
.jpeg)
Camii ve türbe yan yana. Türbede Tacettin Sultan’ın ve oğlunun sandukaları var. Dergahın haziresinde dergahın müritlerinin yanı sıra, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve birkaç siyasetçinin daha mezarı göze çarpmakta.
Tacettin
Degahı’ndan sonra tekrar Saat Kulesi’nin olduğu meydana çıkıyoruz. Hamamönü
turumuzu bitiriyoruz. Karşı tarafa geçerek Talatpaşa Bulvarı boyunca yürüyor ve
Hamamarkası Halk Meydanı’nda fotoğraf çekiyoruz. Meydanın caddeye bakan
köşesinde bir çeşme var. Çeşme ile ilgili bir bilgi yok.

Meydana bakan "Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi"’ne gidiyoruz. Bahçeye açılan kapıdan girerek müze binasının kapısına varıyoruz. Bizi genç bir delikanlı karşılıyor. Kişi başı 50 TL ödüyoruz. Delikanlı müzede bize rehberlik edeceğini söylüyor.
Gazi
Üniversitesi Türk Halkbilimi öğretim üyelerinin özverili çalışmaları
ve Ankara Kalkınma Ajansı’nın maddi katkıları sonucu 15 Haziran 2013
tarihinde açılan Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi, kendi alanında
Türkiye’nin ilk müzesiymiş. Bize rehberlik eden genç kardeşimiz Batuhan
Çakıroğlu’da Türk Halk Bilimi bölümü mezunuymuş.
Batuhan
bize UNESCO’nun “Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi” hakkında bilgi veriyor.
Bu liste beş ana başlıktan oluşuyormuş
1-
Sözlü Anlatım: Masallar, efsaneler
2-
Gösteri Sanatları: Karagöz, Orta Oyunu, Meddahlık
3-
El Sanatları: Çini, seramik, halı, kilim
4-
Doğa ve Evren: Hıdırellez, Festivaller vs
5-
Toplumsal Uygulamalar: Kahve geleneği, misafirperverlik
Müze,
Gösteri Sanatları Atölyesi, El Sanatları Atölyesi, Mutfak, Muhabbet Odası,
Gelin Odası, Masal Odası ve Oyun Odası ile beş başlığın dördü ile uyum
sağlamış.
Rehberimiz
önce Karagöz ve Hacivat, orta oyunu, meddahlık ve tuluat hakkında bilgi
veriyor. Hay hak diye başlayıp, sürç-ü lisan ettiysek af ola ile biten gölge
oyunu bizi çocukluğumuza götürüyor.
El
sanatları bölümünde ebru yapımı ve baskı tekniği hakkında bilgi veriliyor. Ebru
sanatının özelliği hiçbir eser diğerinin aynı değilmiş, hepsi eşsiz. Ebru
fırçası, erkek atın kılından yapılıyormuş, sapı da gül ağacındanmış. Üzerindeki
motifler için kullanılan aletlerde motife göre değişiyormuş. Tarak, biiz diye
farklı aletler var. Ebru için suyun içine atılan kitre önemliymiş.
Baskı
kısmında ise, baskı figürlerinin ne anlama geldiği anlatılıyor. Eli belinde
kadın,gelinin çektiği kaynana kahrını, karanfil,ölümü kederi, gül,sevgiyi
simgeliyormuş. Baskı için ıhlamur ağacı kullanılıyormuş. O kadar hafif ki,
elimizde var mı yok mu belli değil. Duvarda üzerlikten yapılma nazarlıklar var.
Üzerlik mezarlık bitkisiymiş.
Kahve odasının ortasında mangal var. Kahve o zamanlar nadir bulunan bir ikramlıkmış. O nedenle hatırlı misafirlere ikram edilirmiş. "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var" deyimi de buradan gelmekteymiş.
Mutfak kısmında reçeller, yufkalar, dizim dizim dizilmiş. Gelin odasında, çeyiz çakımı, lohusaya alkarısından korumak için bağlanan kırmızı baş örtüsü, bebeği sarılıktan korumak için üzerine örtülen sarı örtü, kısmet açma kilidi, yani şaman geleneğinden günümüze kadar gelmiş, sosyal hafızamıza nakış nakış işlenmiş her şeyi bir arada görmek mümkün. Tembel avrat dolabı bile var. Gelinin ya da kocasının zırt pırt alt kattan isteyebileceklerini, gelin in-çık yapmamak için bu dolapta hazır tutarmış.
Türk Halk Bilimi, şimdiler de Hacı Bayram Veli Üniversite’sinin çatısı altında devam etmekteymiş. Batuhan’da yüksek lisansını bu üniversite de yapmış. Cumartesi günü bahçede aşure kaynatılacakmış. Gelirsek çok sevineceğini söylüyor. Müzeden çok memnun ayrılıyoruz. Şimdiye kadar gelmediğimize hayıflanıyoruz. Bir de THBT’li olacağız.
Cadde üzerinde Afrika kültür Evi yazan tabela görüyoruz. İçeri girince buranın Afrika El Sanatları dükkanı olduğunu görüyoruz. Cibuti’den, Senegal’den, Fildişi’nden gelen kolye, küpe, tablo, minder ne ararsan var. Hediyelik eşya seçerken farklı bir şey arandığından aklımızda bulunsun.
Gökyay Vakfı Satranç Müzesi’ne gidiyoruz. Burası Akın Gökyay’ın 1975 yılında toplamaya başladığı Türkiye’deki tescilli, ilk ve tek satranç koleksiyonuymuş. 2012 yılında 412 satranç takımına ulaştığında Guinness Rekorlar Kitabına girmiş. Bugün 719 satranç takımına ulaşmış.
Dünyanın
dört bir yanından 110 ülkeden temin edilen satranç takımlarında kültürel
olaylar, tarihsel olaylar, özel tasarımlar ne ararsan var. Harry Potter,
Asteriks, Şirinler, Yüzüklerin Efendisi derken gezerken bir müddet sonra
algılayamıyorsun. Daha sonra bilgisayarda uzun uzun incelerim diyerek sadece
fotoğraf çekip geçmeye başlıyorum.
Koleksiyonda
ahşap, metal, balık kemiği, mermer, sabuntaşı, keçe, polyester ve mermer tozu
karışımından oluşan metal, sac ve döküm satranç takımlarına kadar çok sayıda
materyalden üretilen satranç takımları yer alıyor. Akın Gökyay, koleksiyon için
satranç takımlarını seçerken malzemeden daha çok, satranç takımının mensup
olduğu bölgenin kültürünü yansıtacak bir özelliği olmasına önem vermiş.
Akın
Gökyay babasının fotoğrafının altına, “Bir Minnet Borcu” başlığı ile “Beni annem
Meliha Gökyay ile birlikte eğitip, topluma yararlı, dürüst ve ülkesini çok
seven bir insan olarak yetişmemi sağlayan, fevkalade başarılı ve bilgili bir
cebir-geometri emekli öğretmeni, iyi bir satranç oyuncusu olan, bana satrancı öğreten ve
sevdiren kendisine karşı her zaman şükran duyguları ile dolu olduğum babam ve
önderim emekli Milli Eğitim Bakanlığı
müfettişlerinden müteveffa Mehmet
Gökyay’ın aziz hatırası önünde şükranla eğilirim” diye yazmış. Fotoğrafın
etrafına da cebir geometri kitapları konulmuş.
Müzede
hem Türkçe hem de İngilizce olarak satrancın tarihçesi de anlatılmış. MS 100
ile 200 yılları arasına tarihlenen
buluntularda, satranç taşına benzer taşlar, Kuşhan Devleti başkenti
Dervazintepe’de bulunmuş. Tarafsız kaynaklar satrancın, Hindistan’a Kuşhan
Türkleri tarafından getirildiğini belirtmişler. Satrançla ilgili ilk yazılı
belgeler, Hint Hükümdarı II.Chandragupta zamanında ve “Chaturanga” adlı
Sanskritçe oyunda rastlanmış (MS 380).
MS
531-579 yılları arası hükümdarlık yapan İran Şahı I.Hüsrev’e satranç takımı
hediye edilmiş ve oyun “Çatrank” adını almış. MS 600 yılında Hindistan’ın
Pencap bölgesinde oyunun kuralları son halini almış. Aynı yıl Araplar’ın İran’ı
istila etmesi ile oyun Arap ve İslam dünyasında kabul görmüş ve adı “Satranj”
olarak değişikliğe uğramış. Yine bu yıllarda satranç, Çin’de “Sat-RanÇu” adıyla
oynanmaya başlamış.
İlk
satranç taşları Afrasiyap’da, ilk satranç takımı ise Nişapur Türkistan’da
bulunmuş. Satranç, Emevi Devleti döneminde İspanya’ya taşınmış ve İspanya
üzerinden tüm Avrupa’ya yayılmış.
Arnavutluk
taşına istinaden Bizans üzerinden yayıldığına dair tahminler de vardır. Kaynaklar
Avrupa’da ki ilk satranç takımının Halife Harun Reşit tarafından Fransa Kralı
Charlemange’ye hediye edilen satranç takımı olduğunu kaydetmekteymiş. Avrupa’da
soylular arasında çok popüler bir oyun haline geldiğinde “Kraliyet Oyunu”
Olarak anılmaya başlamış. Arap ve Avrupa el yazmalarının ardından İspanyol
Lucena’nın ilk basılı satranç kitabında
satrancın o zamanki yeni ve bugün kabul gören kuralları açıklanmış.
19.yüzyıla
gelindiğinde, Anderssen, Morphy, Rubistein ve Steinitz gibi güçlü oyuncuların
katıldığı satranç turnuvaları düzenlenmeye başlamış. İlk resmi Dünya Satranç
Şampiyonu, Wilhelm Steinitz olmuş ve satrancın sistematik oynama kavramının da
babası kabul ediliyormuş.
Satranç
Müzesi’nden sonra Gözcü sokaktan kaleye doğru çıkan yokuştan tırmanıyoruz.
Sağdaki Asker sokaktan girdiğimizde. Ahi Şerafettin (Aslanhane) Camii’ne
varıyoruz.
Ahi Şerafettin (Arslanhane) Camisi Anadolu’nun Orta Çağ
Dönemi Ahşap Hipostil Camileri (Düz ahşap tavanın, mukarnaslı veya devşirme
sütun başlıklı ahşap direkler tarafından taşındığı benzersiz bir ahşap yapı sisteminde inşa edilen camiler) olarak
2023 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kaydedilen beş camiden biri.
Listedeki diğer camiler Afyonkarahisar’daki Ulu Cami, Eskişehir’deki Sivrihisar Ulu Cami, ve Konya’daki Eşrefoğlu Camisi ve Kastamonu, Kasaba köyündeki Mahmut Bey Camisi .
Camii Anadolu Selçukluları döneminde, caminin
kitabesinde yazıldığı üzere 1289-1290 yılları arasında, Ahi
Hüsameddin ve kardeşi Ahi Hasaneddin tarafından inşa ettirilmiş.
Kitabede adı geçen iki kardeş, caminin yakınında türbesi bulunan Ahî
Şerafeddin'in babası ile amcasıymış.
Camiinin gövdesi moloz taş kullanılarak inşa edilmiş.
Kuzeyde ki taç kapının süslemesi mermerden mukarnas stili oyularak yapılmış.
Köşesinde bulunan kalın yuvarlak gövdeli minare, sekiz köşeli bir kaide
üzerinde yükseliyor. Kaide, Roma ve Bizans döneminden devşirme malzemelerle
birlikte moloz taş ile minarenin gövde kısmı ise, patlıcan moru ve firuze
renkli çinilerle ve tuğla ile örülmüş.
Camiye
batı kapısından giriyoruz. Kapıda
süsleme olarak minarede olduğu gibi patlıcan moru ve firuze renkli çiniler
ve tuğla kullanılmış.
Cami,
kıble duvarına dikey dört sıra halindeki 24 ahşap sütunla beş sahna ayrılmış.
Orta sahın yan sahınlardan daha geniş ve yüksek. Ahşap sütunların bitiminde Roma dönemine ait devşirme taş sütun başlıkları var ve ahşap
tavan bu sütün başlıkları üzerine oturtulmuş.
Tavan, ahşap konsol ve kirişlerle düz olarak yapılmış ve
üzeri kiremitle örtülmüş. Rengarenk mozaik çinilerle kaplı mihrap,
Anadolu'daki Selçuklu mihraplarının en güzellerinden kabul
edilmekteymiş. Mihrabın süslemesinde alçı da kullanılmış.
Caminin minberi, Selçuklu devrinin tipik
özelliklerini yansıtan, ceviz ağacından yapılmış orta boy bir minber.
"Kündekâri minber" (Kündekarinin amacı altıgen, beşgen, yıldız gibi
çeşitli geometrik şekillerde kesilerek birbirine kenetlenmiş küçük ahşap parçaları
kullanarak düz yüzeyler oluşturmakmış) devrinin en başarılı örnekleri arasında
gösterilmekteymiş.
Evvelce önünde ve etrafında pek çok
arslan heykeli bulunduğu için halk arasında Arslanhane Camii olarak da anılan
camii, birçok onarımdan geçmiş. En son
2010- 2013 yılları arasında Vakıflar tarafından restore edilmiş.
Camiye girdiğimizde yorgunluktan
ölüyorduk. Ne hikmetse camiinin içinde yorgunluğumuzdan eser kalmadı. En çok
buna hayret ettik.
Camiyi gezdikten sonra, Gramofon Kafe’de limonata pasta molası veriyoruz. Beş yıl öncede aynı yerde mola vermiştik. Tüm dükkanlar kapanmaya başlıyor. Akşam oldu neredeyse. Yokuş aşağı iniyor ve bir taksiye biniyor, Opera’da iniyor, başladığımız yere geri dönmüş oluyoruz.
Feryal Bekdik- Ankara
Kalemine, zihnine, kamerana sağlık., çok keyifli gündü. Üzerinde düşünüp, üzüldüğümüz noktalar da oldu, kritik yaptık, sonra yine de gülümseyebildik. LeylaK
YanıtlaSilCanım Ankaramı ne güzel anlatmışsınız. Teşekkürler
YanıtlaSilYazınızı okuduktan sonra, anlattığınız rotayı adeta gezmiş oldum. Anlatımınız mükemmel. Arkadaşlarımla, bu rotayı gezmeye karar verdim. Kaleminiz hep yazdın. Saplıcakla kalın.
YanıtlaSilHer Ankara'lının gezmesi gereken yerleri çok ayrıntılı, dikkatli ve zevkli anlatmışsın. Ben de yararlandım. Ayağına, eline, sağlık.
YanıtlaSilAnkara'nın kalbini yine güzel ve dikkatli, bilgilendirici satırlarınla anlatmışsın. Eline, diline, ayağına sağlık.
YanıtlaSilBurada yazılan bilgilerin çoğu yalan ve yanlış bu bilgileri Bakkaldan almışlar Elçilik Binası Mavalar Konağı yok yıkıldı Hastane olarak kullanılan bina inci sokak içinde hele Çakma saat kulesi yalanı gülmemek elde değil Veysel Tiryakinin Uydurması keşke Bilgi sahibi olan Gerçek Ankaralıdan bilgi alınsaydı.
YanıtlaSil