SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ VE GORDION 10.05.2025
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ 22 GÜN 22 GECE devam
10.05.2025
Geçen yıl
20.04.2025 tarihinde ODTÜ İnşaat Mühendisliği’nden sınıf arkadaşlarımla
birlikte yaptığımız gezinin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti. Bu geziden arkadaşımız Filiz’in eşi, Turgut Sarıfakioğlu
o kadar etkilendi ki kısa adı SakaryaMM olan Sakarya Meydan Muharebesi Alanı
Şehit Siperlikleri Araştırma ve Koruma Eğitim Derneğinin kurulmasına öncülük
etti. Dernek olarak yeni şehitlikleri bulmaya ve şehitliklerin üzerindeki taş ocağı,
enerji inşaatları ne varsa hepsine dava açmaya ve bu alanın milli park olması
için mücadeleye başladılar.
Gezinin geçen
yılki kısmında ağırlıklı olarak Haymana Bölgesini gezmiştik. Geriye kalan
Polatlı civarındaki yerler için kavilleştik. Hakan sağ olsun, Kadim Albay ile
temas etti, otobüsü ayarladı, katılacak gruplara haber saldı. Sonunda bir
otobüsü dolduracak sayıda tarih ve gezi
meraklısı ODTÜ Vişnelik’te buluştuk.
Gezimizin ilk
durağı Alagöz Karargah Müzesi. Daha önceki gezimizden, ordumuzun
Kütahya-Eskişehir Muharebelerini kaybedince ordunun geriye kalanının
kurtulması için Sakarya Nehri’nin
doğusuna çekildiğini, ordumuz yarı yarıya erimişken, paramız ve zamanımız
yokken, Mustafa Kemal Paşa’nın umut olduğunu, 5 Ağustos 1921’de Büyük Millet
Meclisi’nden başkomutanlık yetkisini alarak, Tekalifi Milliye adı verilen on
emir yayınlayarak halktan mal varlığının yüzde kırkını orduya vermesini ve
evlerindeki gazilerin silah altına alınmasını istediğini hatırlıyoruz.
Başkomutanlık yetkisi de üç aylık verilmiş ha. Gerçi daha sonra uzatılmış ama,Meclisteki
tartışmaları unutmamak gerekir.
Ortada hiçbir
şey yokken Meclis hükümeti kuruluyor, millet işin içine dahil ediliyor ve ordu
kuruluyor. Nasıl günlerden geçmişiz yarabbi?
26 Ağustos 2021’de Türbetepe düştüğünde Gazi Mustafa Kemal’in
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır o satıh bütün vatandır” diye
başlayan emrini de hatırlıyoruz.
İşte
bu Alagöz Karargahı, Eskişehir- Kütahya Muharebelerini kaybedildiğinde
ordumuzun Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildiği sırada Başkomutan Mustafa
Kemal’in ve Batı Cephesi Komutanlığının karargahı olan çiftlik. Çiftlik, Alagöz
köyü halkından Türkoğlu Ali Ağa’nınmış. 23 Ağustos-13 Eylül Tarihleri arasında
aralıksız devam eden savaşın büyük bir bölümü bu binadan yönetilmiş.
Albay
Kadim Koç, bizi evin kapısında karşılıyor
ve o güzel üslubu ile anlatmaya başlıyor. Ev 1965 yılına kadar Türkoğlu
ailesi tarafından kullanılmış, Daha sonra bina Milli Eğitim Bakanlığına
bağışlanmış. Günümüzde müze olarak kullanılan binanın yönetimi Anıtkabir Komutanlığına devredilmiş.
Bina iki katlı,
aşağıda ki sofanın sol tarafında muhabere odası, mutfak ve zabitan yemek odası,
sağ tarafında giysi ve sağlık odası var. Muhabere odasında ki masanın üzerinde
telsiz ve telgraf makinası göze çarpıyor. Üst katta, sol tarafta Mustafa
Kemal’in yemek ve yatak odası ile yaverler odası, ortada dinlenme odası, sağ
tarafta ise Kurmay heyeti odası ile başkomutanlık odası var. Ön tarafta ki
cumbaya çıkıyorum, Hakan’a “Burada durmuş sigarasından böyle bir nefes çekmiş
midir?” diye soruyorum. “Çekmiştir” valla diyor. “Hem de kafasından neler neler
geçerken, ileriye bile bakmıştır”.
Kadim Albay “Halide
Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” kitabında Alagöz karargahı detaylarını
bulabilirsiniz” diyor. Evin ön cephesinde tavus kuşu figürü var. Bolluk bereket
simgesiymiş.
Mustafa Kemal, savaş tüm hızıyla sürerken,
Alagöz Karargahı’ndan 9 Eylül 1921 günü ayrılarak, Malıköy Tren İstasyonu’na gelmiş ve buradan
trenle Polatlı’ya geçmiş. Ondan sonra savaşı Zafer Tepe’den yönetmiş. Biz de otobüse binerek, Malıköy Tren
İstasyonu’na gidiyoruz. Burası 2008 yılında Genel Kurmay Başkanlığı ve
Ulaştırma Bakanlığı TCDD iş birliği ile müze haline getirilmiş.
O zamanlar bu
istasyon, Berlin- Bağdat hattı üzerindeymiş. İnebolu’dan kağnılarla gelen
malzeme, daha sonra tren ile cepheye ulaştırılmış. O nedenle Malıköy lojistik
merkezi olmuş. Burası aynı zamanda yaralıların Ankara’ya taşındığı istasyonmuş.
Bahçede iki
adet uçak var. Sakarya savaşında Yunanlılarda 18 uçak olmasına rağmen biz de iki,
evet sadece iki uçak varmış. Günlük 2 Ton yakıt kullanacak kadar uçuş
yapabiliyormuşuz. Uçakların ineceği pist ise, askerlerin topukları ile
düzlediği bir alandan ibaretmiş.
Yokluğun gözü kör olsun.
Uçaklarda önde
pilot bölümü, arkada makineli tüfek ile ateş eden subayın oturduğu bölme var.
Uçaklardan bahsederken havacılık tarihimizin
kahramanlarından söz etmek
gerekiyor.
Bunlardan ilki
Türk havacılık tarihinin önemli isimlerinden döneme sessizce katkıda bulunan ve
zamanla unutulan kahramanlardan Erzurumlu Nafiz Kotan.
Nafiz Bey, işgal edilen İstanbul’da
bulunan mal varlığını satarak Anadolu’ya geçmiş ve Millî Mücadele’nin en önemli
mali destekçilerinden birisi olmuş. Nafiz Bey, Ankara’ya geldiğinde varlığını
burada ki Osmanlı Bankasına yatırmış ve ilgili bankaya, bu paradan Mustafa
Kemal Paşa’nın istediği kadar çekip kullanabileceği yönünde talimat vermiş. Söz
konusu durum Mustafa Kemal Paşa’ya intikal ettiğinde, Paşa çok duygulanmış ve
Nafiz Bey ile görüşerek kendisine niçin böyle bir şeye ihtiyaç duyduğunu
sormuş. Nafiz Bey; “memleket kurtulursa herkesin kurtulacağı, fakat Allah
korusun bir felaket olur memleket kaybedilirse kendi servetinin hiçbir
değerinin olmayacağı” yönünde anlamlı bir cevap vermiş. Müteakiben Mustafa
Kemal Paşa’ya ne zaman ne miktar isterse paradan çekip kullanabileceğini
söylemiş.
Türk İstiklal Harbinde, Yunanlılara
karşı mücadele edilirken ordunun iğneden ipliğe kadar her şeye ihtiyacı varken,
Milli Mücadele’nin bu zorlu günlerinde Yunanlılar 98 uçakla Türk ordusuna
taarruz edip ciddi zayiat yaşatırken, Türklerin en acil ihtiyaçlarından birinin
uçak olduğu açıkça görülmekte. Döneme genel olarak bakıldığında; Türkiye Büyük
Millet Meclisi Hükümeti ciddi mali sıkıntılar yaşadığı gibi uçak satın alma
konusunda da oldukça güçlük çekmekte. Para bulunsa dahi uçak satacak ülke
bulmak çok zor. Anadolu ciddi bir abluka altında. İşte böylesi zorlu bir
dönemde Nafiz Bey, daha önceden kurduğu ticari ilişkiler sayesinde ve bizzat
kendi parasıyla, İtalyanlardan Fiat R2 ve Breguet XIV A2 uçaklarından dört adet
satın alarak orduya bağışlamış. Nafiz Bey’in orduya bağışladığı uçaklar
Erzurumlu Nafiz -1, Erzurumlu Nafiz -2, Erzurumlu Nafiz -3, Erzurumlu Nafiz -4
şeklinde isimlendirilmişler.
Nafiz Bey’in alıp orduya hediye ettiği
uçaklar bu zor zamanlarda Yunanlılara karşı önemli görevler ifa etmiş ve onun,
düşman üzerine bomba atan pilotları yer yer ödüllendirdiğine de şahit olunmuş.
Pilot Vecihi Hürkuş, Rasıt Teğmen Avni
Okar ve Yüzbaşı Zeki Doğan hatıralarında Nafiz Bey’in aldığı uçaklardan
bahsetmekteymiş. Yine bu bağlamda Cumhuriyet döneminin ilk Hava Kuvvetleri
Müsteşarı Orgeneral Muzaffer Ergüder de hatıralarında konu hakkında şunları
yazmaktaymış: “Tayyare adlarından bahsederken koca yürekli, zengin gönüllü,
asil bir Türkün adını saygıyla anmak görevimdir. Erzurumlu Nafiz Bey, Evet bu
büyük Türk, İstiklal Mücadelemiz esnasında Türk Hava Kuvvetlerini düşünen ilk
zenginimiz olmuş, harbin doğurduğu imkansızlıkları para kuvvetiyle yıkarak dört
tayyare satın almış ve bunları vatanın en muhtaç olduğu bir zamanda hediye
ederek vatanperverliğin büyük örneğini göstermiştir.”demiş.
Nafiz Bey’in doğrudan kendisinin
parasını ödeyerek satın aldığı dört uçağın yanında, kesin olarak tespit
edilemese de iki uçak parası verdiğine dair bilgiler de mevcut. Onun orduya,
uçaklardan başka bağışları da söz konusu. Bu bağlamda iki gambot satın alarak
deniz kuvvetlerine bağışladığına, kaput bezi temininde orduya yardım
sağladığına, Kastamonu civarındaki ordu birliklerine 203 arka çantası bağışı
yaptığına dair kayıtlar bulunmaktaymış.
Nafiz Bey, Millî Mücadele döneminde
İnebolu-Ankara arasında taşımacılık yapan en önemli kişilerden biri olmuş.
Sahip olduğu otomobillerle nakliyat işi yaparken oldukça özverili bir çaba
göstermiş ve bundan dolayı nakliyat işinde, Millî Mücadele’nin sonuna kadar
Ankara Hükümeti tarafından daima tercih edilmiş.
13 Ekim 1923’te Ankara’nın başkent
olarak kabul edilmesi ve ardından Cumhuriyetin ilanı ile Türkiye’de büyük bir
imar ve iskân faaliyeti başlamış. Nafiz Bey de Ankara’nın imarı sürecinde bir
müteahhit olarak oldukça başarılı işler gerçekleştirmiş.
Yapımını üslendiği binalar Milli Savunma Bakanlığı, Gümrük ve Tekel
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Türkiye İş Bankası, Merkez Bankası, İller Bankası,
Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğü, Ankara Palas, Büyük Tiyatro, Türk Hava
Kurumu, Kara Harp Okulu, Hıfzıssıhha Enstitüsü, Keçiören Çocuk Esirgeme Kurumu,
Stadyum, Hipodrom, Çankaya Köşkü, Kızılay, Marmara Köşkü ve Etnografya Müzesi,
Vakıf Apartmanları ve Ankara’nın ilk kaloriferli ve asansörlü binası
olan Erzurumlu Nafiz Bey Apartmanı.
Ankara dışında da önemli müteahhitlik
işleri gerçekleştiren Nafiz Bey, Alpullu Şeker Fabrikası, Eskişehir Şeker
Fabrikası, Sivas Cer Atölyesi, İstanbul Tekel ve Likör Binası, Vasgit Barajı,
Erzincan Deprem Evlerinin Birinci Kısım İnşaatı, Trabzon Numune Hastanesi ve
İzmir’de Elhamra Sineması’nı inşa etmiş.
Ticari hayatında çok önemli başarılar
sağlayan Nafiz Bey’in ekonomik durumu 1930’lu yılların ikinci yarısından sonra
bozulmaya başlamış. Tekrar İstanbul’a dönerek inşaat ve ticaret faaliyetlerine
devam etse de işleri bir daha eskisi gibi olmamış. Şirketi de İş Bankası
tarafından desteklenmeyince işlerini tasfiye etmek zorunda kalarak 1939 yılında
memleketi Erzurum’a dönmüş.
Savaş yıllarının yorgunluğu, aşırı çalışması,
ülkenin içinde bulunduğu güç durum ve tabii olarak işlerinin bozulması onu
iyice yıpratmış ve şeker hastalığına yakalanmış, hastalığı gittikçe
ağırlaşmış ve 17 Haziran 1948’de 61 yaşındayken vefat etmiş.
Nafiz Bey’in cenazesi düzenlenen askeri
törenle, Araplardüzü Mezarlığı’nda otuz üç askerin yattığı şehitliğe
defnedilmiş. Mezarlık askeriye tarafından taşınınca buradaki şehitlerin
naaşları ile birlikte onun cenazesi de Kars Kapı şehitliğine nakledilmiş. Taşınma
sırasında tutulan evrakların yanması ile birlikte mezar yeri de kaybolmuş. Günümüzde,
göklerden gönüllere giren Nafiz Bey’in bir mezarının olmaması ne acı.
Bir diğer kahramanımız Yüzbaşı Fazıl
Bey, Anadolu’ya geçebilen on dört havacımızdan biri. Ankara'daki Millî Müdafaa
Vekâleti Harbiye Dairesi, 13 Haziran 1920 tarih ve 328 sayılı emri ile hava
teşkilatının yeniden düzenlenmesine karar verdiğinde Türk hava gücünü, Hava
Kuvvetleri Şubesi (Kuvvâ-yı Havâiyye) ile Eskişehir ve Erzincan'da olmak üzere 2
uçak istasyonundan oluşacak şekilde planlamış. Ayrıca Eskişehir'deki Batı
Cephesi Kumandanlığı emrinde 1. Bölük ile aynı cephenin 12. Kolordu (Komutanı
Albay Fahrettin), 23. Tümeninin emrinde Uşak'ta üslenecek olan bir müfreze
teşkil edilmiş. İşte bu toplam 8 uçaklı iki bölük, TBMM ordularının ilk hava
gücünü teşkil etmiş.
Uşak'ta konuşlanan ve önceleri Kartal
Müfrezesi adını alan müfreze daha sonra 2. Bölük adını almış. Bu bölüğün
tayyarelerine Yüzbaşı Fazıl'ın isteği ile uçak gövdesinin her iki yanına pençelerinde
bomba taşıyan uçar vaziyette birer Kartal resmi çizildiği için, bu birliğe
"Kartal Müfrezesi" adı verilmiş. Bu müfreze sahip olduğu bu özelliği
ile Türk Hava Kuvvetlerinde amblem kullanan ilk birlik olmasıymış.
Türk tarafında henüz düzenli ordunun
kurulmadığı dönemde Yunan ordusu ileri harekâta geçip 29 Ağustos 1920'de Uşak'ı
ele geçirince 2. Bölük Afyon'a çekilmiş. Bu sırada, cephe üzerindeki uçuşlarına
devam eden Yunan uçakları içinde yakıtı tükenen ve Çine'ye zorunlu iniş yapmak
durumunda kalan Avro 504 tipi İngiliz yapımı bir keşif uçağı Türk kuvvetleri
tarafından ele geçirilmiş ve uçak mürettebatı esir alınmış. Bu olay üzerine
Yüzbaşı Fazıl ve bir makinist Çine'ye gitmiş, uçak kullanılabilir hâle
getirildikten sonra Fazıl Bey tarafından uçurularak Afyon'a getirilmiş. Bu
uçağa "Ganimet" adı verilmiş.
Düzenli ordu birlikleri ile İnönü
muharebelerinin kazanılmasından sonra 30 Haziran 1921 de Batı Cephesi
Komutanlığının 1337 sayılı emri ile tayyare bölükleri geçici olarak
birleştirilmiş. Söz konusu Mürettep Bölüğün komutanlığına Yüzbaşı Fazıl atanmış.
1921 yılının Temmuz ayı başlarında Kütahya meydanında birleşen 1. ve 2. Bölük,
16 Temmuz 1921'de önce Eskişehir'e, ordunun Sakarya Irmağı'nın doğusuna
çekilmesine bağlı olarak 22 Temmuz'da Polatlı'ya intikal etmiş. Bu süreçte
yapılan keşif uçuşlarında Yunan ordusunun Ağapınar, Seyitgazi bölgesindeki
kuvvetlerinin savaşa hazırlandığı tespit edilmiş, 12 Ağustos 1921'de Mürettep
Hava Bölüğü Polatlı'dan Malıköy'e çekilmiş.
Bu sırada Fazıl Bey’in komutası
altındaki bölükte 2 adet Fiat tipi -Erzurumlu Nafiz 1 ve Erzurumlu Nafiz 2-
keşif uçakları ile 2 adet Albatros D. III av uçağı bulunmaktaymış. Bu
uçaklardan 14 Ağustos günü Malıköy Meydanı'ndan havalanan Erzurumlu Nafiz II
tayyaresi, Sivil Pilot Hasan Fehmi'nin pilotaj hatası sonucu düşerek
parçalanmış. 15 Ağustos günü, bu kez cephe keşfi için uçuş görevine çıkan
Erzurumlu Nafiz Bey I tayyaresi, Beylikköprü dolaylarında 2.000 metre
yükseklikte motorunda çıkan yangından dolayı düşmüş. Bu kaza sonucunda Rasıt
Yüzbaşı Süleyman Sırrı ve Sivil Pilot Behçet yanarak şehit olmuşlar. (Rasıt, genellikle bir uçuşta, uçakla ilgili görevleri
yerine getirmekten sorumlu olan subaya verile unvan). Bir süre
sonra bölükteki iki avcı uçağından biri arıza yüzünden hizmet dışı kalmış,
böylece bölük bir tayyare ile keşif görevlerini yürütmeye çalışmış.
Türk tarafında tayyare
sıkıntısının yaşandığı bu tarihlerde, 1921 yılının Temmuz ayının sonlarında, De
Havilland 9 tipinde bir Yunan uçağı Muğla-Kuşadası civarına mecburi iniş yapmış.
Bu durum haber alınınca düşen Yunan uçağının onarıldıktan sonra uçurularak
Bölüğe getirilmesi istenmiş, bunun için de Sivil Pilot Vecihi Bey ile
Başmakinist Eşref ve rasıt olarak da Teğmen Hamdi (Çaypınar) Bey
görevlendirilmiş. On gün içinde tamiratı tamamlanan uçak, Sivil Pilot Vecihi
Bey tarafından önce 21 Ağustos'ta Akşehir'e, Sakarya Meydan Muharebesi’nin
başladığı 23 Ağustos günü de Ankara’ya getirilmiş ve ertesi gün Malıköy
Meydanı'na iniş yapmış. "İsmet" adı verilen bu uçak, savaş süresince
Cephe Bölüğü tarafından kullanılmış, oldukça sağlam durumda olan bu uçak ile
Batı Cephesi Komutanlığına çok önemli bilgiler verecek olan keşif uçuşları
gerçekleştirilmiş.
Polatlı-Ankara demir yolu
üzerindeki Malıköy Tren İstasyonu civarındaki düzlük, Türk ordusunun Sakarya
Meydan Muharebesi süresince 2 uçaklık tek hava gücünün üssü olmuş. Sakarya
Meydan Muharebesi süresince 2 Türk uçağı (1 av, 1 keşif uçağı), 18 günde 40
sorti uçuşu yapmış, 1 Eylül günü bir Yunan uçağı düşürülmüş. Savaş devam ederken
tayyarelerin bakımları geceleri fener ve çıra ışığında yapılarak ertesi günün
sabahına uçuşa hazır hâle getirilmiş. Bu dönemde Cephe Tayyare Bölüğü, Fazıl
Bey ve tüm personeli ile tayyare azlığından kaynaklanan sıkıntının büyük bir
fedakarlık ve azim ile çalışarak üstesinden gelmeye çalışmış. Bu konuda Halide
Edip, Türk'ün
Ateşle İmtihanı adlı romanında Tayyare Bölük Komutanı Fazıl Bey'den
övgüyle bahsedilmekteymiş. Yapılan uçuşlarda elde edilen bilgiler, uçuş
sonrasında Malıköy'den Batı Cephesi Komutanlığına bildirilmiş, dolayısıyla
keşif raporları savaşın gidişatını etkilemiş, Türk ordusunun kazandığı başarıya
büyük katkı sağlamış.
1921 yılının Eylül ayının sonunda
Cephe Tayyare Bölüğü, Malıköy'den Sarıköy Meydanı'na intikal etmiş. Bu arada 27
Eylül günü Sarıköy Meydanı'na zorunlu iniş yapan Brequet 14 B-II tipi Fransız yapısı bir Yunan uçağı sağlam olarak ele
geçirilmiş, bu ganimet uçağa kazanılan zaferden dolayı "Sakarya" adı
verilmiş ve uzun süre Cephe Tayyare Bölüğünde hizmet görmüş.
Bütün hayatı askerlik ve cephede
geçen, Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nden sonra binbaşı rütbesine terfi etmiş
olan Fazıl Bey, 27 Ocak 1923 günü, öğrencisi Deniz Astsubay Mehmet Emin ile
birlikte yaptıkları eğitim uçuşu sırasında düşerek şehit olmuş. Fazıl Bey şehit
olduğunda henüz 34 yaşındaymış.
O dönemin imkansızlıklarına örnek
olarak, müzedeki panoda yazılanlara göz atalım. “ Kurtuluş Savaşı süresince tayyareleri, uçabilir
duruma getirebilmek için, geceli gündüzlü gaz lambası ya da mum ışığında çalışan ustalar, demire can vermişler, demirciler, döküm ustaları,
makinistler, insan üstü bir çabayla, yaşamı hiçe saymışlardır. Kaput bezleriyle uçakların gövde ve kanatları kaplanmış, tutkal ve kundura çivileriyle bu bezler iskelete tutturulmuştur. Bu işlemden sonra bezlerin, kaygan ve su geçirmez duruma getirilmeleri
için gerekli olan “emayit” denilen boya temin edilemediğinden, Konya’da ki havacılar, patates kabuklarını, koyun ve sığır ayaklarını bir kazanda kaynatarak jelatin elde etmişler, bunu da kola ve yumurta akı ile tekrar kaynatarak elde
ettikleri maddeyi uçakların gövde ve kanatlarına sürmüşlerdir. İstenilen sertlik ve kayganlık tam
olarak elde edilmese de iş görmüştür. Yalnız yağmurlu havalarda uçuş
yapılamamıştır”
Uçakların yanından ayrılarak, lokomotif ve ona bağlı vagonun sergilendiği bölüme gidiyoruz. Atatürk’ün kullandığı vagon olmasa da benzerini geziyoruz. Yalnız 3328 nolu lokomotif orijinalmiş. Başkomutan muharebeyi gündüzleri Zafertepe'den geceleri bu trenden yönetmiş.
Malıköy Tren istasyonu binasının
müze olarak düzenlenen kısmında o dönemde çekilmiş fotoğraflar sergileniyor. Atların
bakıldığı yer ve o zamanlar revir olan çadırda gezilebiliyor.
Polatlı’ya dönerek POTA Müzesini
ziyaret ediyoruz. Kadim Albay’a kitap
imzalatıyoruz. Ben de geçen gezide
bittiği için alamadığım Kadim Albayın “Sakarya” adlı kitabını imzalatıyorum.
Sakarya
Zafer Anıtı’na gidiyoruz. Anıt yüksekçe bir tepeye doğru sıralanmış, sağlı
sollu aşağıdan yukarıya boyları büyüyen 22 adet beyaz sütundan oluşuyor.
Sütunlar arasındaki basamaklardan
aşağıya iniyoruz. Geçen defa, aşağıdan yukarıya çıkmıştık. Anıt, Sakarya Meydan
Muharebesi’nde 22 gün 22 gece yaşanan sıkıntılı günleri ve Türk insanının
fedakarlığını simgeliyormuş.
Tepede,
kadın, Mehmetçik ve çocuktan oluşan bir heykel var. Çoluk çocuk, kadın erkek
omuz omuza verdiğimiz mücadeleyi anlatıyormuş. Heykelin etrafında beş adet
bayrak direği ve her birinin dibinde plaketler var. 5 ayrı grup komutanlığını
simgeliyormuş. Her bir plakette Grup ve tümen komutanlarının isimleri var.
5’inci süvari grup komutanı olarak Albay Fahrettin (Altay) yazıyor.
Aşağıya indiğimizde Sakarya şehitliğine varıyoruz. Sakarya Şehitler Anıtı önünde saygı duruşunda bulunuyor, İstiklal Marşını okuyoruz. Nasıl duygu yüklüyüz. Hepimiz hem gururlu hem de ağlamaklıyız.
Hepimiz acıkmışız. “Yılmaz
Usta’nın yeri” ne gidiyoruz. Mercimek çorba, etli ekmek ve ayrandan oluşan menü
ile karnımızı doyuruyoruz.
Yemek molasından sonra Duatepe’ye gidiyoruz. Burası 10 Eylül 1921 tarihinde başlatılan taarruzla düşmandan geri alınan ilk tepe. Başkomutan Mustafa Kemal’in daha sonra adı Gazitepe olan mevkide 12 Ağustos 1921 günü attan düştükten sonra kaburgaları kırıldığı için ağrılar sancılar içinde harekatı genelde oturarak yönetmek zorunda kalmış. Günlerce süren amansız savunma muharebelerinden sonra 9 Eylül'de taarruzu yönetmek için Zafertepe'ye gelmiş. Orada dürbünle baktığı bakdığı tepe işte bu Duatepe. dürbünle baktığı tepe. Bu tepede, Mustafa Kemal’in aklımıza kazınmış, elinde dürbün ile Zafertepe'den harekatı yönettiği fotoğraftan esinlenilmiş, yaveri Salih Bozok ile birlikte heykeli var.
Şehitler anıtının önünde sağlı
sollu tribünler yapılmış. Senede bir gün kullanılıyormuş. Hafiften yağmur
başlıyor, tribünlerin saçakları altına sığınıyoruz. Başta Mustafa kemal olmak üzere süvarileri betimleyen
heykelin yanında Duatepe şehitlerinin isimleri yazılmış. Mustafa Kemal, İsmet
İnönü ve Fevzi Çakmak’ın olduğu üçlü bir heykel grubundan başka, bir de Mustafa Kemal ile Halide Edip’in olduğu heykel grubu var. Türk bayrağı ile birlikte 38.
Alayın sancağı dalgalanıyor. 38. Alay, 15.tümene bağlı Samsun alayı olarak
bilinen tepeyi alan grup.
Duatepe, Basrikale Tepe ve
Kartaltepe üçlüsünden Kartaltepe’ye gidiyoruz. Burada çok büyük bir müze ve
heykel var. Müzede Türklerin tarihi anlatılıyor. Tarih boyunca kurulan Türk devletlerini kronolojik olarak anlatan ve
kurucularının bal mumu heykellerinin sergilendiği salondan rampayla üst kata
çıkıyoruz. Müze bir rehber eşliğinde geziliyor. Rampadan çıkarken duvardaki tablolar hakkında kısa bilgiler
veriliyor.
Osmanlı döneminden sonra,
Cumhuriyet dönemi başlıyor. Üst kattaki büyük bir salonda Sakarya Meydan
Muharebesinin topografik maketi var. Bütün tepeleri, kıvrıla kıvrıla akan
Sakarya nehrini görebiliyorsun.
Müzeden sonra Zafer Anıtının
önünde, geziye Kuvayı Milliye kalpağı ile katılan Ali Demir, Sakarya savaşında
makineli tüfek onbaşısı olarak görev yapan, dedesi Hasan oğlu Yahya için yazdığı şiiri
okuyor. Dedesi on iki yıl savaşmış, nihayetinde kurtuluşu görmüş, bir gazimiz.
Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
Kadim Albay, geziye olan
katkısından dolayı Hakan ile eşi Onur’a küçük bir Atatürk heykelciği veriyor.
Bu heykelcik ve POTA’da satılan hediyelik eşyalar, dernek tarafından yetiştirilmiş
kadınlar tarafından yapılıyormuş.
Kartaltepe’den sonra Sakarya
nehrinin diğer tarafına geçiyoruz. Yunanlıların mevzilerinin olduğu taraftayız.
Bizimkilerin olduğu tepelere karşı taraftan bakıyoruz. Muharebe sırasında deli
deli akan, Sakarya nehri artık bir kuru dere olmuş. Gerek DSİ’nin ıslah
çalışmaları, gerekse iklim değişikliği sonrası Sakarya nehri, nehir olmaktan
çıkmış. 828 km boyunca kıvrıla kıvrıla Karadeniz’e akan nehrin durumu bu.
Gordion antik kentine gidiyoruz.
Burası Tunç çağından günümüze 4.000 yıllık bir yerleşim yeri. Antik kral
Midas’ın memleketi Frigya’nın baş kenti.
İskender’in ünlü Gordion düğümünü çözdüğü yerde burası. Etrafta yüzden fazla tümülüs var. Her birinin soylu bir kişiye ait
mezar olduğu düşünülüyor. Antik kentin çevresinde dolandıktan sonra
Gordion müzesine gidiyoruz.
Kadim Koç, sadece bir
albay değil, Polatlı Topçu ve Füze Okulu'na 2004 yılında tayininden itibaren
verilen görevle siperleri araştırmış. Emekli olduktan sonra bunu devam ettirmek
için Polatlı'ya yerleşmiş, tarih öğretmeni olan Belediye Başkanı Mürsel
Kızılkaya'nın desteğiyle Polatlı Belediyesi Tarihi Alanlar Merkezini (POTA) kurmuş,
halen POTA’nın koordinatörü. Aynı
zamanda Gordion Vakfı’nın da başkanı. Diğer kuruluşlarda da işbirliği yaparak 2023 yılında Gordion'un Dünya Miras Listesine alınmasında
emekleri çok büyük. Halen bu vakıf ile birlikte bu iki tarihi alanın korunması
ve tanıtılması için çalışmakta.
Müzedeki eserleri gördükten
sonra, esas görülmesi gereken yere gidiyoruz. Kral Midas Tümülüsü. Tümülüsün
yerini saptamak için sulu sondaj yapıldığı için mezardaki kumaş cinsi malzemeler zarar görmüş, diğer buluntular ise bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmekte. Hatta Midas'ın kafa tası da sergilenenler arasında. Zonguldak’tan getirilen madenciler tarafından tümülüste
tünel açılmış ve mezar odasına ulaşılmış.
Biz de açılan bu tünelden mezar odasına ulaşıyoruz. Dışta taş duvar içte
ağaç duvar, duvarlar arasında mıcır dolgu. Ahşap tavan ve üzerinde tonlarca
toprak.
Eşek kulaklı Midas, bir avuç
toprak için yor kendini diyen şarkıcıya inat, öldükten sonra da tonlarca toprak
ile yormuş geride kalanları.
Artık akşam oluyor. Dolu dolu
geçen bir günün sonuna geliyoruz. Kadim Albay’a veda ediyoruz. Yorgun ama mutlu
bir şekilde Ankara’ya dönüyoruz. Daha arabada dönerken herkes bir sonraki
geziyi konuşmaya başlıyor. Hakan kardeşim nereye gidelim? Afyon Kocatepe’ye
gidelim mi?
Feryal Bekdik
Mayıs 2025 ANKARA
Ellerine sağlık, taze taze derleyip toparlamışsın. Çok etkileyici ve şimdiye kadar görmediğimiz için de utandığımız bir gezi oldu. Darısı diğer cepheleri görmeye… Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm kumandanlarımızın ve aziz şehitlerimiz huzur içinde uyusunlar. Tanrının rahmeti üzerlerine olsun. Hep sevgi ve saygıyla anılacaklar.
YanıtlaSilFeryal hanım çok güzel yazdınız. Yüreğinize sağlık enerjiniz hiç bitmesin. Gezi çok güzel geçti çok yararlı ve aydınlatıcı oldu. Sizleri tanımak bana zenginlik kattı.
YanıtlaSil