OSLO GEZİ NOTLARI
OSLO
GEZİ NOTLARI (15-17 ARALIK 2022)
Yazın Alice ile dondurma almaya giderken hem Türkçesi
ilerlesin hem de muhabbet olsun diye yolu uzatarak sohbetler yaptık. Küçük
hanım benimle olmaktan çok hoşlandığını, biraz büyüyünce Türkiye’ye yalnız
gelip benimle gezeceğini söylemeye başladı. Günler ilerledikçe, babaanne senle
ben gezelim ama Aslan’da gelsin demeye başladı. Abisine de kıyamadı.
Peki o zaman kışın Danimarka’ya geldiğimde gemi ile Norveç’e gidip gelelim.
Hem ülke dışına çıkmış oluruz, hem gemi de birlikte vakit geçiririz, hem de
Oslo’yu görmüş oluruz dedim. İkisi de bu fikrin üzerine atladı. Anne babaları
da onay verince planlar yapmaya başladılar.
Noel tatili için Danimarka’ya gittiğimde, daha geldiğim
hafta babalarına biletleri aldırıp gezi için hazırlık yapmaya başladık. Kız çok
hevesli ama oğlan sanki hem gelmek istiyor, hem de geri duruyor. Dur bakalım.
Geziden bir gün önce Aslan’ın okulundan arıyorlar. Aslan
hastalanmış. Annesi hemen gidip okuldan alıp geliyor. Çocukta bir karın ağrısı,
bir karın ağrısı, kıvranıp duruyor. Hemen geleneksel metotları devreye
sokuyoruz. Evde taze nane var. Nane limon kaynatıp içiriyoruz. Karnına sıcak su
torbası koyuyoruz. Biraz kendine geliyor.
Alice’e, abin hasta oldu, galiba biz seninle ikimiz
gideceğiz diyorum. Yüzü düşüyor, Aslan gitmezse ben de gitmem diye tavır
koyuyor. Neyse sabah olsun hayır olsun.
15
Aralık 2022 Perşembe
Aslan iyi gibi ama çok hırçın. Durup durup arızaya geçiyor.
Ben de böyle her şeye bağırıp çağıran yol arkadaşı ile yola çıkamam, Alice’i
alıp giderim diyorum. Sanki öyle dememi bekliyormuş, gelmemeye kalkıyor. O gelmem
deyince Alice’de gelmem diyor. Anneleri bir yandan, ben bir yandan konuşa konuşa
çocukları ikna ediyoruz. Çantalar hazır. Aslan ayağında bez pabuç, pantolonu da
delik deşik. Oğlum senin karnın ağrımıyor mu? Daha yeni hastalıkdan kalkmadın
mı? Botun, pantolonun yok mu? Yok laf anlamıyor. Her ihtimale karşı çantaya
sıcak su torbası ve yedek kazak koyuyorum. Baba işten geliyor ve bizi limana götürüyor.
Kopenhag’ın Nord Havn limanından, DFDS feribotuna
biniyoruz. Eskiden gemilere dar bir merdivenden çıkmaya çalışılırdı. Burada
gemiye binmek için terminal binası yapılmış. Yürüyen merdiven ile üst kata çıkıyor
ve geminin giriş kapısından giriyorsun. Geminin en alttaki iki katı arabalara
ayrılmış.
Gemiye girerken, animasyon grubundan iki genç Noel baba
kıyafeti ile çocuklara hoş geldin şekeri veriyorlar. Odamızı buluyor ve
yerleşiyoruz. İlk krizimizi yaşıyoruz. Gemide internet yok. Aslan ağlayarak
kendini tuvalete kilitliyor. Tamam internet olmasın, Danimarka sınırından çıkmadan önce telefondaki
paketi kullanırız daha sonra gemiden paket
satın alırız diyorum. Neyse ikna oluyor ve dışarıya çıkıyor. O telefon ile
oynarken biz Alice ile yukarı çıkıp etrafı seyrediyoruz. Etrafta seyredecek bir
şey kalmayınca gemiyi geziyoruz. Sonra da odaya iniyoruz.
Haydi UNO oynayalım diyoruz. Daha kağıtları dağıtıp oyuna
başlarken Aslan bir kriz daha çıkarıyor. Hop gene kendini tuvalete kilitliyor.
Oğlum aç kapıyı açmıyor, bu arada Alice’e dönüp; ikimiz gelecektik, Aslan’ı
almayacaktık diyorum. Bu seferde Alice yorgan altına girip, benim yüzümden
benim yüzümden diye ağlamaya başlıyor.
O arada ne olduysa oluyor, kolum, kafam uyuşuyor. Oturduğum
yatakta kaykılıyorum. Gözümü açtığımda ikisi de başımda, Alice’nin elinde su
bardağı, iç babaanne iç diyor. İkisi de korkmuşlar. Neyse ortalık sakinleşiyor.
Geminin merdiven sahanlığında futbol oynamak istiyorlar.
Aslan çantasına bot koymamış ama top koymuş. Ben de
sahanlıkta ki televizyonun önüne geçiyorum. Ne olur ne olmaz top gelmesin diye TV’ye kalecilik yapıyorum. Oh be sonunda hepimizin neşesi yerine
geliyor. Biz top oynarken merdivenlerden de kimse inip çıkmıyor. Top oynarken
yoruluyorlar. Odaya gidince gene internet krizi başlıyor.
Haydi yukarı çıkalım şu interneti halledelim diyorum. İşi
ağırdan alıyorum. Çeşitli paketler var, uzun uzun tartışıyoruz. Sonunda sadece
bugün için beş saatlik paket alacağız. Yarın internet yok, sabah Oslo’yu
gezeceğiz. Daha sonra geriye dönüşte babaları havuz ve eğlence paketi almış,
onunla vakit geçirecekler. Bu sefer kız bende isterim diye tutturuyor. Kızın
telefonu yok, benim telefona da aynı paketten alıyoruz. İkisi de internete
kavuşuyor. Odaya bile gitmeyip oldukları yerde ki koltuklara oturup oynamaya
başlıyorlar. Ben de etrafı seyrediyorum. Kalkıp gemide ki butikleri
dolaşıyorum. Biraz sonra yanıma geliyorlar, internet çekmiyormuş. Ne
yapabilirim? Ülkeler arası gidiyoruz. İnternet var ama oyun oynayamıyorlar.
Neyse akşam yemeğine de çok bir şey kalmadı. Biraz oyalanıp yemek salonuna
geçiyoruz.
Açık büfede istediklerini seçiyorlar. Tatildeyiz deyip kola
istiyorlar. Anne baba kola konusunda hassas ama, ben babaanneyim hayır
diyemiyorum.
Yemekten sonra animasyonun olduğu salona geçiyoruz. Büyük
adam gibi kendilerine göre içecek seçiyorlar, ben de oldu olacak deyip
margarita istiyorum.
At yarışı yapılıyor. Biz bilet almadık, bu gece ne olduğunu
anlayalım, yarın akşam havuz paketinin içinde ikişer adet bilet var nasıl olsa.
Çocuklar çok eğleniyor. Neyse gündüz ki krizin üzerine böyle neşeli olmalarına
şükrediyorum. Eğlence bitince odamıza gidiyoruz.
Odaya giderken Aslan hüzünleniyor. Yılbaşından sonra
Danimarka’da babalara da zorunlu doğum izni verildiği için ailecek Meksika’ya
gitmeye karar verdiler. İki buçuk ay kadar orada kalacaklar. Salonda eğlenirken
çalınan müzikler arkadaşları ile birlikte söylediği şarkılarmış. Arkadaşlarımla
bu şarkıları söyleyemeyeceğim. Onları çok özleyeceğim diyor. Döndüğünde
arkadaşlarına anlatacağın çok şey olacak ama. Bir de böyle düşün diyorum.
Bana açılır kapanır yatak düşüyor. Tamam, yeter ki onlar
mutlu olsun, ben yerde yatmaya razıyım. Biraz sonra Aslan yanına gelmemi istiyor. Kız da elini tutmamı. Biri ışıkta uyuyamıyor, diğeri ışık istiyor.
Neyse çok geçmeden kız uyuyor. Gel gelelim oğlanı uyku tutmuyor. Annemi
özledim, babamı özledim diye bir ağlama tutturuyor. Nasıl ağlıyor ama, içini
çeke çeke, sarsıla sarsıla ağlıyor.
Oğlum sen bazı akşamlar, arkadaşlarında kalmıyormusun?
Yazın üç gün benimle İzmir’de kalmadın mı? O zaman biliyormuş ki babası
istediği zaman gelebilir, şimdi gemideymişiz ve başka bir ülkeye gidiyormuşuz,
ha deyince babası gelemezmiş.
Annemi babamı özledim diyor başka bir şey demiyor.
Aslancım, özlemek çok güzel bir duygu, insan sevdiklerini özler, ama özlemeyi
abartırsan, özlem seni eline geçirir, anı yaşayamazsın. Bak ne güzel gemideyiz.
Yanında kardeşin var, babaannen var, elindekilerle mutlu olmayı öğren, bak
göreceksin o zaman her şey çok kolay ve güzel olacak. Ben seni çok seviyorum
diyorum. Ben de seni seviyorum diyor.
“Haluk dedemi özlüyormusun?” diyor. Evet özlüyorum. “Peki
Muammer dedemi özlemiyormusun? diyor. Onu da özlüyorum, ama ben onlarla o kadar
güzel günler geçirdim, öyle güzel anılarım var ki özlemek canımı acıtmıyor.
Onun içinde ağlamıyorum, diyorum. Biz böyle konuşurken Alice iki tarafı da boş
yatağı seçtiği için, tam yataktan düşerken yakalıyorum. Kaldırıp benim yatağa yatırıyorum.
Aslan tekrar yanına çağırıyor, sabaha kadar kah konuşarak,
kah uyuyarak, altmış santimetre genişliğinde ki gemi yatağında bir yeni yetme
ve babaanne sabahı sabah ediyoruz. Ara ara elimi sıkıyor, teşekkür ediyor. İyi
ki varsın diyor. Sen iyi babaannesin diyor.
16
Aralık 2022 Cuma
Sabah erkenden kalkıyoruz. Alice nerede kalktığına bakıp
hayret ediyor. İkimizin bir yatakta sığışmamıza anlam veremiyor. Aslan Danca
bir şeyler söylüyor. Alice Türkçe, Aslan yalnız değilsin. Ben varım babaanne
var, anne var baba var, diye bütün aileyi sayıyor. Türkiye’de ki neneyi teteyi
de unutmuyor.
Haydi bu kadar duygusallık kafi, ben acıktım, kahvaltıya
gidelim diyorum. Akşam yemek yediğimiz salonda açık büfe kahvaltı var. Herkes
yiyeceğini içeceğini seçiyor. Alice ve biz yiyeceğimizi yiyoruz. Aslan o çok
sevdiği pancake lere bile elini sürmüyor. Zar zor birkaç lokma yiyor.
Restorandan Norveç kıyılarını seyrediyoruz. Odaya inip hazırlanıyoruz. Gemi limana
yanaşıyor.
Tam limana ineceğiz. Aslan karnım ağrıyor diye iki büklüm
oluyor. Gemiden inmemiz lazım, dur bir inelim çaresine bakarız. Sırt
çantasından kazağı çıkarıp karnına sarıyorum. Gemiden iniyoruz, hava açık ama her
yer kar buz.
Nereye gideceğimi bilemiyorum. Terminalin karşısında kafe
gibi bir yer var, hep birlikte oraya gidiyoruz. Kafe kısmı kapalı, sabahın
köründe açık olmaları mucize. Satış kısmı var, değişik bir yer, tavandan
kurutulmuş etler sarkıyor. Çocuk hasta, biraz dinlenebilirmiyiz diyorum. Arka
tarafta uzun bir masa ve etrafında kanepeler var. Aslan’ı kanapelerden birine uzatıyorum.
Dizime yatıyor. Alice de sessizce oturuyor.
O arada adamlar ellerine çelik örgü eldivenler giyip hızar makinası gibi makinada, tavandan indirdikleri kurutulmuş etleri pirzolalık doğruyorlar. Gelen
müşterilere paketleyip veriyorlar. Pirzolalar o kadar büyük ki torbaya sığmıyor,
pirzolanın sap kısmını ikiye bölüyorlar. Bu kurutulmuş etler önce ıslatılıyor daha sonra da buharda pişiriliyormuş. Bu yemeğin adına “Pinnekjøtt”
diyorlar ve Norveç’e özgü Noel
yemeğiymiş.
Adamlar satış ile meşgullerken bitki çayı olup olmadığını
soruyorum. Sadece çay varmış, bir ara verebilirlermiş. Sabırla işlerinin
bitmesini bekliyorum. Bize demleme çay getiriyorlar. Öyle bir çayı daha önce
hiç içmedim. Aslan iki bardak içiyor, çay sevmeyen Alice bile bir bardak
içiyor. Çayı içtikten sonra Aslan kendine geliyor ve gidelim diyor. Neredeyse
bir saattir dükkandayız.
Dışarıya çıkıyoruz, Oslo’nun İstiklal caddesi,
diyebileceğim Karl Johan caddesine doğru yürüyoruz. O kadar soğuk ki, bu safer
Aslan “Babaanne çok üşüyorum, karnımın ağrısını bile unuttum” diyor. Ben sana
bot al demedim mi?. Bu pantolon olmaz demedim mi? demenin bir faydası yok
artık, olan oldu. Hızlı hızlı yürürken, Karl Johan’a ulaşıyoruz, hemen yanı başımızda
da H&M. Çocukları mağazaya sokuyorum. Aslan’a içlik alıyorum. Bot almama
karşı çıkıyor, onun yerine iki tane kalın çorap alıyorum. Aldıklarımı giyince
çocuk ısınıyor. O arada Alice’de kendine kardeşine bir şeyler beğenmiş, hadi onları
da alıyoruz. Güle oynaya mağazadan çıkıyoruz. Çocuk kendine gelince karnı
acıkıyor. Karşıda Seven Eleven var. Aslan
çok sever, hemen oraya girip karnını doyuruyoruz.
Neyse her şey yoluna giriyor. Bizim de çok zamanımız
kalmıyor. Topu topu dört saat olan vaktimizin yarısı gitti. Yol üzerindeki küçük
deniz kızı heykeli keyiflerini yerine getiriyor. Önünde pozlar veriyorlar.
Noel Market’e giriyoruz. Lunapark’da ki oyuncaklara
biniyorlar. Noel Market’in bitiminde Kraliyet
Tiyatrosu’nu görüyoruz. Ön yüzünde yunan üçgeni ve iyon sütunları ile iki katlı
görkemli bir bina . 19. Yüzyılda yapılmış ve tiyatronun açılışında Henrik İbsen’in
“Bir Halk Düşmanı” oyunu oynanmış.
Tiyatronun önünde birisi buzdan şato- kale yapmış fotoğraf
çekenlerden para istiyor. Hukuk Fakültesi, ve Kütüphane yan yana. Kraliyet
Sarayı’nın uzaktan resmini çekiyorum.
Dönüşe geçiyoruz. Çocuklara yol üzerinde ki “Grand Cafe”yi
gösteriyorum. Bakın buraya sık sık kimler geliyormuş biliyormusunuz? Oyun yazarı
ve şair Henrik İbsen, güney kutbunu keşfeden Roald Amundsen, Nobel ödüllü
yazar, Knut Humsun, gezgin, bilim adamı ve diplomat, Fridtjof Nansen üstelik onun da Nobel ödülü var ve heykeltraş Gustave
Vigeland, vakit bulsak Vigeland Parka gider, onun heykellerini görürdük.
Bu saydıklarım çocuklar için şimdilik bir şey ifade etmese
de kulaklarında bulunsun. Cafe’nin önünde resimlerini çekiyorum. Onlar
hamburger yemek istiyorlar. Hep beraber Max’e gidiyoruz. Çıktığımız da vakit
var görünüyor, İstasyona doğru yürüyoruz. Yol üzerindeki Oslo Katedralinin
önünde resim çekiyoruz. İstasyonun oraya vardığımızda, gelirken Aslan Bubble Tea Kafe görmüş, oraya gitmek istiyor.
Kafeyi ararken fark ediyoruz ki benim kolumda ki saatin
kurma düğmesi açılmış, saat yerinde sayıyor. Gemiye varmamız için on beş
dakikamız var, bir koşu tutturuyoruz. Çocuklar bayağı hızlı koşuyor, yetişmekte
zorlanıyorum. Nefes nefese terminale varıp kontrolden geçiyoruz. Tam vaktinde gemiye biniyoruz.
Dönüş daha keyifli oluyor. Çocukların neşesi yerinde,
geminin küvetten hallice havuzunda eğleniyorlar, havuzdan bıkınca odaya gidip
bir şeyler yiyoruz. Sonra da eğlence başlıyor, at yarışı için biletler
alınıyor. Pazarlık yapıyorlar. Ellerinde dört bilet, hangisine çıkarsa
paylaşacaklar. Alice mızıkçılık ediyor, ben paylaşmam diyor. At yarışı başlıyor
ve Aslan kazanıyor. Geminin marketinden şeker alıyor. Alice mızırdamaya
başlıyor, ona da alacağım ama bu seferde Aslan mızırdıyor, ben kazandım Alice
daha önce paylaşmayı kabul etmedi diyor.
Aslan’ı odada bırakıyoruz. Biraz dinlenmesi lazım. Biz
Alice ile odadan çıkıyoruz. Aslan arkamızdan bağırıyor. Şeker almak yok. Yok
biz butik gezeceğiz, kazak bakacağız.
Alice ile butiğe giriyoruz. Alice çok güzel bir kırmızı
kazak beğeniyor. Babaanne bunu kendine al, Noel akşamı giyersin diyor. Denemek
için giyiyorum. Çok güzel oldu babaanne,çok güzel oldu babaanne deyip kazağı
bana aldırıyor. Hiç aklımda yokken bayrak rengi bir kazağım oluyor. Alice’nin
canı sağ olsun. Sonrada markete doğru beni çekiştiriyor. Bak babaanne Aslan’a
senin kazağı gösteririz, şeker alalım Aslan’a söylemeyiz.
Alice aynı şeyi Aslan sana yapsa bozulmazmısın? Yapıyor,
babaanne , o bana çok yaptı diyor. Şu çocuklar çok üç kağıtçı valla. Kazağı
öyle ya da böyle bir şekilde aldırıp, arkasına da şekeri dayatıyor.
Söylemeye gerek var mı, o şeker alınıyor, benim poların cebine saklanıyor. Odaya dönüyoruz. Aslan çantamı karıştırıyor şeker alınmadığına ikna oluyor. Zaten kazak da almışız. Akşam herkes güzel güzel kendi yerinde uyuyor.
17
Aralık 2022 Cumartesi
Sabah kalkıp annelerinin verdikleri yollukla kahvaltı
yapıyoruz. Çok geçmeden de gemi Kopenhag’a yanaşıyor, limanda babalarını
görünce bir sarılışları var, sanki yıl ayrı kaldılar.
Eve geldiklerinde annelerine bıcır bıcır bir şeyler
anlatıyorlar. Anneleri bana daha sonra anlatıyor, ikisi de kendi açısından
anlatmış. Alice Aslan’ın hasta olduğunu ve ağladığını söylemiş. Aslan ise sadece
biraz karnım ağrıdı demiş, ağladığından özlediğinden hiç bahsetmemiş.
Duygusallığını hırtlık ile bastırmaya çalışan bir erkek
çocuğu büyüyor. Oğlum ağlamak, duygusal olmak ayıp değil. İnsanız hepimiz.
Zaman zaman “Al Sana Oslo” desem de, çocuklarla çok güzel
anı biriktirmiş olduk. Bir şekilde birbirimizi anladık ve anlaştık. İki kardeşin
dayanışması çok hoştu. İki kardeşin didişmeleri de çok hoştu. İki çocukla
kazasız belasız, sağ salim ülke aşırı üç gün geçiren babaanne de fena değildi
hani.
Geldikten iki gün sonra o şekerler bulundu. Neyse Aslan çok
mesele etmedi.
Aralık
2022 Kopenhag
Harika anlatmışsın Feryal'cim. Soluksuz okudum.
YanıtlaSilYaşa be kardeşim.
YanıtlaSilCok iyi
YanıtlaSilBen tek cocugu evin icinde zor organize ederken iki cocukla masalsı ,alt yapı olusturucu,adrenelin karısik macerana bayıldim arkadaşım.
YanıtlaSilÇocuklarla seyahat bayağı zor,cesaret ve sorumluluk işi..ama öncelikle güzel bir macera ve unutulmaz anılar..bütün diyalogların hatırlanıp yazıya dökülmesi müthiş..güçlü karaktere sahip babaanneler hep hatırlanır..örnek bir seyahat yazısı bence,tebrikler
YanıtlaSilHer zaman olduğu gibi bir nefeste, keyifle okunan bir anı daha olmuş Feryalcim. Yüreğine sağlık 🙏
YanıtlaSilSüper babaanne..🥰
YanıtlaSilNe güzel bir anı olmuş yorulmuşsun ama bence değmiş anlatacağınız harika bir anı, umarım çok keyifle geçecek sürü anınız olsun 🙏
YanıtlaSilHarika babanne 🧿❤️💐 fıstık torunlar 🙏
YanıtlaSil