SAN FRANCISCO GEZİ NOTLARI

SAN FRANCİSCO GEZİ NOTLARI (09 OCAK – 23 OCAK 2016)

C:\Users\fbekd_000\Desktop\DSC05749.JPG

Atalarımız “ Sakın büyük lokma ye, ama büyük konuşma” ya da “Kişi kınadığını görmeden ölmezmiş” demiş. Varmış bir bildikleri. Yıllarca Amerika kıtasına defalarca ayak basmama rağmen, Amerika’ya (Birleşik Devletler) ayak basmamak için direndim. Pasaportumda Amerikan Vizesi olmayacak dedim. Meksika’ya giderken Amerika vizesi ile Meksika’ya girilebiliyor, alması daha kolay denmesine rağmen; gittim uğraşa didine Meksika vizesi aldım. Meksika’da da herkes Amerika vizesi ile uzun kuyruklarda bekleyerek ülkeye girerken, Meksika vizesi ile ülkeye giren üç beş kişiden biri olduğum için ülkeye sıra beklemeden girdim.

Gel zaman git zaman oğlum evlenip Danimarka’ya yerleşti. Hem çalışıp hem doktora yapılan bir programa kabul edildi, program gereği 6 ay Amerika ya da İngiltere’de olması gerekiyormuş, yazışmalar sonucu California Berkeley Üniversitesi’nden kabul edildi ve çoluk çocuk 6 aylığına Amerika’ya gittiler. AFS döneminde oğlumu bir yıl görmemişliğim var ama, torunları altı ay görmeden ne ederim diye kara kara düşünmeye başladım.

Ölsem gitmem, hastalanırsam da Küba’ya gider, gene Amerika’ya gitmem diyen ben, içim yana yana, tükürdüğümü yalaya yalaya evrakları toparlayıp İstanbul Amerikan Konsolosluğu’nun kapısına dayandım. Adamlarda evraklara bakıp beni bir şey zannettiler, on yıl boyunca Amerika’ya istediğin zaman gel git dediler.

Ahhh torun hasreti ah. Oğlanın “Bibiya” diye sarılmaları, kızın kara üzüm gözleri gözümde tütünce, Skype den görüşmeler kesmeyince Haluk ile beraber bavulları hazırlamaya başladık.  THY’da San Francisco’ya direk sefer koymuş, millerimizde seyahate yeter düzeyde olunca biletleri alıp düştük yollara.

09 Ocak 2016 Cumartesi

Önce Ankara’dan İstanbul’a uçtuk. İstanbul’dan da  kırk dakika uçakta bekleyerek 13.40 da havalandık. Kah film seyrederek, kah kitap okuyarak, on üç saatte yerel saat 16:40 da  San Francisco  Havalimanı’na vardık. Pasaport kontrolü, bagaj alımı çarçabuk halloldu. Tam kapıdan çıkarken, Barış’ı gördük. Zamanlama harika, oğlum arabayla kapıda bekliyor. Biz geliyoruz diye, çocuklarla birlikte rahat gezelim diye kocaman bir araba kiralamış. Araba yayla gibi, her türlü donanımı var, Aslan arkadaki çocuk koltuğuna kurulmuş elindeki Ipad den başını kaldırıp  gülümsüyor ve tekrar önündeki ekrana dönüyor. Anneannesi on gün önce Danimarka’dan gelmiş, bugün ve yarın anneanne ile birlikte olacağız, yarın o dönecek biz devam edeceğiz. Çok güzel denk geldi. 

Anneannesi Aslan’ı Fındıkkıran balesine götürmüş. Gösteri bizimkinin çok hoşuna gitmiş. Balenin çizgi film versiyonunu Ipad’e yüklemişler, dikkatle onu seyrediyor. Kaldığımız sürece  , Aslan sayesinde Fındıkkıran’ın  her bir notasını, her bir sahnesini ezberledik.

Yola çıkıyoruz. Köprülerden tünellerden geçerek El Cerrito bölgesinde, hiç biri diğerine benzemeyen villaları seyrede seyrede orman içindeki bir siteye varıyoruz. Ev çok hoşumuza gidiyor. Arkası orman, arkadaki verandaya  bazen geyikler geliyormuş.

Ev de şenlik var. Anneanne, babaanne, dedeler, torunlar sarmaş dolaş oluyoruz. Kızın yüzünde gülücükler, oturmayı öğrenmiş, büyümüş koca kız olmuş görmeyeli. Ağabeyini acıtmamak adına kıza fazla ilgi gösteremiyoruz. 

Akşam yemeğini evde yiyoruz. Kalabalık masada, çoluk çocuk, kah Danca, kah İngilizce, kah Türkçe konuşarak akşam yemeği yemek çok keyifli oluyormuş. Herkes keyifli.

 10 Ocak 2016 Pazar

Sabahleyin kahvaltı yapmak üzere şehire gidiyoruz. Restoranda yuvarlak masa etrafında çoluk çocuk sabah kahvaltısı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra anneanne ve dedeyi uğurluyoruz.

Arabayla Shore Bird Park’a gidiyoruz. Burası 2005 yılında  Berkeley Rotary Klübü tarafından yaptırılmış bir oyun parkı. İnşaat artıklarının değerlendirilmesi ile çocuklar için uygulamalı oyun parkı yapılmış. Kimi çekiçle çivi çakıyor, kimi elinde fırça ile  boya yapıyor. Kaydıraktan kayan, ipe tırmanan, kumlarda yuvarlanan çocuklar. Her şey çocuklar için. 

C:\Users\fbekd_000\Desktop\IMG_3708.JPG


Aslan oradan oraya koşturuyor. Defne arabasında bir oraya bakıyor bir buraya bakıyor. Geç vakitte parktan çıkıyoruz. Etrafımızı sincaplar sarıyor. Burada sincaplar insanlarla iç içe. 

11 Ocak 2016  Pazartesi

Sabahleyin hep birlikte evden çıkıyoruz. Önce Aslan’ı kreşe bırakıyoruz. Kreş aslında iki katlı bahçe içinde bir ev. Andrew adlı genç bir adam ve kız arkadaşı işletiyor. Toplam altı çocuğa bakıyorlarmış. Evde iki tane köpek, köşede gitar, flüt var. Sabahleyin çocuklar eve geldiklerinde ilk ritüel birbirleriyle kucaklaşıyorlar. Aslan annesiyle benim oradan ayrılmamıza dönüp bakmıyor bile, arkadaşlarıyla oyuna dalıyor. Bu arada bizimkinin İngilizcesi de bayağı ilerlemiş. 

Daha sonra Barış’ı Berkeley’de ki okuluna bırakıyoruz. Okulu çok beğeniyoruz. Eski İngiliz tarzı binalar, yollarda sincaplar, her renkten öğrenciler.

Barış’ı da bıraktıktan sonra Flower Land’e gidiyoruz. Burası bir çeşit sera, o kadar güzel ki botanik parkı gibi. Bahçesinde bir karavan var. High Ville kahvecisi yazıyor. Köpeklerini yürüyüşe çıkarmış hanımlar, genç çiftler banklarda oturmuş kahvelerini içiyorlar. Biz de oturuyoruz. Defne köpeklere deli oluyor. Kız da ağabeysi gibi hayvanları seviyor, ne güzel.

Markete giderek alış veriş yapıyor, öğle yemeğini yedikten sonra eve dönüyoruz. Ev de mutfağa girip, birkaç kap yemek yapıyorum. Yıllardır buralarda yaşıyor gibiyim. 

Akşam oğlum ile basket maçına gideceğiz. Oğlum işlerden dolayı moralim bozuk olduğu için “Anne ben sana neyin iyi geleceğini biliyorum” diyor. NBA maçına gitmek üzere yavrum paraya kıymış geçen  yılın şampiyonu San Francisco’lu Golden State Warriors ‘un maçına iki kişilik bilet almış. Şampiyonun maçı olunca biletler uçmuş. Pota arkası arka sıralar kişi başı 150 dolar.

Oğlumla arabayı metroya yakın bir sokağa park edip, metroya biniyoruz. Oracle Arena Spor Salonuna giriyoruz. Salon 20.000 kişilik ve tek boş koltuk yok. Salonun her köşesinden saha ayna gibi görünüyor. Salonun ortasında tam tepede dört cepheli dev ekran var. Bu ekran maç boyunca sahadaki hareketleri yakından gösteriyor, aralarda da seyirciler arasındaki ilginç görüntüleri veriyor.

Maç başlamadan önce  üniformalı subaylar iki sıra halinde Amerikan bayrağını sahaya getiriyorlar. Milli marş çalınıyor. Bayrak katlanıyor. Önce Golden State Warriors , arkasından rakip takım Miami Heat sahaya çıkıyor. 

Maç başlıyor. Salona girerken satış mağazasında ve milletin sırtında 30 numaralı Curry yazan formalar dikkatimizi çekmişti. Çok geçmeden Curry farkediliyor. O ne oyun, o ne kıvraklık, o ne performans. Maça kendimi kaptırıyorum. Curry’e kapılıp gidiyorum. Salondaki koltuklar sinema koltuğu gibi. Kimse tepesine çıkıp oturmuyor. Maça herkes eğlenmeye gelmiş, hiç durmadan bir yeme içme durumu var. Seyyar satıcıların biri gidiyor biri geliyor. Ara verildiğinde pon pon kızlar çıkıyor. Sürekli anons yapılıyor. En çok bağıran tribüne soğuk içecek bedava deniyor. Millet bağrınıyor. Karşımızdaki pota arkası kazanıyor. Tepedeki ekranda diz çökmüş, elinde yüzük evlenme teklif eden delikanlı gösteriliyor. Islık,kıyamet tezahürat yapılıyor.

Hiç küfür yok. We do we do diye bağrılıyor. Rakip takım hücum ettiğinde ekranda “Make noise” diye yazıyor. Haydi millet gürültünün tillahını yapıyor.Biraz ötemizde rakip takımın formasını giymiş gençler bağırıyor. Kimse kimseye sataşmıyor, taciz etmiyor, millet sadece eğleniyor. Bunun eğlence olduğunun herkes farkında. NBA’de maç çok yüksek tempoda sürüyor. Alan savunma yasakmış, adam adama oynuyorlar. Topun potayla buluşma süresi normalde 30 saniyedir. NBA de bu süre 24 saniye.

Oyun da galibiyet, bir o yana geçiyor bir bu yana. Heyecan diz boyu. Derken maç bitiyor. 111-107 Golden Gate Warriors galip geliyor.Curry tek başına 37 sayı yapmış. Eh Curry’ide gördüm ya ölsem gam yemem. Dünyanın bugün için en iyi basket oyuncusu, 27 yaşındaki, yeşil gözlü siyahi Stephan Curry’yi seyrettim daha ne olsun. Çok yaşa Barış’cığım. Hediyelerin en güzelini verdin bana.


F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL I PHONE\IMG_3760.JPG

Salon süratle boşalıyor. Gene metroya binerek eve dönüyoruz.İtişip kakışmadan, yollarda sürünmeden herkes evlerine dağılıyor.

Amerika da iki şey dikkatimi çekiyor. Amerika endüstri mühendisliğinin hakkını vermiş, her şey tıkır tıkır işliyor. Her şey para demek ama ödediğiniz her kuruşun hakkını veriyorlar. Her kuruşu helal ediyorsun.

12 Ocak 2016 Salı

Sabahleyin sesim çıkmıyor. Akşam farkında değilim o kadar çok bağırmışım ki sesim kısılmış. Evde herkes dalga geçiyor. Çocuklar şaşkın. Hele Defne ben fısıldadıkça oyun yaptığımı zannedip gülüp duruyor. 

Lea , Aslan ile Barış’ı bırakmaya gidiyor. Defne bizimle kalıyor. Defne ile konuşmak Haluk’a düşüyor. Ben de ses sıfır.

Öğleden sonra bir uyku bastırıyor. Biraz da titreme geliyor. Hasta mı olacağım ne. Bütün gün evden çıkmıyoruz. Bugünde böyle geçiyor.


13 Ocak 2016 Çarşamba

Aslan bugün kreşe gitmiyor.Sabah Barış’ı okula bıraktıktan sonra çocukları Bounce Form’a götürüyoruz. Burası çocukların hoplayıp zıpladığı kapalı bir mekan. Aslan çok eğleniyor. Defne bile hoplamaya zıplamaya bayılıyor. Arada bir Lea ile ikimizde çocukların arasına katılıyoruz. Hava yastıklarında zıplayıp duruyoruz. Çocukken böyle hoplayan zıplayan, büyüyünce uzayda dans eder.  Her şey hayal dünyasını genişletmek üzerine. Aslan hava yastığında zıplayarak potaya top atmaya çalışıyor. Bidik boyuyla neredeyse potaya basacak. Çok eğleniyor, hem de gayret ediyor.

Subway’de birşeyler atıştırarak araba sinemasına gidiyoruz. Burası, arabaların içinden dev ekranda film seyredilen bir alan. Arabadan filmin rahat seyredilebilmesi için saha da iniş yokuşlar yapılmış. Arabanın burnunu yukarı gelecek şekilde park ediyor, ön camdan ekranı ful görüyorsun. Sesi de arabanın içine veriyorlar.

Defne arıza çıkarıyor, Allahtan film başlayana kadar sallaya sallaya Defne’yi uyutuyoruz. Derken film başlıyor. Film tam Aslan’a göre. Şu sıralar dinozorlara merak sarmış durumda. Filmin adı “Good Dinazor”. Aslan mest, İngilizceyi de anlıyor, nefes almadan seyrediyor. Arada Defne mızıldandığında kardeşine kızıyor. Film bizimde hoşumuza gidiyor. Değişik bir deney. Aslan mutlu, biz mutluyuz.


14 Ocak 2016 Perşembe

Aslan’ı ve Barış’ı okullarına bıraktıktan sonra Walmart’a alış verişe gidiyoruz. Hiçbir şey alacak halim yok ama çocuklara bir şeyler alırım diye girdiğimiz mekanda yok yok. Burada dünyanın parasını verdiğimiz marka kotların, ayakkabıların dörtte bir fiyatına satıldığını görünce, dayanamayıp iki pantolonda ben alıyorum.

Öğle yemeğini de burada halledelim diyoruz. Civardaki tüm beyaz yakalılar öğle yemeğine gelmiş. Ev yemekleri var, hamur işleri var, japon mutfağı bile var. Her şey tezgahların üzerine dizilmiş, istediğin kadar alıp, parasını ödüyor, sonrada afiyetle yiyorsun. Defne bile düşünülmüş, tüp macunu kılıklı paketlerde mamalar var, Defne bunlara bayılıyor.

Oyuncak bölümü ile elektronik bölümünden çıkamıyoruz. Malum küçük çocuk ve de büyük çocuk (Haluk Dede) ye göre her şey.

Sesim hala kısık, sessiz “Bibiya” olarak gezmeye devam ediyorum. Aslan bana geçen yıl “Biya Biya” diyordu, bu sene “Bibiya” diyor.

Alışverişten sonra eve dönüyoruz. Dönüşte gündüz gözüyle evleri inceliyorum. Hiç biri diğerine benzemiyor. Her ev içinde yaşayanların ruhunu yansıtıyor sanki. Bir tanesi mavi panjurlu, beyaz badanalı, girişte sütunlar. Kesin Yunanlıdır bu evde yaşayanlar. Bir diğerinde İtalyan pencere, yanındaki İspanyol olmalı. Bir diğer evin balkonu kapatılmış, hah diyorum bu da Türk olmalı. El Cerrito’da yaşayanlar çoğunlukla Silikon Vadisi’nde çalışan, gelir ve kültür düzeyi yüksek kesimmiş. Evlerin mimarisinden belli. Her yer yeşil, masalsı bir hava var bölgede.  İklim güzel, insanlar güzel, burada yaşayanlar şanslı diyorum. 

Yollarda yere çizilmiş çarpı işareti dikkatimi çekiyor. Barış’lar ilk geldiklerinde bu çarpı işaretini çözememişler, Çinliler için mi yazılmış acaba demişler. Meğer kavşak işaretiymiş. Çarpı işaretini de crossing olarak algılamak gerekiyormuş, iyi mi?

Lea okuldakileri almaya gidince Defne bize kalıyor. Hani kız olsun çamurdan olsun derler ya, el kadar bebeden baştan ayağa şirinlik akıyor. Benim sesim çıkmıyor ama, Defne’nin çenesi hiç durmuyor. Kendince konuşuyor, şarkı söylüyor, gülücükler saçıyor. Annesinin gelmesine yakın bir ağlama tutturuyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Sanki bir düğmeye basmışında gülme halinden ağlama haline geçmiş gibi. Sesim kısık, yapabildiği sadece kucağımda sallamak, meğer uykusu gelmiş küçük hanımın, içini çeke çeke omzumda uyuyor. Annesi geldiğinde uyur halde buluyor.

Akşamı çocuklarla evde geçiriyoruz. Sesim biraz açılır gibi oldu.

15 Ocak 2016 Cuma

Aslan bugün okula gitmiyor. Ev ahalisi uyanana kadar çocuklarla vakit geçiriyorum. Aslan’la Fındıkkıran’ın düello sahnesini tekrarlayıp duruyoruz. Defne kah bizi seyrediyor, kah önündeki oyuncakları ile kendince konuşuyor. Bize gülücükler atıyor.

Öğleye doğru Barış okuldan geliyor ve arabayla Golden Gate köprüsünün kuzeydeki ayağına gidiyoruz. Köprü, adını San Francisco körfezinin girişindeki, 1.6 km genişliğindeki  Golden Gate boğazından almış.Golden Gate (Altın kapı) ya da Chrysoplae). Bu adı, 1846 yılında Kaliforniya'daki altına hücum döneminde, Kaptan John C. Fremont'un verdiği söyleniyor. Kaptan boğaza bu adı, İstanbul'daki Golden Horn (Altın Boynuz) diye adlandırılan Haliç'i hatırlattığı için vermiş.

San Francisco Körfezi batı kıyısındaki en büyük körfez. Aynı zamanda yüz senden fazla bir süredir yerel balıkçılığın endüstrileşmesinin sebebi. Her yıl toplamda  65.000.000 Ton kargo  körfeze girip çıkıyor. Birleşik Devletler’in en büyük limanı. Liman, günde binden fazla yük gemisi, tekne ve kruza ev sahipliği yapmakta.

Golden Gate Köprüsü’ne gelince şu anda dünyanın yedinci büyük asma köprüsüymüş. Köprü uzunluğu 2,73 km, ayaklar arasındaki uzaklık 1,28 km, yüksekliği ise 235 metre. Taşıt trafiği için altı şerit var. Rüzgarlı havalarda köprü yatayda 8 metreye kadar salınabiliyor.

 Köprünün yapımı dört yıldan fazla sürmüş ve 27  Mayıs 1937’de Beyaz Saray'dan başkan Franklin Roosevelt'in verdiği telgraf sinyaliyle trafiğe açılmış.  Açılışta kurdele yerine zincir kesilmiş.

 Köprünün İlk planlamada gri renge boyanması düşünülürken, Amerikan donanması, gemilerden kolay görünebilmesi için köprünün siyah ve sarı çizgili boyanmasını istemiş. Bitim aşamasında mimar Edwin Morrow köprüyü kırmızı paslanmazdan koruyucu astar boya ile görünce kararını vermiş. Deniz ve gökyüzünden ayrılıp, sahildeki doğayla uyumlu olacağını düşündüğü sıcak turuncu rengi seçmiş. Bu renk, karayollarında ikaz işaretlerinde de kullanılır ve uluslararası turuncu olarak adlandırılır. Köprü turuncu rengiyle sisli havalarda bile fark edilebiliyor.

Boya, çelik aksamı paslanmadan koruma amaçlıdır. Köprünün düzenli aralıklarla tümünün boyandığına dair yanlış bir inanış bulunmaktadır. Gerçekte ise köprü, ilk boyandığında kurşun bileşimli astar boya ve paslanmaz koruyucuyla kaplanmış ve ilk 27 yıl gereken yerlerin tamiri dışında tekrar boyanmamış. 1965'te paslanma o kadar ilerlemiş ki, boyanın tümünün kazınıp, plastik asıllı inorganik çinko-silikat astar boya ile boyanıp, üzerine de vinil asıllı son kat boya atılması için bir program başlatılmış. 1990 yılında, son kat boya, zamanın standartlarına uygun akrilik bir emülsiyon ile değiştirilmiş. Bu yeniden boyama programı 1995'te bitmiş. Günümüzde, 38 kişilik bir boyacı kadrosu boyanın aşınan yerlerini onarmak üzere çalışmaktaymış.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05031.JPG

Köprünün ayağında resim çektiriyoruz. Ayağın yanındaki Discovery Müzesine gidiyoruz. Her bir binada ayrı bir kavram geliştirilmiş. Kiminde çocuklar araba yapıyor, kiminde su yatakları yapılmış, tepesi akvaryum ile kaplanmış çocuklar denizdeymiş gibi dalgalara kendilerini bırakıyorlar. Çocuklarla vaktin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. San Francisco’da en çok çocuklar için yapılmış düzenlemeler hoşuma gidiyor. Her bir detayı ince ince düşünülmüş çocuk alanları. Aslan kendi yaptığı çek çekli arabaya binip kendini çektiriyor. Kendi yaptığı arabanın üzerinde öyle mutlu ki. Dayanamayıp bir arabada kendimize yapıyoruz. Bu çocuklar yaratıcı olmayıp da ne olsunlar. Su yatağının üzerinde çocuklarla bizde yuvarlanıp duruyoruz. Defne çığlıklar atıyor. 

Rodeo Beach’e gidiyoruz. Hava rüzgarlı. Okyanusun dev dalgaları ile tanışıyoruz. Dev dalgaların arasında sörf yapanları seyrediyoruz. Sörf yapanlardan biri iki dev  dalgayı aşmayı başarıyor. Ne muhteşem görüntü öyle. Filmde seyretmekle, yakından görmek çok farklı. İnsanın içi gidiyor. Aslan’la dalgalarla kovalamaca oynuyoruz. Bazen dalga öyle bir hızla geliyor ki, kaçamıyoruz Aslanda çizme var, benim botların boyu bazen yetmiyor, ıslanıyorum.

Plajdan sonra, Sau Salito’ya gidiyoruz. Burası bizim İzmir de ki Çeşme’nin değişik bir türü. Kıyıda şık restoranlar, yol boyu şık mağazalar, şık kafeler. Şık ve şıkır bir yer. Scoma’s Restoran’da yemek yemeğe karar veriyoruz. Deniz ürünleri muhteşem.     Fiyatlar da İstanbul’dan ucuz. Çocuklarda yorgun olmalarına rağmen güzel yiyorlar. 


16 Ocak 2016 Cumartesi

Sabah çocuklarla vakit geçiriyoruz. Arka bahçeye mavi tilki geliyor. Camdan tezahürat yapıyoruz. Aslan dayanamayıp dışarı çıkıyor. Hayvan Aslan’dan  kaçıp biraz ilerde bize bakıyor. Çok geçmeden upuzun kuyruğuyla samur geliyor.  Bugün kabul günümüz. Aslan gene dışarı fırlıyor hayvan kaçıyor.

Karşı komşu köpeklerini gezmeye çıkarmış, bizle laflamaya geliyor. Sesim hala çatallı. Ne olduğunu soruyor. Maça gittiğimi söylüyorum. Kadın “Curry’yi nasıl buldun?” diyor. Biz kapı önünde bir Curry muhabbetine başlıyoruz ki o kadar olur. Kadın durup durup  “Curry is miracle” diyor. Komşu haklı Curry gerçekten mucize. Curry’i sevmek bir alt kimlik sanki. Buralarda basketbol çok seviliyor, Curry ayrı seviliyor.

Öğleden sonra metro ile San Francisco şehir merkezine gidiyoruz. Metrodan Market Street’de iniyoruz. Burası şık mağazaların ve tüm bildik, bilmedik markaların boy gösterdiği San Francisco’nun İstiklal caddesi. 

Alış Veriş Merkezleri’nden birinde Microsoft’un mağazasına giriyoruz. Hep çocukların gönlü olacak değil ya, burada da bizim büyük çocuk Haluk’un gönlü olsun. Mağazanın köşesinde üç tane bilgisayar var. Üç ayrı yaş grubu için her birine oyun programları yüklenmiş. Aslan ile onun seviyesine uygun bilgisayarın başına oturuyoruz, Haluk her bir ürünü tek tek incelerken, birkaç parça alış veriş yaparken biz de Aslan ile oynuyoruz. İki saat nasıl geçmiş anlamamışız. Defne’de arabasında uyuyup kalmış.

Alışveriş’ten sonra cadde boyunca yürüyoruz. San Francisco’nun simgelerinden Cable Car ( Kablolu tramvay) ın kalkış noktasını görüyoruz. Buraya başka bir gün Cable Car’a binmek üzere sadece Aslan ile gelmek lazım. Defne’nin arabası ile binmek mümkün görünmüyor. Tekrar metroya binerek evimize dönüyoruz.

Eve geldikten az sonra bir diğer komşu ziyaretimize geliyor. Çok sıcak kanlı bir hanım. Biz İngilizce konuşurken Aslan araya giriyor.”Bibiya sen İngilizce değil” diyor. Aslan kafasında kurgulamış, anne ve anne tarafı ile Danca , babası ve baba tarafıyla Türkçe ve Amerika’lılar ile İngilizce konuşuyor. Ben İngilizce konuşunca kafası karışıyor ve tavır koyuyor. 

17 Ocak 2016 Pazar

Haluk ile Barış’ı evde bırakıyoruz. Hava hafif yağmurlu. Lea ile çocukları, Kid’s Play’e götürüyoruz. Burası çocuklar için kapalı oyun alanı. Girişte büyükçe bir salon ve salona açılan beş adet oyun salonları var. Her bir salon ayrı yaş grubu için Defne’ye göre salon bile var.

Ortadaki salonda masalar ve üzerinde çeşitli yap bozlar. Karşıda büyük bir kara tahta, üzerine istediğini yaz çiz sil. Odanın birinde çeşitli salıncaklar, kaydıraklar, diğerinde zıplama platformları. Böyle bir alanı ülkemizde belediyeler yapsa, çocuklar oynasa zıplasa, ücret de sembolik olsa olur mu ki? Bizde çocuklar öncelik olarak en sonda geliyor. Bir ülke çocuklarına ne kadar değer verirse o kadar geleceğini garanti altına alır. Burada çocuklara bakıyorum. Rengarenk, her ırkdan çocuk bir arada oynayıp oyalanıyor, aileler kısa sohbetler yapıyor ve kimse kimseye yan gözle bakmıyor. Bizde oyuncak, çocuklar oyalansın diye, Avrupa ve burada ise çocukların öğrenme yeteneği gelişsin diye.


18 Ocak 2016 Pazartesi

Sabahleyin hep birlikte şehre iniyoruz. Niyetimiz Alcatraz Adası’na gidip, ünlü hapishaneyi gezmek. Katlı otoparka arabayı bırakıp, iskeleye yürüyoruz. Adaya giden vapurların tüm biletleri bitmiş, adanın etrafında dolaşan vapurlarda bilet var.

Burası aslında Pelikan adasıymış. Ada önceleri askeri koruma amaçlı kullanılmış, daha sonrada hapishaneye çevrilmiş. Federal suçluların yani azılı tabir edilen mahkumların konduğu bir hapishane olmuş. Alcatraz Adası, birçok ünlü suçluyu "ağırlamış". Bunlardan bazıları; Al Capone, Doc Barker, "makineli tüfek" George Kelly, "kuş adam" ya da Alkatraz Kuşçusu olarak bilinen Robert Franklin Stroud, Bonnie ve Clyde ikilisinin şoförü Floyd Hamilton ve Alvin Karpis gibi isimler.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05039.JPG

Adanın ünü burada çevrilen Alcatras Kuşçu’su filmi ile artmış. Alcatraz Kuşçu’su Burt Lancaster'ın başrolünü oynadığı, yönetmenliğini John Frankenheimer'in gerçekleştirdiği 1962 ABD yapımı bir sinema filmi. Yaşamını kuşlarla geçirdiği için Alcatraz Kuşçusu olarak bilinen federal tutuklu Robert Franklin Stroud'un yaşam öyküsünün kurgulanmış hali. Filmi seyredenler bilir, filmde 1946 yılında hapishanede mahkumların bir tüfek, bir tabanca ve 73 mermi ile başlattığı isyan, top ve makineli tüfek kullanılarak bastırılmış ve her yer harap olmuştu. Ada çok sıkı korunmasına rağmen, adadan kaçış denemeleri yapılmış, son yıllarda kaçanlar yakalanamayınca 1962 yılında hapishane kapatılmış. 

Bilet olmadığını öğrenince bir başka güne bilet alalım mı almayalım mı diye düşünürken, “almayalım” dedim. Sinop cezaevi boşaltıldıktan bir hafta sonra gezmiştim. O yaşanmışlığı, taze taze hissedebiliyordunuz. Daha sonra müze olduğunda gezmiş, hiçbir şey hissetmemiştim. Alcatraz’da filmde ki haliyle hafızamda kalsın istedim. 

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05152.JPG

Fisherman’s Wharf denilen bölgede gezinmeye başlıyoruz. Burası 1800’lü yıllarda İtalya’dan göç eden balıkçıların İtalyan tipi teknelerle balığa çıktıları iskele bölgesi. Şimdilerde turistik bir bölge olmuş. Geçmişi hatırlatmak üzere her yıl Kasım ayında istakoz avlamak üzere tekneler açılıyor, festival havasında avdan dönüyorlarmış.


F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05186.JPG

Turistik eşya satan, rengarenk cicili bicili dükkanların önünden geçiyoruz. Sıra sıra iskelelerden 39 nolu iskeleye geliyoruz. Bir de ne görelim; çoluk çocuk, irili ufaklı deniz  aslanları güneşleniyor, bağırıp çağırıyor, hatta resim çekilirken poz veriyorlar. Ekim 1989 yılında Lama Priata depreminden sonra bilinmeyen bir nedenle deniz aslanları bu iskelenin üzerini mesken tutmuşlar.

Balıkçılarında desteği ile, sayıları üç yüzden iki bine çıkmış. Erkeklerini tepelerindeki sorguçlarından ayırt ediyoruz. Deniz aslanları 25 yıl kadar yaşıyorlarmış. 

Günümüzdeki en büyük düşmanları da denizdeki plastik kirliliğiymiş. Garipler naylon torba yediklerinde ölüyorlarmış. Çocuklar bu görüntüyü kolay kolay bırakamıyorlar. Biz büyükler bile kendimizi alamıyor, fotoğraf çekip duruyoruz.


F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05131.JPG

Boudin’de öğle yemeği yiyoruz. Burası çeşit çeşit ekmeklerin yapıldığı bir restoran. Ekmekler fırından çıktıktan sonra yukarıdaki raylara asılı şekilde mekanı dolaşıyor. 

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05170.JPG

Ekmeklere çeşitli formlar verilmiş. Ekmek içi balık çorbası içiyoruz. Ekmek çorba kasesi olarak kullanılıyor, çok lezzetli ve değişik.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05184.JPG


Yemekten sonra Kıyıdaki Mekanik Müzesi’ne gidiyoruz. Giriş ücretsiz içerde envayi çeşit oyuncak var. Her bir oyuncağa 50 sent atıyorsun, oynamaya başlıyor. Neler yok ki, bilek güreşi yapan, dans eden, kahkaha atan oyuncaklardan tutun, kovboy kasabası, petrol kuyusu, kovboy filmlerindeki barlara kadar canlandırılmış oyuncak grupları .İki  küçük çocukla olunca bizlerde yaşsız çocuklar oluyoruz. 

Müzeden sonra gene kıyı boyu yürüyerek şehri yaşıyoruz. Restoranların tezgahlarındaki istakozları hayretle seyrediyoruz. Ne kadar büyükler öyle.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05216.JPG


Yolun sonunda Ghirardelli meydanında aynı adlı  eski bir çukulata fabrikasına geliyoruz. Çeşitli kafeler, dükkanlar ile yaşam merkezi olmuş bir yer. Dondurmaları muhteşem, tatlıları ayrı güzel, çukulataları farklı. Free Shoplarda gördüğümüz Ghirardelli çukulatalarının kaynağı burasıymış meğerse. Çoluk çocuk şeker yüklenmiş olarak mekandan ayrılıyoruz. En küçüğümüz Defne bile bir iki kaşık dondurma kaçamağı yapıyor. Çocuk olup da tatlıyı sevmeyen var mı? 

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05252.JPG

Barış bizleri çukulatacı da bırakıp arabayı almaya gidiyor, biraz sonra  arabaya doluşup San Francisco’yu arabayla arşınlamaya, fotoğraf çekmeye başlıyoruz. 

San Francisco’nun inişli yokuşlu sokaklarından geçiyoruz. Ünlü Lombard Street’den iniyoruz. Burası küçük fakat dik bir varyant. Buradan inmeyen San Francisco’yu gördüm diyemezmiş.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05267.JPG


Yol boyu Victorian dönemi evlerinin fotoğrafını çeke çeke ilerliyoruz. En çok ilgimi balkonlar çekiyor. Balkonlara delik açılmış ve balkonlar birbirlerine çelik merdivenler ile bağlanmış, zemin katta ise merdiven havada kalıyor. İnerken ağırlıkla kaldırıma kadar iniyor, kaldırıma atladığın zaman merdiven otomatik olarak yukarı çıkıyormuş. Özellikle depremden sonra bu yangın merdivenleri zorunlu kılınmış.. Balkonu olmayan evlerin dış cephesine çelikten balkonlar ve merdivenler konulmuş. Eski tip evler içinde böyle çözüm bulunmuş

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05287.JPG

Sokak sokak gezdikten sonra akşama doğru tepeye  tırmanıyoruz. Twin Peaks’e (İkiz Tepeler) varıyoruz. Güneş battı batıyor derken hava kararıyor. Aşağıda ışıl ışıl parlayan şehre bakıyoruz. Caddelerden biri diğerlerinden daha fazla ışıldıyor. Market Street’miş. Alışveriş merkezlerinin olduğu cadde. Bulunduğumuz yerden her iki köprü de görünüyor. Golden Gate’in pas rengi hafif sise rağmen farkediliyor. İkiz Tepeler hayli popüler bir bölge.Resim çektirenler, öpüşenler, gitar ile şarkı söyleyenler, ne arasan var. Dikkatimi çekiyor, seyyar satıcı yok. Ah bizde olacaktı ki…

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05313.JPG

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05324.JPG


Golden Gate’den geçerek bizim mahalleye dönüyoruz. Zachary’s Chicago Pizza denilen yerde yemek yemek istiyoruz. Yarım saat kadar boş masa bekliyoruz. Bir pizza için ne bu eziyet diye söyleniyor Haluk. Pizzalar gelince neden  beklediğimizi anlıyoruz. Eziyete değiyor. Ben pizza sevmem ama burada bu pizza sevilir arkadaş.


19 Ocak 2016 Salı

Bugün hava yağmurlu. Akşama kadar Defne ile vakit geçiriyoruz. Dans ediyoruz. Yağmuru seyrediyoruz. Defne çok keyifli. O bizi, biz onu oyalayarak akşamı ediyoruz. Akşam Aslan ve Barış’ı alıp Berkeley’de geziyoruz. Her taraf çeşitli renkten öğrenci kaynıyor. Çekik gözlüsü, esmeri, sarışını, yetmiş iki millet bir arada. 

Moe’s Kitabevi’ne giriyoruz. Dört katlı, asansörlü kocaman bir yer. Bodrum kat tamamen çocuklara ayrılmış. Aslan ile kitapların birini alıp birini bırakıyoruz. Üst katlarda da her tip ve türden kitap mevcut. Kitabevlerini oldum olası severim. Nasıl vakit geçmiş anlamıyorsun.

Sinemanın önünden geçiyoruz. Oynayan filmlerden biri, şu Fransa’yı temsilen Oscar’a katılan, konusu da bizim İnebolu’da geçen Mustang filmi. 

Yol boyu müzik grupları konser veriyor. Yer yer uyuşturucuya karşı afişler asılmış. Yanlış mı okudum acaba derken; bu afişlerden birinin önünde ot çekenleri görüyoruz. Gençlik işte diye gülüp geçiyoruz.

Akşam yemeği için Mediterraneum Cafe’ye giriyoruz. Biz kendi aramızda Türkçe konuşuyoruz. Kafeden çıkarken yan masadaki iki delikanlı bizi durdurup hangi dilden konuştuğumuzu soruyor. “Türkçe” diyorum. “Ne kadar değişik bir melodisi var” diyorlar. Biz İtalyancayı melodik buluruz, bizim dilde melodikmiş meğerse. Delikanlıların yanındaki müzik aletleri gözüme çarpıyor. İşin erbabından daha iyi bilecek halimiz yok ya. 

20 Ocak 2016 Çarşamba 

Bugün Aslan, Haluk ve ben birlikte San Francisco turu yapacağız. Aslan önce annesi de gelsin diye zıngırdıyor ama metro istasyonunda arabadan inip annesi arabayı alıp  gittikten sonra, o çocuk gidiyor bambaşka sevimli bir yol arkadaşı kalıyor. 

Metroya biniyor, Market Street’de iniyoruz. Mağazalardan ufak tefek alış veriş yaptıktan sonra San Francisco’nun simgelerinden biri olan Cable Car’a binmek üzere Powell İstasyonu’nda sıraya giriyoruz.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05366.JPG

Cable Car San Francisco’nun yokuşlarını tırmanan bir çeşit nostaljik teleferik. 1873 yılında İskoçyalı mühendis Andrew Hallidie’nin tasarımı. Günümüze kadar gelen son örneklerinden. Şimdilerde daha çok turistik amaçlı kullanılıyor. Gene de günde 20.000 Kişi taşıyormuş. Cable Car yokuş aşağı iniyor, yolcularını boşaltıyor, yönünü yukarıya doğru çevirebilmesi için daire şeklindeki ahşap bir platform üzerinde iki kişi tarafından kol gücü ile döndürülüyor. Yönü yukarıya dönünce yolcu almaya ve yokuş yukarı tırmanmaya başlıyor. Aslan çok keyif alıyor, son durağa kadar gidiyoruz. Yol boyu fotoğraf çekiyorum. 

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05407.JPG


Son durak, daha önce gezdiğimiz Fisherman’s Wharf’ın oralarda. Cable Car’dan inip Colombus Caddesi  boyunca geriye doğru yürüyoruz. Aslan, Washington Meydan’ında ki parkta oynamaya dalıyor. 

Trieste Kafe’de öğle yemeği yiyoruz. Burası Mario Puzzo’nun “Baba” romanlarını yazdığı kafeymiş. Birçok sanatçıya da ev sahipliği yapmış. Tipik bir İtalyan kafesi. Servis çok geç geliyor ama gelenleri görünce her kuruşu helal ediyoruz. Basit bir tost bu kadar mı lezzetli ve doyurucu olur?


F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05427.JPG


Karnımız doyurduktan sonra Aslan’ın heyecanla “Ne zaman , ne zaman “ diye sorup durduğu Çin Mahallesine geliyoruz. Çok istediği mavi şemsiyeyi alıyoruz. Mağazaların birine girip birinden çıkıyoruz. Aslan, Haluk ile kılıç oynuyor, benimle saklambaç oynuyor, rengarenk mahallenin tadını çıkarıyor. 

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05444.JPG

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05435.JPG


Yürüye yürüye Embarcadore’e varıyoruz. Yol boyu ünlü finans firmalarının, şöyle ya da böyle adını duyduğumuz, Güney Pasifik Şirketi gibi firmaların binalarının fotoğrafını çekiyorum.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05490.JPG

Ferry Centre’ı geziyoruz. Nihayet Aslan’a söz verdiğimiz külahta dondurmayı burada buluyoruz. Aslan ile elimizde külahlar hoplaya zıplaya metro istasyonuna gidiyor eve dönüyoruz. Aslan garibim, gün boyu gıkını çıkarmadan bizle günü tamamlıyor. Haluk dedesi yorulup arıza çıkarıyor, Aslan’da gık yok.

Akşam Kessington’da Circus Pub’a gidiyoruz. Burada yemek yerken çocuklar hemen yanımızda ki halının üzerinde oyun oynuyorlar. Çeşit çeşit oyuncak var.

Yemekler koca tabaklarda geliyor, bir tabakla üç kişi doyar valla. Bir yandan yemek yerken bir yandan da dev ekranda Golden Gate Warriors ile Chicago Bulls’un basket maçını seyrediyoruz. Curry gene sahanın yıldızı. Maç sonunda Curry ile uzun uzun röportaj yapıyorlar. Renkli gözlü, siyahi, yakışıklı Curry’nin biz de fanatiğiyiz artık.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05515.JPG


21 Ocak 2016 Perşembe

Sabahleyin internette haberlere bakarken Mustafa Koç’un vefatını öğreniyoruz. Hepimizi bir hüzün kaplıyor. “ Neylersin ölüm herkesin başında” 

Kahvaltıdan sonra, günlük rutinimiz başlıyor. Aslan ve Barış’ı bıraktıktan sonra, geriye kalanımız North Face’e alış verişe gidiyoruz. Dünyaca ünlü spor giyim markası, ucuzluk yapmış. Fiyatlar yarı yarıya ucuzlayınca Millet bavullarla alışverişe gelmiş. Kendimize göre alış verişi tamamlıyoruz. Bana göre hiçbir şey yok, tek beğendiğim hırkanın da bedeni yok. Satış elemanı yardımcı olmak istiyor, hırkayı gösterip bir beden büyüğü var mı diyeceğim. Hırka kaşla göz arasında yok olmuş. Bir bakıyorum ki kadının biri hırkayı koluna almış gidiyor. Ama kadının kolunda iki adet hırka var. Kadına yaklaşıp, kolundaki hırkayı satış yapan çocuğa göstermek istiyorum. Meğer kadın daha önce aynı hırkayı almış, büyük gelince küçüğüyle değiştirmek istemiş. E bana da büyük beden lazım. Şansa bak. Kadın da tezgahtar da çok şaşıyor bu işe. Kasa da kadın iade yapıyor, ben satın alıyorum. Ne demişler, kısmetse gelir Hint’ten Yemen’den.

Öğleye doğru Whole Foods Merlette’e gidiyoruz. Birkaç şişe şarap alıyoruz. Öğle yemeğini de orada yiyoruz. Öğleyin burası esnaf lokantası gibi. 

Eve geliyoruz. Lea Aslan ile Barış’ı almaya gidiyor, biz evde kalıyoruz. Defne nezle olmuş, burnu akıp duruyor. 

Akşam evde yemek yiyor, şaraplarımızı arabayı sen kullanacaksın, ben kullanacağım derdi olmadan gönül rahatlığı ile içiyoruz.

Defne bugün bana çok yakın, kucağımda uyuyor. O bir melek, kokusu da melek kokusu. Melek kokusu nasıl olur diyorsanız bir bebeği koklayın anlarsınız.


22 Ocak 2016 Cuma

Sabahleyin Barış haricindeki tüm ev ahalisi, hep beraber Golden Gate parkına gidiyoruz. Arabayı park ettikten sonra parkta yürüyüş yapıyoruz. Yağmur başlıyor. Arabayı alarak, Academy of Sciences’e gidiyoruz. Bilet fiyatları garibime gidiyor. 34.95 Dolar tam, 29,95 Dolar altmış yaş üzeri, çocuklara para almıyorlar. Küsuratlı rakamlar ne ola ki? Müzeyi gezdikten sonra diyorum ki “Adamlar her kuruşun hakkını veriyorlar, ne bir eksik ne bir fazla, küsuratında varmış bir hikmeti”

Müzenin girişinde bizi dev bir dinozor iskeleti karşılıyor. Müze de  akvaryum var, planetarium var, yağmur ormanları var çocuklar için deney odaları var, yani var oğlu var.

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05573.JPG


Akvaryum bölümünde camın arka tarafında bir dalgıç görülüyor. Çocuklar camın önüne oturmuşlar dalgıca sorular soruyorlar. O da kaskına bağlı mikrofonla nasıl nefes aldığını, sualtı canlılarını nasıl korumamız gerektiğini, çevre kirliliğini ve özellikle naylon torbaların nasıl zararlı olduklarını anlatıyor. Çocukların hepsi sualtı canlılarını hayran hayran seyrediyor. 

Aslan, akvaryumu gezerken her bir canlının  tek tek adını soruyor . Deniz yıldızlarına dokunduruyorlar. Çekine çekine elini değdiriyor. Aslan’a büyüyünce dalgıç olabileceğini söylüyorum. “Büyüyünce ama” diyor. Şimdilerde gözü kesmiyor. 

F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05598.JPG

Penguenlerin olduğu bölüm çok neşeli. Beslenme saatinin sonuna yetişiyoruz. Penguenler büyüklü küçüklü dolanıp duruyorlar.

Balıkların beslenme saatinde tam ordayız. Balıkların yeme üşüşmesine Aslan bayılıyor. Leopar köpek balığı bile var. Defne bile gözünü ayırmadan bakıyor.

Müzenin bir bölümü de depreme ayrılmış. Depremde binaların nasıl sallandığı, nerelerden kırıldığı simülasyon ile gösteriliyor. Binaların çelikten  karkasını yapmışlar, Düğüm noktalarında ki mafsalları göstermişler. Mafsalı güçlendirilmiş ve güçlendirilmemiş modeller yapmışlar. Deprem esnasında yapıların nasıl davrandığını maketi elinle ittiriyorsun ve görüyorsun. Sadece çocuklar değil, mühendislik öğrencileri bile görmeli bu bölümü. Müzeyi kapanış saatine kadar geziyor, müzeden en son biz çıkıyoruz. 


F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05649.JPG


Bu gece son gecemiz. Akşam hep beraber Hana Restoran’a gidiyoruz. Burası yemeklerin önümüzdeki masada pişirildiği tipik bir Japon restoranı. Aşçıların yapmış olduğu atraksiyonlar Aslan’ı çok eğlendiriyor. 



23 Ocak 2016 Cumartesi

Sabah bavulları arabaya yüklüyor, gezmediğimiz yer kalmasın hesabı ile telgraf Tepesi’ndeki Coit Tower’a gidiyoruz.

Arabayı park edip kuleye doğru yürürken önümüzde bir araba duruyor, Şoför camı açıp bize 3 adet bilet uzatıyor.” Kulede çok kuyruk var, bizim bekleyecek vaktimiz yok, biletler boşa gitmesin, alın siz kullanın” diyor. Allah Allah Amerika’da olacak şey mi? Oluyor işte.

  •                                    

Kuleye asansör ile çıkılıyor. Asansör için kuyrukta beklerken 1933 ile 1934 yıllarında yapılmış, o devirdeki yaşamı betimleyen, tarım, ticaret, hayvancılık ile ilgili 27 adet duvar resmini inceliyoruz. Resimler şahane, kuyrukta sıra ne zaman geldi anlamıyoruz.


F:\ASLAN ALICE\ASLAN ALICE\02 ASLAN DEFNE SAN FRANCISCO OCAK 2016\FERYAL SONY\DSC05717.JPG

Asansör ile kuleye çıkıyoruz. San Francisco’yu kuş bakışı seyrediyoruz. Gezdiğimiz gördüğümüz yerleri birbirimize gösteriyoruz. Tam giderayak özet yayın gibi oluyor.

Kuleden sonra Golden Gate köprüsünün güney ayağına gidiyoruz. “Bir daha mı geleceğiz bu ayaklara?” deyip bol bol köprü manzaralı fotoğraf çektiriyoruz. 

Arabaya biniyor, Fine Art Museum Park’dan geçiyoruz. Burası semt olarak Yunan bölgesi. Evler Yunan mimarisi. Parkın ortasında kocaman bir rotunda. Etrafı suyla çevrili. Genç kızlar ve erkekler düğün resimleri çektiriyorlar. Bol bol gelin görüyorsun.

 Plajda Aslan kumlarda yuvarlanıyor. Ayağı kum olurmuş, üst baş çamur olurmuş, denize doğru koştu ayakları ıslanırmış demeden çocuk özgürce dilediği gibi debeleniyor. Ben babasını lüzumsuz yere titizlenerek bayağı sıkmışım demek ki.

Son bir tur daha atıp havaalanına doğru yol alıyoruz. Çocuklarla vedalaşmak onlardan ayrılmak gene içimi burkuyor.

Havaalanındaki gümrük pasaport işleri umduğumuzdan çabuk hal oluyor. Uçağa biner binmez bilgisayarı açıp San Francisco’da çektiğim resimlere bakmaya başlıyorum. Bu sefer özlem çok erken bastı.

San Francisco’yu altı benzemez ancak bu kadar gezebilirdi. Yedi aylık Alice, Üç buçuk yaşında Aslan, otuzlu yaşlarda Barış ve Lea ile Altmışlı yaşlarda babaanne dede, ortak paydada ancak bu kadar buluşabilirdi. Çocuklarla yapılabilecek her şeyi yaptık, onlarla gezilebilecek her yeri gezdik. Çok keyifliydi, çok. Bana da çok iyi geldi. 

Feryal Bekdik Şubat 2016

ANKARA


 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AL SANA İRAN

KASTAMONU THBT AĞA GEZİSİ MAYIS 2025

CEREN İLE ANKARA