GÜLLÜ
Güllü
Kasabanın boğucu havasına, bir de derenin kokusu ile evin altındaki nalbantlardan gelen at tersi kokusu karışınca iyice dayanılmaz oluyor, evlerde durulmaz oluyordu. Evin çatısına çıkıp, komşunun kızlarıyla hava almak, iki lafın belini kırmak ve sigara tellendirmek en büyük eğlencesiydi. Karadenizli ailenin büyük kızıydı. Kendinden sonra gelen iki oğlan kardeş de, küçük olmalarına bakmadan ablaya efelik taslar, baba baskısı yetmiyormuş gibi bir de onlar bunaltırlardı. Anne ise evin erkekleri ile kızı arasında kalır, kızına arka mı çıkıyor yoksa o da erkeklerimi destekliyor pek anlaşılmazdı.
Çatı toplantılarına şimdilerde evlerine kiracı olarak gelen, kasabaya yeni tayin olmuş hakimin büyük kızı da katılır olmuştu. Kızın yaşı küçüktü ama çok kitap okuyan, her şeye meraklı, büyümüşte küçülmüş dedikleri cinsten bişeydi. Çok geçmeden yanında sakınmadan çekinmeden konuşur olmuşlardı.
Yan komşudan gelen feryatlar bazen konuşmalarını böler, kızların kıkır kıkır gülüşmesine neden olurdu. Kocası tarafından eve getirilen erkeklerle para karşılığı beraber olan oksijen sarısı saçlı kadın, bazen ağıza alınmayacak küfürlerle kocasına ilenir, bazen de şuh kahkahalar atarak; “Halime’yi samanlıkta bastılar” şarkısını söylerdi.
Ön komşunun büyük kızı, gene anasına kızmış söyleniyordu. “Geçen kış kaçmadığıma bin pişmanım” diyordu. “Şimdiye evimi de bilirdim, yerimi de bilirdim”. Kardeşi ise annesini koruyarak, “Ne olmuş abla iki süpürge yapıp, yer sildiysen” Annelerinin derdi ise, kızlar ev işlerini yapsın, o da sağda solda çan çan çene yapsındı.
Güllü’nün derdi daha başkaydı. Okutmadıkları için ailesine kahırlıydı. Beşten çıktıktan sonra okula gönderilmemişti. Gösterişli kızdı, güzeldi. İyi bir kısmeti çıkar çıkmaz kocaya verilecekti. Ailenin tüm derdi, o hayırlı kısmet çıkana kadar Güllü’ye gün yüzü göstermemekti. Güllü’ye ayakkabımı alınacak, arastadan çuvala doldurulmuş beş altı çift ayakkabı eve getirilir, birinden birini beğenmesi istenirdi. Güllü’de eziyet olsun diye hiç birini beğenmez, kardeşleri de birkaç defa arastaya git gel yaparlardı. Elbise mi lazım, kumaş getirilir, Güllü’nün beğendiği kumaş eve gelen terziye gündelik usulü diktirilirdi.
Güllü için çatı tek nefes aldığı, tek eğlendiği, kendini özgür hissettiği yerdi. Derken komşunun büyük kızının sevdiği oğlan askerden geldi. Kamyon şoförü olarak iş bulmuş, eli ekmek tutmaya başlamıştı. Karşıdaki kömürcüye kömür getirdiği bir gün çatıya işaret çaktı. Kızlar hakimin kızına aşağıya inip, aşağıda ki el eden oğlanın vereceği şeyi alıp gelmesini söylediler. Kız hakimin kızıydı, yakalansa da kimse bir şey yapamaz, çokça annesinden azar işitirdi. Kız aşağıya indi, mektubu aldı, tam çatıya atlayacaktı ki annesi tepesinde bitti. Bluzun altına sakladığı zarfla kös kös eve girdi. Kızın annesi, kızının kendinden büyük, üstelikte okumayla alakası olmayan kızlarla sıkı fıkı olmasını istemiyordu. Bulundukları mahalle ise, nalbantların içinde, oyun oynayacak kimse yok, oyun oynayacak yer yok. Sıkışmış kalmışlığın o da farkındaydı. Hükümetin karşısındaki evde ki kiracının çıkmasını bekliyorlardı. Kiracı bir çıksa, bir taşınsalar evcek rahat bir nefes alacaklardı. Ev bahçeliydi, çocuklar savcının, kaymakamın çocukları ile oynarlardı. Ama şimdilik şartlar böyleydi.
Ertesi günü çatı da toplanıldığında mektup sahibine verildi. Kızlar mektubun açılmadan verilmesine çok şaşırdılar. Başkasının mektubunun açılmayacağını belki onlarda biliyordu ama, kızın açmaması gene de gariplerine gitmişti. Mektubu açıp sesli sesli okumaya başladılar. Mektup “Bu mektup ikimize aittir, bizden başka okuyanlar terbiyesizdir” diye başlıyordu. Kızlar kıkırdaşırken küçük kız “ Ben gidiyorum” dedi. “Başkalarının özel hayatı beni ilgilendirmez” dedi. Kızlar gülüştüler. Bu kız gerçekten farklıydı. Bazen öyle laflar ediyordu ki, bu laf bu kızın neresinden çıktı diye hayret ediyorlardı.
Kız kardeşlerin gelmediği bir gün, Güllü küçük kıza “Ne kadar şanslısın biliyormusun?” dedi. “Okumuş annen, okumuş baban var, sen de okuyacaksın, bizler gibi olmayacaksın” dedi. Okumamış olmak içinde ukdeydi, Güllü’nün. Öğretmen okulunu kazanmış ama ailesi göndermemiş. “Hem de yatılı okuyacaktım, kimseye de yüküm olmayacaktım”.
İlerleyen günlerde kamyon kömürcüye yanaştıkça kızlar damın kıyısına çıktı. Mektuplaşmalar devam etti. Bu arada Güllü’nün gözü de kömürcünün çırağına bakar oldu, oğlan da gözünü Güllü’den alamaz oldu.
Hakim Bey’ler, yazın ortasında taşındılar. Kışa doğru, kız kardeşlerin babası yana yana yakıla Hakim Bey’in evine geldi. Büyük kızı kaçmıştı. Yapacak bir şey yoktu. Kızı çoktan reşit olmuştu. Baba olarak yapacağı tek şey kızını affetmekti. Sohbet koyulaştıkça baba yumuşadı derken eski mahallenin dedikoduları başladı. Güllü’yü babası dün akşam dayaktan odun etmişti. Kömürcünün çırağı ile olan bakışma ayyuka çıkmış, Güllü’ye nefes aldırmaz oldurmuşlardı.
Kasabaya bahar gelmişti, Güllü’nün annesi elinde davetiye Hakim Bey’lere geldi. Güllü’yü nişanlıyacaklardı. Oğlan Almanya’da çalışıyormuş, durumları çok iyiymiş, yazın izne geldiğinde düğün yapıp Güllü’yü Almanya’ya götürecekmiş. Nişan için İzmir’den saz takımı gelecekmiş, falan filan. Annenin etekleri zil çalıyordu. Çok mutluydu. Uçuş uçuş uçuyordu.
Nişan, Yıldız Sineması’nda yapıldı. Üf desen yıkılacak, köhne mi köhne harap mı harap sinema salonunun toprak zemini sulanmış, sahne önündeki sandalyelerin birkaç sırası kaldırılarak oyun alanı açılmıştı. Saz takımı dediğin, bir gitar, bir bateri bir de keman sahnede yerini almış tıngırdayıp duruyordu. Güllü pembe tuvalet giymiş, başına da pembe çiçeklerden taç takmıştı. Omuzunda da pembe şal, pamuk helva gibi dolanıyordu. Komşunun kaçan kızı da annesi ve kardeşi ile gelmiş, evli kadın makyajı yapmış domuşup duruyordu. Neden domuştuğunu anlamak güç değildi. Güllü sevdiğini satmıştı. Bohçasını alıp kaçmak yerine sazlı sözlü nişan ile nişanlanıyor, yazın da yad ellere gelin gidiyordu.
Oğlan Almanya’da olduğu için gıyapta nişan takıldı. Güllü’nün bileğinden dirseğine kolları bilezik ile dolduruldu. Zincirler takıldı, kaynana iki elmas küpeyi Güllü’nün kulaklarına takarken salonda alış koptu.
Kız kıza dans devam ederken, Güllü bir ara gelip küçük kızı dansa kaldırdı. Hiç konuşmadılar. Kız hiçbir şey sormadı. Güllü’de belki de içten içe sormaması için dua etti. Dansın sonunda küçük kızın annesi eski ev sahibinin hatırı için gelmiş olduğu salondan kızını da alarak kapıya yürüdü. Güllü’nün annesi koşarak uğurlamaya geldi. Çok mutluydu. Sanki kızı değil de kendi gelin oluyordu. Bir bakıma kızı kaçan komşusuna da nispet yapıyordu. Güllü’sü bir taneydi. Çok şükür teli ile duvağı ile hayırlısı ile Almanya’ya gelin gidecek, kadıncağızda rahat bir nefes alacaktı.
Yaz ortası, kasabanın en sıcak günlerinin birinde, Güllü’nün annesi ile babası Hakim Bey’lerin evine geldiler. Annenin iki gözü iki çeşme, baba deliye dönmüş, karadeniz aksanı ile heyecanlı heyecanlı konuşuyor, ne dediği anlaşılmıyordu. Velhasıl durum vahimdi. Hakim’in hanımı kızlarını bahçeye çıkarmak istedi. Konuşulanlara kızların şahit olmasını istemiyordu. Hem adam deliydi, ne yapacağı belli olmazdı.
Küçük kız çıkmamakta direnince, Hakim Bey, “Bırak kalsın” dedi. “O da dinlesin, neymiş ne değilmiş o da öğrensin, Güllü onun da arkadaşıydı” dedi. Ah Hakim Bey, sen hiç diğer babalara benzemeyen Hakim Bey, hanımını her defasında şaşırtan Hakim Bey.
Güllü’nün babası “ Haçan kızumu kaçurmuşlar, hayatı tehlikededur” diye söze başladı. Hakim Bey önce gelenleri sakinleştirdi. Hanımı çay getirdi, her zaman evde kendi özel tarifi ile hazır bulundurduğu keklerden ikram etti.
Annesi olayın nasıl geliştiğini anlatmaya başladı. Güllü’yü yanında biri olmadan odadan odaya bırakmamışlar. Güllü’de bu esarete sesini çıkarmamış anlaşılan. Kızın durumu kabullendiğini düşünerek aile biraz rahatlamış.
Epeydir oğlan tarafı ısrar ediyormuş. Güllü nişanlısının İzmir’de ki ailesinin yanına misafirliğe gitmiş. Oğlanın ailesi, yaz olduğu için bağ evinde kalıyormuş. Bağ evlerinde tuvalet evin dışındadır. Güllü tuvalete gidiyorum diye kalkmış, ondan sonra Güllü’yü koyduysan bul. Kapının yanındaki dolabın üzerine kolundaki tüm bilezikleri sıyırmış, küpesi, kolyesi neyi varsa bir bir çıkarıp onları da bırakıp, ayağında terlik ile Güllü yok olmuş. Aile, ısrarla kaçırıldı diyor. Kızlarının kaçtığını kabullenmek istemiyor. Ah be Güllü, giderken bir bohça bile götürmemiş. Alın altınınızı, bileziğinizi başınıza çalın demiş, yürümüş gitmiş.
Aile sakinledi, Hakim Bey kızın reşit olduğunu, kendi rızası ile kaçtığının apaçık ortada olduğunu aileye anlattı. Almanya’ya gidenlerin de sonunun her zaman iyi olmadığını, bilmediği tanımadığı bir ülkede, hiç tanımadığı, sevip sevmeyeceği belli olmayan bir adamla olmasındansa burada sevdiği biriyle olmasının daha hayırlı olacağını söyledi.
Güllü’nün babası yatışır gibi oldu, oğlanın efendiliğinden, saygılı olduğundan dem vurmaya başladı. “Bari kızı usulünce isteselerdi” dedi. Hakim Bey, “O işin en kolay kısmı” dedi. Ertesi hafta Hakim Bey’in dairesine (1) Güllü, sevdiği oğlan, ve aileler gelmiş, barışmışlar, kız istenmiş, Hakim Bey’de durumun uzamasının her iki aile için sıkıntı yaratacağını gördüğü için, “yıldırım nikahı” (1) kararı vermiş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım tahtına mı? Yok öyle değil işte.
Günlerden bir bayram günüydü. Güllü süslenmiş, püslenmiş, evli kadın makyajı yapmış Zafer caddesinde kocasının kolunda salına salına giderken; Hakim Bey’lere rast geldi. Küçük kız geçen zaman içinde büyümüş, boyu uzamış, Güllü’nün boyuna gelmişti. Gülü Abla diye boynuna sarıldı. Kulağına eğildi, “Mutlumusun?” dedi. Güllü’nün cevabını ömrü boyunca unutmadı. Onca badireden sonra Güllü’nün verdiği cevap iki kelimeydi. “Eh işte!”
Kaderimizi başkaları çizdiği sürece, kendimize biçtiğimiz elbise hiçbir zaman mükemmel olmuyordu. Ancak bu kadar oluyordu.
Feryal Bekdik
23.05.2020
ANKARA
(1) Eskiden memurların çalıştığı yere şimdilerde olduğu gibi ofis demezler, daire derlerdi-
(2) Eskiden nikah işlemleri için 15-20 günlük askı süresi vardı. Doktor raporu ve hakim kararı ile bu süre beklenmeden nikah kıyılabiliyordu. Buna da ilamsız evlenme ya da halk arasındaki deyim ile yıldırım nikahı denirdi.
FERYAL Ablacım
YanıtlaSilEski bir URLA'lı olarak çok etkilendim ve çok beğendim.
Yazmaya devam etmelisin...
Harikasın
Emeğine ve kalemine sağlık
Kaderimizi başkaları çizdiği sürece, kendimize biçtiğimiz elbise hiçbir zaman mükemmel olmuyordu. Ancak bu kadar oluyordu.
YanıtlaSilMaalesef sonuç bu işte.
Kendi kaderimizi kendimiz çizmeyi istemekle çok haklıydık.
Olay çok gerçekçi dil akıcı ancak bana göre çevre mekan kişi tasvirleri yeterli değil
YanıtlaSilBasarili bir çalışma okuyucu orda yaşamalı Güllü ve diğer kişiler hayalinde cananmali