Bir Davulun Gezi Notları

BİR DAVULUN GEZİ NOTLARI

Davul deyip geçersiniz değil mi? Oysa doğumumdan bu yana, tarih içinde çağlar boyu Anadolu uygarlıklarında ve daha sonra Orta Asya topluluklarında  kullanılarak gelmiş olan en eski çalgı türlerindenim. Şamanların en temel çalgısıyım, kötü ruhları ben kovarım,Türk geleneklerinde düğün, sahur, cirit oyunu, at yarışı, güreş, bayram v.b. gibi alanlarda uzun yıllar boyu kullanıldım ve hala kullanılmaktayım, En basit çalgılardan biriyim.Boru ya da silindiri andıran tahta ya da metal  kasnağı al,. kasnak gövdemin bir ya da iki yüzüne ince dana derisi ya da benzeri esnek bir malzemeyi gerdir. Sonra da gerilen derimin üzerine el ile tokmakla vurarak çal beni. 

Biz bütün aile çalındık mı insanlar kıpır kıpır yerlerinde duramaz. Hele ağa babam kös mehterhane de çalınmaya görsün meydan gümbür  gümbür gümbürdenir. Ben ailenin narin üyelerindenim, davul babam bana  doli adını uygun görmüş. Kafkasların ince belli kızları akardeonla nazlı nazlı yürür sanırsınız değil mi? Yok efendim yok, her bir adım da yürekleri benle atar, Şeyh şamil’in torunları benimle yürür üstüne üstüne fırsatçının hayının. Zurnayla pek anlaşamayız. Zurna da mahallenin sıkı delikanlılarındandır ama nedense bana pek bir avam gelir, ben  klarnet ile gönül gezdiririm.Ne de olsa okumuş çocuktur. Peşrevi güzeldir. “Zurna da peşrev olmaz. Ne çıkarsa bahtına” diye boşuna dememişler. Sonra beni öyle tokmakla dövmezler, ben elle çalınır, el üstünde gezerim. 

Timbal, bongo,Kongo, trampet benim yurt dışındaki uzak akrabalarımdır. Timbal ile bongo dayımların durumu gayet iyidir, orkestralarda çalınır, bas davul ile trampet amcalarım ise asker olmayı seçmişlerdir. Hele bas davul amcamın itibarı pek yerindedir, özel arabası ve şoförü bile vardır.

Sanırım beni ve ailemi tanıdınız. Şimdide benim bilmediğiniz bir yanımı tanıyacaksınız, ben gezmeyi çok severim. Allah herkesin gönlüne göre versin, ben bu konuda çok şanslıyım, gezmeyi seven bir sahibim var. Bana da çok iyi davranıyor, hani ne derler gözünün önünden ayırmıyor, o çaldıkça ben aşka geliyorum, o dertlendikçe ben de dertleniyorum, o coştukça ben de coşuyorum. Daha ne olsun geçinip gidiyoruz işte.

Sahibimin arkadaşlarını da seviyorum. Hepsi okumuş çocuklar, ben gümbürdedim mi hepsi bir o yana bir bu yana ritim tutuyor.Sahibim, arkadaşları oyunları hakkıyla oynadıkça bana daha bir keyifli vuruyor, sanıyor ki o vurdukça oyunun seyri değişiyor. Yok efendim yok, ne zaman ayak değiştirileceğini, ne zaman dönüleceğini ben söylüyorum ben.

Neyse sözü çok uzattık, ben sizlere hafta sonu maceramı anlatacaktım laf nerelere gitti. Pazar günleri Silifke için ritim tutuyorum. Gösteri mi ne olacakmış, bir aşk bir şevk, ablalar ile ağabeyler kış boyu çalışıp durdular, gösteri günü yaklaştıkça sahibimde bir hırs, bir şiddet bir celal. Silifke’nin “Zeytin Dalları Zeybeği” ile “Mandilli” yi oynuyorlar. Sahibim bir türlü beğenemiyor, bir daha bir daha derken Demet abla’mın bacağındaki damar patlamasın mı? Kızcağız oyundan çıkıyor. Ay nasıl içim acıyor.

Neyse çalışmanın sonunda ben derlenip toparlanıp kılıflanıyorum.Yaşasın  Ankara’ya gidilecekmiş, sahibim beni de götürecek. Beni Feryal Abla’ya teslim ediyor, Ankara’ya gidene kadar onun arabasında gezecekmişim. Aman bana gezme olsun. Canıma minnet.

Feryal Abla’nın arabası ferah, rahatım yerinde ama abla durmadan oradan oraya gelip gidiyor. Her gittiği yerde, geçtiği kapılarda güvenlik var. Herkes  benim kim olduğumu sorup duruyor. Bu duruma bozulmadım dersem yalan olur. Davul olmakla benim hiçbir şeyden anlamaz biri olduğumu sanmayın. Beni ablaya yakıştıramıyorlar işte. Hatta bir ara abla sinirlenip sahibime “Allah seni davul etsin” diye serzenişte bile bulunuyor.Ne yapalım kader utansın.

Neyse hareket günü geliyor, Levent’te ki İş Kule’lerinin önünde sahibime kavuşuyorum. Otobüse biniyoruz. Daha otobüse biner binmez sahibim, Ahmet Ağabey ve ablam, sınıfın yaramazları olarak otobüsün en arkasına  yerleşiyorlar. Ahmet ağabeyin getirdiği içkiyi kapak kapak içmeye başlıyorlar. Fethiye, Melek, Gül derken diğerleri de sökün ediyor, Anadolu yakasına ki toplanma yeri Kayalar petrol’e varmadan bir şişe bitiyor.

Kayalar Petrol’e vardığımızda görüyoruz ki arkadaşlar market arabaları ile  bizi bekliyor. İçki,çerez ikmali bir orduya yetecek kadar. Ordu dedim de eski Asker, foslak Ahmet ağabey Cihanşah’ı  depo sorumlusu tayin ediyor. Bira kutuları elden ele gezerken bazen kazaya uğruyor, üst baş, otobüs her yer biralanıyor.

Derken ben ve sahibim ortaya çıkıyoruz, biz ortaya çıkınca sazlarda ortaya çıkıyor. Otobüsün için de THBT klasiği başlıyor. Türkünün biri bitiyor biri başlıyor. Çala söyleye,kimi zamanda oynayarak yol alıyoruz. Feryal Abla’nın çocukluğun da ünlü olan şarkıları fosil (foslak olan değil) Ahmet Ağabey ile beraber söylüyorlar. “Bir Okkacık Balım mı Var”, “Kara Tren Gelmez Mola?” “Yeşil Ördek Gibi daldım Göllere”

Ankara’ya yaklaşırken, geziye çok iddialı başlayan foslak Ahmet ağabey uyuklamaz mı?. Oysa gezinin başında öyle iddialıydı ki “Uyuyanı boyayacağım” diye tüm otobüse ilan etmişti. Sen misin uyuyan? Feryal ablam alıyor eline makyaj malzemelerini Ahmet ağabeyi bir güzel boyuyor. Artık Ahmet ağabey çok mu derin uyuyor yoksa efendiliğinden mi ses etmiyor bilemem ama, Ahmet ağabey benim eskiden birlikte kötü ruhları kovduğumuz Kam’lara benzedi. 

Gecenin geç bir vakti, Turizm ve Otelcilik Okulunun Uygulama Oteline varıyoruz.. Herkes odalara yerleştikten sonra ben de uykuya dalıyorum.  Bu arada Fethiye ablam hasta oldu, inşallah yarına kadar iyi olur.

Cumartesi günü kahvaltıdan sonra grup  toparlanarak ODTÜ Koleji’ne gidiyoruz. İzmir’den gelen ekip ve de Ankara’lı dostlar ODTÜ Koleji’nin kongre salonunda toplanmaya başlıyor. Kemal Ağa, gösteri için donmuş resimlerden esinlenerek, gösterinin akışına uygun şekilde resmedilmiş şekilleri bir grup arkadaşa talim ettirmeye başlıyor. Bir baKıyorum Feryal Ablam ile Toktağan Ablam, Yıldırım Ağabey ile Tunca Ağabeyim ve de dört çaylak kardeş, tören alanında eğiliyorlar, bükülüyorlar, yerlere yatıyorlar, bu arada da gelen geçen tanıdıklarla sarılıp öpüşüp dert anlatıyorlar. Yarım saat sonra Kemal Ağam herkese bravo çekip, sahnede provaya davet ediyor. Kemal Ağa’mı çok severim. Sakin, efendi ve de eline aldığı işi hakkıyla yerine getiren adam gibi adamdır. Öyle kolay kolay gaza gelmez, genç yaşına rağmen herkesi idare eder, dengeleri çok iyi gözetir. Bak, helal olsun, yarım saatte, toplam 11 tablodan oluşan 3 sahneyi hep birlikte kotardılar.

Provalar akşama kadar sürüyor, İsmail Ağabeyim her tarafa yetişiyor, sahneyi düzenlemeye çalışıyor. Nurgün ablam ile Kemal Ağa’mın Mehmet ve Ayşe rollerini çok seviyorum. Hasan Ağabeyim denetim masasında sunum yapıyor,  Gül ablam   barkovizyon da harikalar yaratıyor.

Oyunlar prova edilirken görüyoruz ki İzmir bu gösteri için bayağı iddialı gelmiş. Hani yarışma olsa ve de bahis açılsa en çok onların üzerine oynanır. Eh İstanbul’un nasıl çalıştığını da ben biliyorum. Hatta Artvin oyunlarını o kadar çalışmalarına rağmen, içlerine sinmediği için Ankara’da oynamama kararı aldılar. Ankara’lı Seymenler oynarken görüyoruz ki, Ankara hiç dersine çalışmamış, ekipteki her biri ayrı telden çalıyor. İzmir’in performansını görünce bakıyorlar ki karizma çizilecek, Baraka’ya gidip gösteri saatine kadar çalışma kararı alıyorlar. 

THBT Baraka’dan, oyunda giyilecek kıyafetleri, giysilik sorumlusu arkadaşlar ekip ekip taşımaya başlıyorlar.Ayakkabıları seçmek üzere bizim ekipte Baraka’ya gidiyor. Sahibim Baraka’da son bir prova almak isteyince haliyle ben de gidiyorum.

Ekiptekiler ayakkabıları seçiyorlar, Ankara Ekibinin çalışmasını izliyorlar, üst kata çıkarak kendi oyunumuzu çalışıyoruz.

Gösteri saati gelip çatıyor. Kulis’te ki telaştan başım dönüyor.Kızlar bir yandan giyinirken bir yandan da makyaj ile uğraşıyorlar. İzmir ekibinden Almina kardeşe gözüm takılıyor, o ne güzellik o ne şirinlik öyle. Onun boyuna bosuna göre kıyafet olmadığı için, abla kıyafetini çengelli iğnelerle kısaltarak Almina’yı giydiriyorlar . Bir kostüm bu kadar mı yakışır bir kıza, bir tepelik bu kadar mı masum bu kadar mı saf olur bir kızın başında. O kadar olur ama. Gözümü Almina’dan alamıyorum. 

Kemal ağam ne düşünceli üç kutu baklava koymuş kulise, gelen geçen el atıyor.O koşuşturma, o telaşla ben de bir oraya bir buraya yuvarlanıyorum, neyse sahibim beni alıp kenara koyuyor da ayak altında dolaşmaktan kurtuluyorum.

Seyirciler yerlerini alıyor. Salonun nerdeyse tamamı dolmuş vaziyette.Veeee perde açılıyor. “Uyur İdik Uyardılar” adlı tarih boyunca Anadolu ve Rumeli’de halk isyanlarını anlatan gösteri başlıyor.

Dondurulmuş resimler, bir türkü bir oyun derken program tıkır tıkır işliyor. Bahadır ağabeylerin oynadığı Erzurum oyunları herkesin gözlerini yaşartıyor.Dile kolay bu ekip,bu oyunu   kırk yıldır aynı heyecanla oynuyor. Erzurum giysisi ile değil,günlük pantolon gömlek ile oynuyorlar ama bir oyun bir ekibe bu kadar mı yakışır? Baba İlyas’ın öyküsünden sonra, Köroğlu destanı, Köroğlu’ndan sonra Şeyh Bedrettin isyanı anlatılıyor ve de Semah başlıyor. Semah’ta çaylak ablalardan biri öyle bir dönüyor ki, bir an için uçacak sanıyorum. 

Birinci perde Karadeniz uşakları ile sona eriyor.Çaylak ve fosil ağabeylerim birlikte öyle bir oynuyorlar ki, salon alkıştan yıkılıyor.  Ama ne oynamak öyle, zıpkın gibiler, fişek gibiler, lüverden çıkmış mermi gibiler. Aşk olsun ama ağabeylerim, aşk olsun size.

Devre arasında üst katta Fatma, Semra, Fethiye ablalarım giyinirken Feryal Abla onların resimlerini çekiyor. Fatma ablamın sarı şalvar altında ki yüksek topuklu pabuçlarını görünce ben bile kahkahamı tutamıyorum. Feryal Abla tablolarda olduğu için daha önce giyinmişti.Şebnem ablam her zamanki titizliği ile başlığının bağlanış şeklini bir türlü beğenmiyor, Tülin ablam eteklerin sırasını şaşırmış onu düzeltmeye çalışıyor.Kızlar üç dakikalık gösteri için nasıl kılı kırk yarıyorlar bir görseniz. ODTÜ’lü olmak böyle bir şey her halde. Her anı, her olayı proje olarak görüp ayırt etmeden her şeye  aynı titizliği gösteriyorlar.  

Bizim ekibin ellerinde kaşıklar sahneye bir çıkışları var benim bile gözlerim yaşarıyor. Klarnetçi ağabey ile Sahibim  Selçuk ağabeyle birlikte  onları öyle güzel yönetiyorum ki, hiç şaşırmadan oyunu bitiriyorlar. Alkışlarla sahneden ayrılıyoruz. Öyle bir şişiyorum  öyle bir şişiniyorum ki değmeyin keyfime .

İzmir ekibi Aydın yöresinin  oyunları ile sahne alıyor. Ah canım zeybeklerim.Efenize de onun kızanlarına da kurban olayım. Davul ile zurna eşliğinde döktürüp duruyorlar. Eh davul babam da hiç fena değil. O inledikçe  İzmir ekibi de seyircilerin yüreğini titretiyor.

Ankara ekibi de kıyafetiyle ve performansı ile göz dolduruyor. Aferin. Demek ki çalışınca oluyormuş.

Aydın Ağabey’im sazı ve sözü ile finali yapıyor. “Yuh yuh soyanlara” sazını havaya kaldırıyor ve de korodaki arkadaşlar etrafına toplanıyor, alkış alkış derken koro nakaratı tekrar ediyor. 

“Yuh yuh soyanlara Soyup kaçıp doyanlara İnsanlığa kıyanlar yuh” 

Nur içine yatasın aşık Mahzuni Şerif.Dilimize düşürdüğün tüm türküler için teşekkürler.

Feryal ablam sunum masasındaki Hasan Ağabey’in yanına gidiyor. Hasan Ağabey’im “Bin yıllık yolculuktan geldik. İsyanların yolundan geldik diyor” 

Fosiller ‘’Uyur idik uyardılar’’ başlığı altında  tarih boyunca halk isyanlarını anlattılar..   Anadolu ve Rumeli’de 11.ci yüzyıldan başlayarak, halkın genel otoriteye isyanını, sosyo-ekonomik nedenlere bağlayarak incelediler, bu incelemenin sonuçlarını seyirciye, her zamanki gibi türkülerle halkoyunlarıyla harmanlayarak vermeye çalıştılar. Baba İlyas’tan Şeyh Bedreddin’e, Köroğlu’ndan Dadaloğlu’na, Pir Sultan Abdal’dan Atçalı Kel Memet’e   halk isyanlarını, tarih boyunca bütün isyanlara katılmış, yaşı belirsiz, efsanevi kişilerin ağzından  anlatmaya çalıştılar.

Kurtuluş Savaşı’nı “Kutsal İsyan” olarak  değerlendirdiler. Mahir’leri, Deniz’leri  anmadan geçmediler. Bugünün isyan şekli olarak da demokrasiyi gösterdiler. Aşk olsun THBT sana  ama, aşk olsun. Feryal ablam, Hasan ağabeye sarılmış ağlıyor.

THBT’liler gösteriden sonra Vişnelik’te sabaha kadar çalıp söylemeye devam etti. Gözlerim Feryal Abla’yı aradı, Ankara’lı iki arkadaşı gelip yemeğe götürmüş. Şimdi burada  olsaydı bir dakika oturmaz, çatlak sesi ile her şarkıya katılır, bilir bilmez her oyunu oynamaya kalkardı.

Pazar sabahı kahvaltıdan sonra ODTÜ’ye gidiyoruz. Baraka’da çay-simit faslından sonra fosiller ve çaylaklar birlikte çalıp söylüyorlar. Derken ayrılık vakti geliyor. 

Önce İzmir ekibi uğurlanıyor. Feryal ablam nerden bulduysa koca bir leğen bulmuş, içine su doldurmuş, gidenlerin arkasından su dökmek için yola çıkıyor. Zuhal ablam “Geleneği unutmayın diye döküyoruz suyu ona göre” diyor. Çaylaklara dönüp  “Sular seller gibi yolları açık olsun diye gidenin arkasından su dökülür, bu da gelenektir, gelenekleri öğrenin diye yapıyoruz” diye açıklamada bulunuyor. Sevgi ve kardeşlik marabası Zuhal abla’m benim, sen çok yaşa emi…

Sıra bize geliyor. Biz de yola koyuluyoruz. Beni otobüsün bagajına koyuyorlar. Tabi işim bitti. Gelirken gösterilen onca itibardan sonra otobüsün altında, bavulların arasında sıkış tepiş yolculuk edecek olmam çok koyuyor bana.

Otobüsün durup kalkmasından mola verildiğini ve yola devam edildiğini anlıyorum. Otobüs gene duruyor ve bagaj kapağı açılıyor. Feryal Ablamı görüyorum. Sahibim benim yokluğumun farkına varmış davulum nerde deyince herkesi bir telaş almış mı? Sanki bagaja koymak üzere beni Feryal Abla’ya veren kendi değilmiş gibi “davulum, davulum” diye ortalığı birbirine katmış mı? Şu sahibim iyi hoşta laf aramızda biraz dağınık. Gözlüğünü, sigara paketini orda burada bırakıyor sonrada tırım tırım aranıyor. Foslak Ahmet ağabeyim de askerliğin verdiği terbiyeyle suçlanıp duruyor. Ah Ahmet ağabeyim, iki gözüm, sen SP marabasısın, Selçuk ağabeyin Postası değilsin ki.

Neyse gün ışığına çıkınca keyfim yerine geliyor. Kemal ağam ve maraba ablalarım otobüste halay çekmeye başlıyor, türküler geçidi başlıyor. Bir bakmışız yol bitmiş.

 1 Mayıs’taki gösteri de buluşmak üzere herkes birbirine veda ediyor. Evli evine köylü köyüne. 

Feryal Bekdik    20/04/2009


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AL SANA İRAN

KASTAMONU THBT AĞA GEZİSİ MAYIS 2025

CEREN İLE ANKARA